Takiye ahlakı neden iflas etti?

Siyaset sahnesinde başarılı olan siyasi İslamcılar rakipleri tarafından takiyeci olarak suçlanıyordu. İktidara gelince takiye ahlakı yağma ve talanı meşrulaştırıcı bir fonksiyon gördü

AYHAN TEKİNEŞ 29 Nisan 2024 GÖRÜŞ

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile Cumhurbaşkanı Erdoğan

Dünyanın hemen her yerinde politikacılar ahlak, dürüstlük ve tutarlılık bakımından sıklıkla eleştirilirler. Ne yazık ki günümüzde birçok kişi yaşadığı ülkelerdeki politikacıları yalancılıkla, ikiyüzlülükle ya da çıkarcılıkla suçlar. Dizi, film ve edebiyattaki politikacı figürleri de genellikle bu ahlaksız profili gözümüzde canlandırır. Güç ve iktidarın insan karakterindeki ifsat edici etkisi, denge ve kontrol mekanizmalarındaki boşluklar ve pedagojik yetersizlikler günümüzde ahlaksız politikacı profilini öne çıkarıyor. Yine de dindar olan ve dini kimlik üzerinden siyaset yapan kişi ve grupların ahlaksızlığı üzerinde durulması gereken bir husus. Topluma oldukça dindar ve prensipli bir profil çizen bu politikacılar bütünüyle pragmatist, riyakâr, bencil ve ilkesiz siyasetlerini nasıl bu kadar kolay gizleyebiliyorlar? Türkiye’deki siyasal İslamcılar özelinde ahlak ve ahlaksızlığı aynı kişilikte birleştirmeyi sağlayan en kullanışlı araç ise takiyedir. Peki takiyenin dini kaynağı var mıdır? Bunu anlamak için ilk önce Kur’an’ın korku ve sevgi kavramlarına yaklaşımını ele almak gerekir.

Korku en güçlü duygulardan birisidir. Korkuyu dikkate almadan insanı anlamak mümkün değildir. Bundan dolayı dinlerde Tanrı’yı sevmek kadar korkmak da önemli görülmüştür. Ancak İslam dininde soyut sevgi ve korku duygularından ziyade sevgi ve korkunun pratiğe yani amele yansımaları daha fazla ön plana çıkmıştır. Nitekim sevgi yerine taat korku yerine takva duygularına vurgu yapılmıştır. Hatta Kur’an’da, “De ki ey Peygamber! Allah’ı seviyorsanız, bana itaat edin ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran 31) buyrulmuştur. Böylece soyut sevginin pratiğe yansımasının önemi vurgulanmıştır.

Korku duygusunun pratik hayata yansıması ise korunmak anlamına gelen takva kavramıyla ifade edilmiştir. Takvanın ne kadar güçlü ve önemli bir davranış olduğu ayet-i kerimede, “Allah katında en şerefli ve değerliniz en takvalı olandır.” (Hucurat 13) şeklinde açıklanmıştır. Takva yalnızca hukuki ve ahlaki kurallara uymayı değil aynı zamanda Allah Teala’nın kâinata koyduğu kanunlara karşı saygıyı da ifade eder. Takva dini literatürde Allah’ın yasaklarından sakınmak şeklinde anlaşılır.

İnsan tabiatında var olan korku duygusunun dini literatürde Allah’a saygı ve O’nun gazabından korunma şeklinde tezahürü aslında bize gerçekte yalnızca O’ndan korkmak gerektiğini ifade eder. Ancak insan diğer insanlardan da korkar. Bu korkunun Allah korkusunun önüne geçmemesi gerekir. Ancak istisnai olarak bazen insanlardan korkmak ve korkunun gereği olarak onlardan gelecek tehlikelerden sakınmak gerekir. İşte Kur’an, bu insani durum karşısında ne yapılacağını da açıklar: “Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler! Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur. Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka! Allah sizi, Kendisine isyan etmekten sakındırır. Dönüş yalnız Allah’adır.” (Al-i İmran 28)

