‘TC için sadece bir kimlik numarasıydım, ama en zoru ailemin…’

KHK ile ihraç edilen 4 çocuk annesi sınıf öğretmeni Sümeyya Avcı daha önce bazı bölümlerini sosyal medyada da paylaştığı direniş öyküsünü bütün yönleriyle anlatıyor.

SELAHATTİN SEVİ 25 Ocak 2020 GÜNDEM

Sümeyya-Ergin Avcı ve ailesi. Emir Selim (16), Salih Erdem (14), Seza Ekrem (9) ve Ecem Sima (3).

Kanun hükmünde kararname (KHK) ile 2016 yılında mesleğinden ihraç edilen Sümeyya Avcı (38), önce ‘terörist’ ilan edilerek işinden atıldı. Eşi tutuklandı, ailesi, yakınları ve arkadaşları yüzlerini döndü.

Ayakta kalmak ve hayatını sürdürebilmek için denediği girişimler iflasla sonuçlandı. Yaşadıkları Sivas’ı terk etmekten başka çare kalmamıştı. Kendi deyimi ile, “Adaletin terazisi rafa kaldırılmış ve soykırıma uğrayacağımız kara günler başlamıştı. ”

KHK ile ihraç edilen 4 çocuk annesi sınıf öğretmeni Sümeyya Avcı daha önce bazı bölümlerini sosyal medyada da paylaştığı direniş öyküsünü bütün yönleriyle anlatıyor.

15 TEMMUZ; HERKESİN BİLDİĞİ O KARA GECE!

Öncesiyle sonrasıyla 15 Temmuz’la bağlantılı süreçte neler yaşadığınızı anlatır mısınız? O gece neler oldu?

15 Temmuz 2016 akşam saat 21.00. Evde çocuklarımızla oturuyoruz. Çocuklar Kur’an ezberi yapıyorlar biz de onlara destek oluyoruz. Dışarıdan anlamlandıramadığımız sesler gelmekte. Siren sesleri de gelmeye başlayınca eşimle pencereye koştuk. Alt komşumuz balkondaydı. Seslendik neler oluyor diye. Darbe oluyor dedi. Herkes meydana gidiyor. Bir baktık binadan onun eşi de fırladı gitti. Biz hala olayı anlamaya çalışıyorduk.

HİÇ DUYMADIĞIMIZ BİR TERÖR ÖRGÜTÜ!

Hemen çocukları yatırıp televizyonu açtık. Bütün kanallarda telaşlı insanlar, Boğaziçi Köprüsü, meydanlara giden insan haberleri.. Malum herkesin bildiği o kara gece! Şaşkındık! Öğrendiğimizde gece yarısını geçiyordu. Stresliydik, uyku gözümüze girmedi. Yarın nasıl bir güne kalkacağımızı bilemiyorduk. Kısa süre sonra darbeyi yapan örgüt olarak hiç duymadığımız bir örgüt ismi açıklandı. Fethullahçı Silahlı Terör Örgütü, nam-ı diğer “FETÖ”. Garip bir şekilde bir hafta sonra bu “silahlı terör örgütüyle” irtibatlı ve iltisaklı ilan edilerek açığa alındık.

Tam olarak ne ile suçlanıyordunuz?

Adını ilk defa duyduğumuz bir silahlı örgütün yıllardır üyesiymişiz meğerse. Darbeyi biz yapmışız. Ne de çok şey kaçırmışız bir haftada. Hüzün dolu geçen bir haftanın ardından bir aile dostuna yemeğe davetliydik. 31 Ağustos 2016. Yemekten önce doktora gittik. Hamileydim, doktor bir kızım olacağını söyledi. Çok mutluydum. Çocukları kayınvalidemlere bırakıp akşam yemeğine gittik. Kayınvalidemler çok gönülsüzdü. Akşam alacağımıza ikna olunca kabul ettiler.

“ÇOCUKLARI NE ZAMAN ALACAKSINIZ?!”

Yemekteyken erkek kardeşim aradı. “Babamın çok eski bir arkadaşının üç evladı Sivas’a gelmişler; diploma işleri varmış, kalacak yerleri yokmuş. Sizde kalmaları uygun mu?” dedi. Tabii ki dedik. Ev sahibi bizi gençlerin yanına götürdü. Onları da alarak evimize gittik. Onlara çocukların yataklarını hazırladım. Kayınvalidem ısrarla aramaya devam ediyordu. “Çocukları ne zaman alacaksınız?” diyordu. Eşim, misafirimiz olduğunu, sabah alabileceğimizi söyledi.

