Komşu Bulgaristan’da başkanlık sistemi neden gündemde?

İlginçtir, Bulgaristan’da parlamenter sistemin modasının geçtiği havası oluşturuluyor ve başkanlık sistemini üst sınıf bir rejim olarak takdim ediliyor. Cumhurbaşkanı Rumen Radev tartışmalara mesafeli bir yaklaşım sergiliyor fakat daha da önemlisi başkanlık sistemine karşı da çıkmıyor. Tıpkı Erdoğan ilk ilk yılları gibi...

MEHMET ÖMER 18 Nisan 2023 GÖRÜŞ

Bulgaristan halkı, son iki yıl zarfında parlamento seçimleri için tam beş kez sandık başına gitti. Son erken genel seçim 2 Nisan’daydı. Ne var ki hükümetin kurulup kurulamayacağı yine ve henüz belli değil. Şayet hükümet kurulamazsa, bu yıl tekrar erken seçime gidilebilir. Ve insanlar bu durumdan fazlasıyla yoruldu. Öte yandan alttan alta yürüyen bir tartışa var. Ülkede başkanlık sistemine geçiş eğilimi hız kazanıyor.

Yılın başında Böyle Bir Halk Var partisi, Halk Meclisi’ne Bulgaristan’ın yönetim biçiminin parlamenter sistemden başkanlık sistemine dönüştürülmesine yönelik referandum yaptırmak için bir önerge sundu. Böyle bir halk oylaması gerçekleşmedi fakat, söz konusu parti 2 Nisan seçimlerinde 6’ıncı parti olarak parlamentoya girdi ve 11 milletvekili ile temsil ediliyor. Uzmanlara göre Böyle Bir Halk Var partisinin temel hedefi parlamentoda başkanlık sistemi için çalışmak.

Evet ilginçtir, Bulgaristan’da parlamenter sistemin artık modasının geçtiği havası oluşturulurken bazıları başkanlık sistemini üst sınıf bir model olarak takdim ediyor. Halihazırdaki cumhurbaşkanı Rumen Radev, bu konuda kesin konuşmıyor ve mesafeli bir yaklaşım sergiliyor fakat daha da önemlisi karşı da çıkmıyor. Hükümet krizi Radev’in elini güçlendirmiş durumda. Kimi çevrelere göre 2 yılda 5 seçim yapıldığı halde hükümet kurulamasında Radev’in de rolü olabilir.  güçlendirmiş durumda.

Evet, dünyada birçok ülke başkanlık sistemiyle idare ediliyor. Mesela ABD, Fransa, Rusya ve tabii Türkiye…

İsterseniz Bulgaristan’dan kapı komşusu Türkiye deki sistemin nasıl göründüğüne bir göz atalım. Parlamenter sistemde 2003 yılında başbakanlık görevine gelen Recep Tayyip Erdoğan, 2014’te Türkiye’nin ilk doğrudan halk oyuyla seçilen cumhurbaşkanı oldu. Fakat yalnız temsili bir makamda oturmak Erdoğan’ın gönlüne göre bir iş değildi. O yüzden arada başka adımlar da oldu ama 15 Temmuz 2016’daki henüz aydınlatılmamış darbe teşebbüsünün ardından herşey değişti. Erdoğan ülkeyi 2017’de anayasa değişikliğine yönelik bir referanduma götürdü. Referandum geçti ve Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yürürlüğe girdi. Aynı yıl Erdoğan ikinci kez cumhurbaşkanı olarak seçildi. Ancak Türkiye’deki başkanlık sistemi Amerika’da olana değil, Putin Rusyası’nın başkanlık sistemine benzedi.

Yönetim biçimini değiştirmek siyasal krizin çözümünü anlamına gelmez. Bilakis, Türkiye örneğinde olduğu gibi devlet yönetiminde krizin derinleşmesine de yol açabilir. Zira bütün bağımsız devlet kurumları tek bir merkezden idare edilmeye başlandığında yolsuzluğa bürünmüş eski sistemin elbise değiştirerek sadece perçinlenmiş olduğunu gördük.

Bulgaristan, Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyet Bloku’nun çökmesinin ardından Demokrasiye Geçiş sürecine girdi. Bu geçişin ilk yılları, yani 90’lı yıllar çok sancılı geçti. İstikrarlı hükümetler kurulamıyordu ve halk ikide bir sandık başına gitmek zorunda bırakılıyordu. Daha o yıllarda bir “kurtarıcı” ve “güçlü el” gereksiniminden bahsediliyordu. Nitekim komünist rejimi döneminde yarım asır İspanya’da sürgünde yaşayan Çar 2. Simeon’a bir “kurtarıcı” gözüyle bakıldı.

Simeon Sakskoburkgotski 2001 seçimlerine İkinci Simeon Milli Hareketi ile girdi ve 120 milletvekili çıkardı. 240 sandalyeli Halk Meclisi’nde partisine 1 oy yetmiyordu onu da genellikle Türk azınlığının oy verdiği Hak ve Özgürlükler Hareketi ile koalisyon kurarak çözdü. Kurtarıcı mitinin ardında “güçlü el” mitine sıra gelmişti ve 2009 genel seçimlerinde Bulgaristan’ın siyasi sahnesine Boyko Borisov çıktı ve üç kabine kurarak yaklaşık on iki yıl iktidarda kaldı.

Hem Simeon Sakskoburkgotski hem de Boryko Borisov ülkede otoriterleşmeye gitmek isteyebilirlerdi ama bunu yapmadılar. Çünkü demokrat görüşlü siyasetçiydiler ve ayrıca, parlamenter sistemde kendilerini denetleyen bir mekanizma mevcut idi. 2020 protestolarıyla “güçlü el” miti de söndü. Kurtarıcı şahıslara umut bağlamanın modası geçti ve şimdi sistem değişikliğine umut bağlayanların sesi gür çıkmaya başladı.

Başkanlık sistemini savunanların ana tezi ise parlamenter sistemin istikrarsızlığa yol açtığı, başkanlık sisteminin istikrar getireceği yönünde.

Sonuç olarak denebilir ki, Avrupa demokrasileri başkanlık sistemini pek de kabul etmiyor. Öte yandan, başkanlık sisteminde – ABD hariç – yürütme erki genellikle dokunulmaz olur. Hiç kimse başkanı parlamentoya güncel konulara cevap vermesi için çağıramıyor ve bakanlara yönelik güven oylaması yapılamıyor. Ayrıca, demokrasi geleneğini tam oturtamamış olan ve kutuplaşmış olan toplumlarda bu durumun otoriterleşmeye yol açtığı tecrübe ile sabittir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com