Ayet kafirlerden gelecek tehlike karşısında müminlerin kendini korumasına izin verir. Bir başka ayette ise bu korumanın şartları biraz daha açık bir şekilde şöyle ifade edilir: “Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle inkâr sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek gönlünü inkâra açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthiş bir azap vardır.” (Nahl 106)

ZAMANLA AHLAK HALİNE GELEN TAKİYYE
Bu ayetlerin sebeb-i nüzulü olarak gösterilen Yasir ailesinin başına gelenler, ayetlerde anlatılan durumu daha açık ve somut bir şekilde anlamamıza yardım eder. Annesi ve babası işkence ile öldürülen Ammar b. Yasir işkence altında inancını inkâr etmek zorunda kalmıştır. Durumunu gelip anlatınca Hz. Peygamber, “Yine sana işkence ederlerse, onlara istediklerini söyle ama kalbi inancını kaybetme.” diyerek, ona bir çözüm yolu göstermiştir. Bu ayetlerden ve Hz. Peygamber zamanında yaşanan örnekten hareketle İslam fakihleri savaş durumunda ve ölüm tehlikesi altında bir insanın kalbi inancını kaybetmemek şartıyla diliyle aksini ifade etmesine izin (ruhsat) vermişlerdir. Ancak bu sözlü itiraf bir başkasına zarar vermemeli ve tehlike zanni bir ihtimal değil somut ve hayatı tehdit edici mahiyette olmalıdır.

İslam fakihleri bu durumu takiye yerine yine Kur’ani bir kavram olan ikrah kavramı altında fıkıh kitaplarında ele almışlardır. Zira 12 imam Şiiliği ayette farklı bir formuyla geçen (tukâh) takiye kavramını politik muhalefetlerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Uzun süre muhalif ve azınlık olarak yaşayan Şiiler kimliklerini korumak için gizliliğe önem vermiş ve olduklarından farklı görünmeye çalışmışlardır. Bu yaklaşım onları bir süre sonra istisnai ve birtakım şartlara bağlanmış takiye izninin kapsamını genişletmeye sevk etmiştir. Zamanla bir ahlak haline gelen takiye anlayışı Şii ilim adamlarının ahlaki güvenirliklerinin tartışmalı hale gelmesine sebep olmuştur. Bundan dolayı günümüzde bazı Şii aydınlar bu uygulamaya tamamen karşı çıkmakta bir kısmı da kapsam alanını sınıflandırarak yıkıcı toplumsal etkisini azaltmaya çalışmaktadır. Ancak azınlık ve korku siyasetinin bu önemli enstrümanı günümüz politik sahnesinde İslamcı politikacılar tarafından yeniden canlandırılmıştır. Siyaseti cihad olarak algılayan ve kendilerine taraf olmayan Müslüman çoğunluğu cahiliye toplumu olarak adlandıran İslamcılar bu söylemi rahatlıkla içselleştirmişlerdir.

Siyaset sahnesinde başarılı olan siyasi İslamcılar rakipleri tarafından takiyeci olarak suçlanıyordu. İktidara gelince takiye ahlakı yağma ve talanı meşrulaştırıcı bir fonksiyon gördü. Samimi dindarlar bu durumdan duydukları rahatsızlığı ifade ettiklerinden dolayı suçlandı ve zindanlara atıldı. Şu an Türkiye’deki İslamcı iktidar hem ekonomik hem de politik açıdan gerileme sürecine girdi. Buna paralel olarak hayal kırıklığına uğrayan gençler, takiye ahlakının sonuçlarını sorgulamaya başladı. İslamcı politikacılarla İslam’ı özleştirdikleri için de öfke ve hayal kırıklıklarını doğrudan dine yöneltmeye başladılar. Neticede politik açıdan zirve yapan İslamcılık ahlaki açıdan tam bir yıkıma sebep olmuş gözükmektedir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com