SOYKIRIMA UĞRAYACAĞIMIZ KARA GÜNLER BAŞLAMIŞTI

Açığa alındığınızı nasıl öğrendiniz? O an neler hissettiniz? Çevrenizin tepkisi nasıl oldu?

Sabah kalktığımızda okuldan öğretmen arkadaşım aradı. “Sümeyya, KHK listeleri yayınlanmış, gördün mü dedi. Bilgisayarı açıp hemen baktık. Eşim de ben de ihraç olmuştuk. Misafirlerimiz vardı. Ah vah zamanı değildi. Kahvaltıyı hazırladık. Kahvaltı sırasında kayınvalidem tekrar aradı. “Çocukları ne zaman alacaksınız?” Eşim, ihraç olduğumuzu söyledi. Anladım dedi kayınvalidem, biz getiririz. Getirdiler çocukları ve eve bile uğramadan gittiler. Misafir gençler şoktaydı. İşinizi kaybettiniz ve sükunetinizi koruyorsunuz dediler. O kadar emindik ki adalet işleyince bu durumun düzeleceğine. Ama yanılmışız. Adaletin terazisi tümden bozulmuş, terazi rafa kaldırılmış, bizim soykırıma uğrayacağımız kara günler başlamıştı.

ALENEN HEDEF GÖSTERİLDİK!

Görevden uzaklaştırılmanızda hangi pratik gerekçeler ileri sürüldü? Nelerden mahrum edildiniz?

Biz işimizi kaybetmemiştik. Ülkemizi kaybetmiştik. Vatanımız yoktu artık, çünkü bize vatandaş muamelesi yapılmayacağı günler yaşıyorduk. PKK’lıların, katillerin, hırsızların adları basında baş harfleriyle yazılırken bizim isimlerimiz çarşaf çarşaf internet’e verilmişti. Hedef gösterilmiştik alenen. İsteyen sıradan herkes bizi rahatlıkla linç edebilirdi. Müthiş bir kin ve nefret ortamı oluşturulmaya başlanmıştı. Kendimizi kimseye anlatamıyorduk.

YASALARA UYAN DÜRÜST İNSANLARDIK, BUNUN DA ÇİLESİNİ YAŞADIK

Evden çıkmamız iş aramamız gerekiyordu. Fakat evden çıkmaya bile korkuyorduk. Kredi borçlarımız vardı. Kredi kartları yine öyle. Bunlar yetmezmiş gibi temmuz ve ağustosta yatan maaşlarımızın bir kısmını da geri istedi devlet. O kadar anayasaya uygun yaşıyorduk ki, elimizdeki son parayı götürüp devlete iki gün içerisinde yatırdık. Biz yatırdıktan bir hafta sonra bu parayı geri ödemeyenler ödemeyebilir, ödeyenlere geri verilmeyecek dendi. Orada da yasalara uymamızın sıkıntısını, çilesini yaşadık. Orada da dedim; çünkü MEB’in gönderdiği “Bu sendikaya üye olunabilir.” yazısına binaen üye olduğum sendika, devletin denetimindeki bir bankadan kredi kartımın olması ve eşimle ortak olan hesaba para yatırmamız silahlı terör örgütüne irtibatlı ve iltisaklı olmaktır dendi.

MEĞER BİR YIL ÖNCESİNDEN FİŞLENMİŞİZ!

O güne kadar illegal olan, devletin elinin ulaşmadığı hiçbir şeye bulaşmamıştık. Gel gör ki silahlı terör örgütü yaftasını bir gecede vurdular. Sonra öğrendik ki bir gecede vurulmamış bu damga bizlere. Bir yıl öncesinden toplanmış isimlerimiz devlet tarafından. Sadece örgüt sıfatından “silahlı terör örgütü” sıfatına sokmayı beklemişler. Darbe girişimi de onların istediği bu zemini hazırlamış oldu.

