Sefer Dal, tasavvufta laubaliliğe müsamaha etmedi

TUNCAY OPÇİN 03 Şubat 2019 GÖRÜŞ

Osmanlı Tarihi’nde II. Beyazıt’ın padişahlığını “parlak başarılılarla dolu” bulmayanlara, tarihçilerin cevabı nettir: Fatih’ten sonra kim gelirse gelsin farklı olmazdı, demişlerdir. Fatih Sultan Mehmet, Doğu Roma’yı tarihe gömmüş, Osmanlı’yı gerçek anlamda bir devlet yapmış, Fetret Devri’nin izlerini tamamiyle silmiş ve imparatorluğun kurucusu ünvanını almıştır. Fatih’in entelektüelliği, devrinin en önemli dillerine vukufiyeti, sanata, sanatçıya verdiği değer gibi şahsi meziyetlerini ise konuşmaya bile gerek yok.

Benzetmek gibi olmasın, ama Muzaffer Ozak da, yolunun Fatih Sultan Mehmet’i gibidir. İlim-irfan sahibi, karizması hayli yüksek, öfkesini hikmetle süslemiş bir mürşit olarak sevenlerinin kalbinde taht kurmuştu. Bunun yanı sıra, nev’i şahsına mahsus üslubuyla, Cerrahilik’in kapılarını bu işlerle hiç ilgisi olmayan kesimlere açmıştı.

Muzaffer Ozak’ın ardından kim gelirse gelsin, işi oldukça zordu. Ancak Ozak’ın vefatından sonra Cerrahi Asitanesi’nin postuna öyle bir isim oturdu ki, hem tarikatin bağlılarını yeni bir şeyhle imtihan olmaktan kurtardı hem de mütevaziliği ve olgun kişiliğiyle, hiç tartışmasız bulunduğu makamı doldurdu. Bu isim, tanıyanların halâ hasretle andıkları Safer Dal’dı.

TERSANE İŞÇİLİĞİNDEN DERVİŞLİĞE

1926 yılında İstanbul-Suriçi’nde dünyaya gelen Dal, II. Dünya Savaşı’nın zorlu yıllarında ortaokulu yarıda bırakmış, tersanede işçi olarak çalışmış, seyyar satıcılık yapmış ve baba mesleği tatlıcılıkta karar kılmış bir isimdi. Alınteriyle, emeğiyle geçimini sağlamış, mesleğinde iyi bir noktaya gelmişti.

Ancak Safer Dal’ın hayatının gidişatını değiştiren isim Fahrettin Erenden’di.

Morevi Ailesi’ne mensup Erenden, tekkeler kapatılıp, şeyhlik ilga edildiğinde Cerrahi Asitanesi’nin başındaki isimdi. Osmanlı’yı görmüş, Meclis-i Meşayih kararıyla posta oturmuş bir isimdi. Tekkelerin kapatılmasından sonra, görevini hiç terketmemiş, müritlerini takip etmiş ve dikkat çekmeden faaliyetlerine devam etmişti.

Şeyhlerin, dervişlerin, halifelerin, sertariklerin buluşma yeri artık kahvelerdi. Fahrettin Erenden de, Asitane’nin bulunduğu Karagümrük’te, bir Uşşaki dervişinin işlettiği kahvenin müdavimleri arasındaydı. Safer Dal da, aynı semtte oturduğu ve bir arayış içinde olduğu için bu kahveye gidip gelmeye başlamış ve Erenden’i ilk defa burada görmüştü.

Ancak kendi ifadesiyle, henüz kime bağlanacağına karar verememişti. Dal’ın iyi huy ve ahlakını bilen şeyhler ise onu halkalarına almak için uğraşıyorlardı. Dal gelen davetlere, gönlü tatmin olmadığı için olumlu yanıt vermiyordu. Güvendiği bir isme, son Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi’nin yeğenine kime bağlanması gerektiğini sormuştu. O, Fahrettin Erenden’i tavsiye etmişti. Dal, aynı dönemde bir rüya görmüş, Erenden’in davetini almıştı. Buna rağmen bağlanma işini ağırdan alıyordu.