“ÖZ YURDUNDA GARİPSİN…”

Artık biz bu yaftayla yaşamak zorundaydık. Artık biz vatandaş olamazdık. Öyle ki sadece kendi ülkemizin değil başka ülkelerin vatandaşı da olamıyorduk. Yurt dışına gidemeyecek duruma getirildik, pasaport hakkımız yoktu. Dünya üzerinde herhangi bir yere vatandaş olamamak, ait olamamak ne demekti! Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya demiş ya şair; biz dünyanın her yerinde gariptik artık!


 “ANNE, SENİ ARIYOR POLİSLER!”

İlk gözaltınız nasıl oldu? Yaşadığınız hukuki süreci anlatır mısınız?

21 Eylül 2016 sabah saat 06.30 gibi çocukların kahvaltılarını yaptırdım. Tam okula gidecekleri sırada 07.00 gibi zil çaldı. Oğlum kapıyı açtı. Beti benzi atmış bir şekilde geldi. “Anne seni arıyorlar polisler!” dedi. Kapıdan başımı uzattım. “Müsait değilim, üstüme bir şeyler giyeyim alayım sizi.” dedim. Kesinlikle olmaz dediler. Kapıyı ittiler ve muhtarla beraber eve girdiler.

“MAHVETTİLER HERKESİ!”

Evim yedinci kattaydı, hamileydim, onlar kaçabileceğimi düşünmüştü sanırım. Bayan polis ve ben yukarı çıktık. Eşimi uyandırdım. Şoka girmişti bir anda. Eşim çıktı ve ben bayan polisin yanında üstümü giymek zorunda kaldım. Polis mırıldanarak, “Mahvettiler herkesi” dedi. Gözlerim dolu dolu oldu. Halimi anlaması o an çok büyük bir nimet olmuştu bana.

Küçük oğlum 4 yaşındaydı. Bu anlara şahit olmasını istemedim. Komşuma bırakabilir miyim, dedim. Eşin bıraksın, dediler. Eşim birinci kattaki komşuma götürdü. Gözleri dolu dolu geldi. Başka bir komşuya bırakmak zorunda kalmış. Birinci kattaki komşum da aynı okuldan bizimle ihraç olmuştu. 30 haftalık hamileydi. Onun da evinde başka bir polis ekibi vardı. Eş zamanlı baskın yapmışlardı. Diğer iki oğlumun büyüğü 8’inci küçüğü 6’ncı sınıftaydı. Onları okula gönderdim. Büyük oğlumun bacağı on beş gün kadar aksadı. Sıkıntıdan ve korkudan kilitlenmişti.

“NEZARETHANE SOĞUK OLUR, ÜSTÜNE BİR ŞEYLER AL!”

Evimizi didik didik ettiler. Kameralarla her yeri çektiler. Yatak odamıza kadar mahrem demediler, kayıt altına aldılar. Evde ne kadar dijital varsa aldılar. Hatta hafıza kartlarını almakla yetinmeyip, fotoğraf makinelerini de alacaklarını söylediler. Eşim bir yandan ben bir yandan yalvardık. Fotoğraf makinesinde veri olmaz, ne olur onunla ekmeğimizi çıkartmaya çalışıyoruz. Çok zor durumdayız dedik. Makineler benim adıma olsaydı alacaklardı, eşimin adına olunca bıraktılar. Polislerden biri bana, “Nezarethane soğuk olur, üstüne bir şeyler al” dedi. Eşimle hazırladık ne varsa o panikle. Beş gün gözaltında kalacaktım. Onlara hamile olduğumu söyledim. İspat etmek için ultrason kâğıtlarını, test sonuçlarını vb gösterdim. Savcıyı aradılar. Savcı doktor raporu istedi.

YANDI CİĞERİM, KOR OLDU!

Beni alıp götürürlerken komşumun penceresine bakakaldım. Eşiyle ağlayarak bana el sallıyorlardı. O an yandı ciğerim, kor oldu. Önce emniyete götürdüler beni. Yanımdaki bayan polis bir ara kayboldu sonra sivil kıyafetle geldi. Senin için çok sıkıntı olmasın hastanede diye sivil giyindim dedi. Hatırladıkça dua ederim ona. Küçücük insanlıklar bile benim için o an çok büyük duygu seline sebep oluyordu.

MEĞERSE İNTİKAM ÇOK ÖNCEDEN BAŞLAMIŞ!

Doktor raporu aldıktan sonra savcı bırakabilirsiniz demiş. Kalakaldım. Param yoktu, kimsem yoktu beni alacak. Akşam bırakacaklarını da bilmediği için eşim çocukların başındaydı. İki polis kıyamadı ve biz bırakalım dediler. Beni eve kadar getirdiler. Yukarı çıktım evde kimse yoktu. Eşim çocuklarla kayınvalidemlere gitmişti. Elim ayağım tutmuyordu sanki. Aşağı indim. Komşumun ziline basarken ellerim titriyordu. Kapıyı açtı, göz göze geldik. Ağladık, ağladık. Titriyorduk ikimiz de zangır zangır. Konuşamadık önce epey bir. Onun hamileliği çok sıkıntılı geçmişti. Sürekli raporlarla ve yatarak geçirmişti süreci. Bizim okula zaten o sene tayini çıkmıştı. Müdür çok tanımadığı halde onun doktor raporuna rağmen sürekli soruşturma açıyordu. Meğerse intikam çok çok önceden başlamış da biz bilmiyormuşuz. Neyse arkadaşımın durumu sıkıntılı olduğu için onu götürmemişlerdi. Onun da benim de tüm dijitallerimizi, çocuklarımızın oynadığı tablete kadar almışlardı. Eşiyle birlikte beni kayınvalidemlere götürdüler. Annem babam gelmiş, görümcemler falan hepsi onlarda toplanmış. Eşim hüzünlü bir şekilde sarıldı bana. İçeri geçtim. Sahte bir sevinç hissettim diğer yakınlarda. Ben gelene kadar eşimle beni eleştirmiş büyüklerimiz. Görümcem dayanamayıp “Artık bir Yasin mi okursunuz, dua mı edersiniz bırakın böyle konuşmayı” demiş. O gün daha net anlamıştık kimsesiz olduğumuzu. Hiç biri bizim ekonomik durumumuzu, cezaevine girip girmememizi umursamıyordu. Hepsi de üç çocuğumla onlara yük olmamızdan korkuyorlardı.

TEKRAR EMNİYETE…

Bir hafta sonra emniyetten aradılar. İfadem alınacakmış. Ayağımla gittim, hani hep yasalara uygun yaşıyorduk ya, gel diyorlardı gidiyorduk, dur diyorlardı duruyorduk. Emniyette beni koydukları odada bir kadın daha vardı. O da sınıf öğretmeniydi ve hamileydi. Çok yıpranmıştı, hüzünlüydü. Biz hamile olduğumuz için bizim ifademizi öncelikli alacaklarını söylediler. Meğerse ilk gözaltına alındığımız gün bir sürü kişiye operasyon yapılmış. Onu da emniyette fark etmiştim.  İfadelerimiz alındı. Savcılığa sevk edildik. Dokuz kişiydik biz. Altı erkek ve üç hamile bayan. Biri benim canım komşumdu. Savcı sorgusunu beklerken fenalaştı, hastaneye kaldırdılar. Artık kendimi düşünemiyordum. Aklım sürekli ondaydı. Allah’a yalvarıyordum. Ne olur ona bir şey olmasın diye. Garip bir şekilde oradaki herkes kendine değil diğerlerinin acısına bakıp ağlıyor, dualar ediyordu. Kiminin ailesi, kiminin küçük bebeği vardı. Korkudan kimse kimseyle konuşamıyordu. Hepimiz de birbirimizin gözlerine hüzünle bakıyorduk. Bir ara bayan bir polisle göz göze geldik. Ağlamıştı hafiften. Hemen arkasını döndü, gözlerini sildi. Bunu fark eden bir başka polis azarladı onu. “Bunlar için mi üzülüyorsun, devleti yıkmaya çalışırken düşünselerdi” dedi. Kadın cevap vermedi, veremedi.

“HİÇ BÖYLE TERÖRİST GÖRDÜNÜZ MÜ?”

Savcı tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti. Mahkeme saatini beklerken herkes itinayla namazlarını kılmaya çalışıyordu. Her bir bankın üzerinde bir tutuklu namaz kılıyordu. Yanımdaki bayan polislere, “Siz polissiniz, hiç böyle terörist gördünüz mü?” dedim. Cevap veremediler ama bakışları “Hayır bunlar terörist değil” diyordu. Hâkim, bayanları haftada iki gün imza karşılığında, il dışı ve yurt dışı yasağı koyarak serbest bıraktı. Erkekleri ise tutukladı. Erkekler hemen arkaya döndüler; bize bakarak “Çok şükür hocanımları serbest bıraktılar, elhamdülillah!” dediler. Ağladım, ağladım yandım o an. Hala hiç tanımadığı insanları düşünüyorlardı. O kadar diğerkamlardı.

Mahkeme gece 04.00 gibi bitti. Ben yine kimsesizdim. Kapıya çıkarken polis, “Senin kimsen var mı?” burada dedi. Yok dedim. Kimsesizdim. Benimle bırakılan bayan arkadaş “Biz bırakırız hocamı” dedi. Bacaklarım titriyordu sıkıntıdan. Merdivenden inerken biri kolumu tuttu. Döndüm görümcemin eşiydi. O anda çok ağladım. Beklemiyordum hiç kimsenin gelmesini. Eşim arabadaymış, uyuyakalmış. Enişte de diğer arkadaşların yakınlarıyla muhabbet ediyormuş. Eve geldim çocuklarıma sımsıkı sarıldım. Gece boyunca ağladım. Adliyedeki insanlar aklıma geldikçe ağlamam kesilmiyordu.

ANNE BABA VE KARDEŞLERİMİN BENDEN UZAKLAŞMALARINI HAZMEDEMEDİM

Tüm bunları yaşarken canınızı en çok yakan ne oldu?

Devlet canımı sıkmadı hiçbir zaman. Sonuçta ben bir TC Kimlik numarasıydım devlet için. Bir sayıydım. Bir figürdüm. Bugün atmıştı, yarın pardon yanıldık deyip alacaktı. O gün geldiğinde “Ben sana kırgınım ey devlet, çalışmayacağım seninle” demeyecektim. Bana zulmü reva gören insanlar, iktidar beni tanımıyordu. Kendi halkına zulmediyordu ve ben sadece bu toplulukta küçük bir bireydim. Lakin bir ana-baba için evlat her şeydir düşüncesiyle büyüdüğümüz için süreçte anne babamın korkuyla benden uzaklaşmalarını hiçbir zaman hazmedemedim. Üç kardeşimden ikisi öğretmen, biri sağlıkçıydı. Öğretmen olanlar öğrencilerine aile bağlarını nasıl öğretmeye çalışıyorlar, öğrencilerine nasıl nasihat ediyorlar, çok merak ediyorum. Eğer yapmadıkları şeyi anlatıyorlarsa kardeşim de olsalar veyl olsun onlara! Eğer utanıp anlatamıyorlarsa bıraksınlar o mesleği.

“FETTUŞİ GİBİ AĞLAMA!”

Okumuş yazmış insanların bencilliği çok yaktı canımı. Cahile çok görmedim her yalana inanmayı. Ama darbeden altı ay kadar önce 9 yaşındaki oğluma sınıf öğretmeninin “Fettuşi gibi ağlama!” sözü çok yaktı canımı. O dönemde 11 yaşında olan oğluma sınıf öğretmeninin “Annen baban kime oy verecek? Ailen paralelci mi?” soruları çok canımı yaktı. İki öğretmen de benimle aynı okulda çalışıyordu. Çok değil altı ay öncesine kadar bana, “Hoca hanım, teşekkür ederiz şu yaptığınız güzel işler için” diyen öğretmen arkadaşlarımdı. Küçücük çocuklarımı eğitim yuvasında harcamaları çok ağır gelmişti. Yüzüme bir şey diyemiyorlardı. Ama çok zalim konuşmaları oluyordu cemaat mensupları hakkında. Bir gün dayanamadım. “Hocam, benim yanımda bu şekilde konuşmayın, çok rahatsız oluyorum.” dedim. Bana “Sen cemaate gidiyor musun ki hocam rahatsız oluyorsun?” dedi. Gitmiyorum ama oradaki arkadaşlarıma çok saygı duyuyorum dedim. Zoruma gidiyordu bu kadar çalışkan insanları aşağılaması. O günden sonra ben öğretmenler odasına girdiğimde güya şaka yaparak; “Aha geldi paralelci” diyordu. Eğitimli, donanımlı ve kaç yıldır birlikte çalıştığımız bir insanın seviyesinin bu kadar düşmesi çok acı veriyordu.

BEN BABAMIN KIZIYDIM

Nasıl bir annenin-babanın kızıydınız? Kişisel hikâyenizi anlatır mısınız?

Ben 1981 yılının ilkbaharında Kayseri’de dünyaya gelmişim. Benden önce ailemin bir kızı olmuş lakin 9 aylık olduğunda vefat etmiş. Babam bunun üzerine çok duygusallaşmış ve maneviyata yönelmiş. Tanıştığı abdestli namazlı, sürekli Kur’an okuyan tarikat ehli insanlara takılmaya başlamış. Hal böyle olunca annemi çarşafsız yan komşuya dahi göndermezmiş. Ben bebekken babam inşaatta sıva ustasıymış. Kışın iş olmadığı zamanlarda el arabasıyla plastik kap kaçak sattığı günleri hayal meyal hatırlarım. Bir de ben bir yaşlarındayken 18 ay askere gitmiş. Babam, namaz kıldığı için sürekli komutanlarından azar işittiğini, bazen dövdüklerini söylerdi. Sonra Karayollarında işe giren babam orada Sızıntı dergisiyle tanışmış. Nasıl olduysa dergiden çok etkilenmiş. Daha sonra dergi vasıtasıyla cemaat mensubu kişilerle yolları kesişmiş. Sürekli sohbetlere gitmeye başlamış. Daha önceki tarikatçı katı zihniyetten, kızlarımı okutmam gerek zihniyetine dönmeye başlamış. Dinin sadece maneviyat olmadığı, ilmin de gerekli olduğunu kavramış. Dolayısıyla beni ve kardeşlerimi yetiştirirken buna çok itina gösterdi.

BABAM, ZAMAN GAZETESİNDE İŞE BAŞLAMIŞ

Babam Karayollarında çalışmanın ona kişilik gelişimi olarak fayda sağlamayacağını düşünüp Zaman Gazetesinde işe başlamıştı. Gazetenin dağıtım müdürlüğünü yapıyordu. Hiç boş durmuyor sürekli okuyordu. Kendisi bize örnek olmak amacıyla ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirdi. Derslerimizle yakinen ilgilendi. Sürekli öğretmenlerimizle görüşürdü. Derdi ki “Güven takibe mani değildir.” Ben de sınıf öğretmeni olmama rağmen babamın bu düsturunu hem öğrencilerime hem çocuklarıma kullandım. Ben babamın kızıydım. Onun her halinden, her tavrından çok etkileniyordum. Nasıl etkilenmeyeyim, herkes boş bir yaşamın içerisinde yuvarlanıp giderken babam sürekli okuyor ve okutuyordu. Bizim evde televizyon izlenmezdi. Her gün kitap okuma saati yapardı babam. Annem anlamazdı okuduklarımızı çoğunlukla ama babam onu da bu okumalara dahil ederdi. Benim kişiliğimi yüzde seksen babam oluşturdu diyebilirim. Hayrandım babama ve hep onun gibi bir eşim olmasını isterdim. Bir topluluk içerisindeysek babam o ortamda herkesi önce tanımaya çalışır, fikirlerini anlar sonra nasihatler ederdi. Bayılırdım onun bu tavırlarına. Cemaatle namaz kılmak vazgeçilmeziydi babamın. Hiç kılmadığı bir gün hatırlamam. Zaman’da il temsilciliğine kadar çalıştı babam. Sanırım 2006 gibi emekli oldu. Emekli olduktan sonra köyden bir ev aldı ve sürekli orada yaşamaya başladı.

SİVAS CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİNDE SINIF ÖĞRETMENLİĞİ OKUDUM

Bu şartlar altında büyüyen ben önce Kayseri Karamancı Kız İmam Hatip Lisesine gittim. Orta ve liseyi orada okudum. 28 Şubat süreci yaşanınca babam okumamı çok istediği için lise son sınıfta okulumu değiştirdi. Bir kız lisesine yazdırdı. O sene ÖSS’yi kazandım fakat ÖYS’de yeterli puanı alamadım. Bir sene dershaneye giderek tekrar hazırlandım. Çok başarılıydım o sene. Fakat bu seferde 1999 soru çalınma hadisesi vuku buldu. Sınavımız ertelendi. Motivasyon düşüklüğü sınavda beni olumsuz etkiledi. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Sınıf Öğretmenliği bölümünü kazandım. Babam beni anneannemlere yerleştirdi.

Eşinizden ve evlilik sürecinizden bahseder misiniz? Eşinizle nasıl tanıştınız?

Eşim derse başlayacağım ilk gün ilk tanıştığım kişi oldu. Benim üst sınıfımdaydı. Birkaç ay sonra bana olan duygularını fark edince ondan uzaklaştım. Bir buçuk sene kadar kesinlikle iletişime geçmedim. 2001 yılı kasım ayında Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenci temsilcilikleri kurmak için gelmişti. Ben de aktif bir kişiliğim olması nedeniyle hemen bu kulübe dahil oldum. Aynı zamanda eşim de dahil olmuş ve Cumhuriyet Üniversitesi öğrenci temsilcisi seçilmişti. Ben de temsilci yardımcısı olmuştum. Şaşırtıcı bir hızla eşim tekrar oluşan bu iletişim nedeniyle bana niyetinin ciddi olduğunu söyledi. Birkaç ay sonra ailemle tanıştırdım. Yüzüme onay vermişlerdi fakat arka planda onaylamamışlar. Kız kardeşimden sürekli babamın öfkesi ve kızmalarına dair mektuplar almaya başlamıştım. Hayatım içinden çıkılmaz hale gelmişti. Babamla aramda soğuk yıllar böylece başlamış oldu. Babamın eşimin dine diyanete yatkın olmadığını, ailesinin abdestsiz namazsız olduğunu; bizi böyle insanlarla muhatap etti dediğini vb. yazıp duruyordu kardeşim. Muhtemelen babam kendi aile yapımıza bire bir uygun biriyle evlenmemi istiyordu. Kaderse karşıma başka bir yol çıkarmıştı. Hiç mutlu olamadım o yıllarda. Çünkü babam iyiden iyiye kopmuştu benden. Annemle zaten ergenliğimden beri hep çatışma halindeydik. Halimiz bu iken benim okulum biter bitmez eşimle evlendik.

6,5 YIL O KÖYDE KERPİÇ EVLERDE KALDIK

İlk görev yeriniz?

Ben o sene eylül ayında atanamadım. Ara dönemde 72 puanla Sivas’ın Altınyayla ilçesinin Kaleköy’üne atandım. Atandığımda ilk çocuğumuza 6 aylık hamileydim. Bilmediğim bir ilçede, eşimden ayrı kalakalmıştım. Ailemden hiç kimse gelmemişti. Eşimse başka bir ilçedeydi. Eşim babasından 2-3 aylığına arabasını istedi. Ani bir doğum vb. olursa gelebilmek için; fakat kayınpeder arabasını vermedi. Doğumdan üç ay sonra da eşim askere gitti. Üç ay Tuzla Piyade Okulu, geri kalan dokuz ay da Tunceli Hozat İç Güvenlikte asteğmen olarak askerlik yaptı. Çok zor zamanlar olduğunu düşünüyordum bugünkü sıkıntıları yaşayana kadar. Altı buçuk yıl o köyde kerpiç evlerde kaldık. En son evden yılanlar çıkınca ilçeye taşındık.

ERKEK KARDEŞİM 3 YILDIR SELAM DAHİ VERMEDİ!

Evliliğimin ilk yılları hem eşimin hem benim öğrenim ve katkı kredilerimizi ödemekle; farklı ilçelerde olduğumuz için aldığımız arabanın kredileriyle ve erkek kardeşimi okutma mücadelesiyle geçti. Maddi olarak hiçbir refahımız olmadı o yıllarda da. Daha sonra erkek kardeşimle ciddi olumsuzluklar yaşadığımız bir gün, kardeşim; “Ne diyorsun ya, verdiğin üç beş bin lira para, çarparım suratına!” dediğinde kardeşlik bağımız da kopmuştu. Bu arada hala çarpacak o parayı suratımıza. Üç yıldır selam dahi vermedi!

 YAZININ İKİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com