Birgün, bir cenaze merasiminin ardından Erenden’e yardım etmiş, kollarına girerek yürümesine yardımcı olmuştu. Erenden, “Davet ettim, niye gelmediniz?” demiş, ardından da Cuma günü evine beklediğini söylemişti. Dal, o gün arkadaşı “Kemal Baba”yla birlikte, Erenden’e bir ömür sürecek bağlılığın ilk adımını atmıştı.

KERBELA MEVLİDİ İÇİN İSTİFA ETTİ

Safer Dal’ın daha sonra bir vakfa dönüşecek tasavvuf müziği tutkusu Erenden’le başlamış ve müthiş bir aşka dönüşmüştü. Tasavvuf ve tarikat kültürünü en ince ayrıntısına kadar şeyhinden öğrenmiş, tekke müziği yapan isimlerle görüşmüş ve devrin teknik şartlarının zorluğuna rağmen, ilahileri kayıt altına almıştı.

O tarihlerde Haliç’te tersanede işçi olarak çalışan Safer Dal’ın işinden ayrılmasına da tasavvuf kültürüne bağlılığı neden olmuştu. Bir 10 Muharrem günü, Sümbül Efendi Camii’nde okunan Kerbela Mevlidi’ne yetişmek için izin istemiş, alamayınca istifasını vermiş ve İstanbul’un fethinden bu yana hiç kesintisiz yapılan mevlit törenine katılmıştı. Sonrasında da baba mesleği tatlıcılığa başlamıştı.

1953’te intisap ettiği Erenden, 1966’da vefat etmişti. Dal, on üç yıl boyunca, yakın arkadaşı “Kemal Baba”yla birlikte, çocuğu olmayan Erenden’in evladı olmuş, her türlü işinde yardımına koşmuştu. Dal, hayatının son demlerinde “Ben şeyhime 30 yıl yandım, siz de bir 30 yıl yanın” diyerek, Erenden’e sevgisini bağlılarına anlatmıştı.

Dal, Muzaffer Ozak’ın şeyhliği döneminde yanındaki en önemli isimdi. Ozak’ın Hac yolculuğunda, Şam, Bağdat, Kahire ziyaretlerinde, Fransa, ABD seyahatlerinde birliktelerdi. Ozak’ın da Dal’a büyük muhabbeti vardı. Dal, Kayışdağı eteklerinde bir tavuk çiftliği işine girmiş, bunun için zikir günlerinden bir süreliğine izin almıştı. Ancak bu süre Ozak için bitmek bilmemişti. En sonunda, çiftlik ilk ürünlerini verdiği gün Ozak, Dal’ı sormuş, göremeyince üzüntüsünü belli etmişti. Dal da aynı saatlerde, ürünleri kamyonete yüklemiş, müşterilere götürürken kaza yapmış ve bu olay, çiftlik işinin sonu olmuştu.

TEKKE GÜNLERİ’Nİ ÜÇE ÇIKARDI

Muzaffer Ozak, 1984’te vefat etttiğinde ailesinin ilk haber verdiği kişi, Safer Dal’dı. Ozak’ın cenazesinin techiz ve tekfininde bulunmuş, “Aşkî Azizi”ne son görevini yapmıştı. Dal, hiç tartışmasız o dönemde Ozak’ın postuna oturacak ve hiçbir halifenin itiraz edemeyeceği tek isimdi. Dal, buna rağmen tarikatinin bütün ritüellerine sadık kalmayı tercih etmiş ve 40 “manâ” görülmeden posta oturmamıştı. 39 kişi “alem-i manâ”da Dal’ın şeyhliğine işaret almıştı. Ancak bir rüya için altı ay beklemeyi tercih etmiş, daha sonra biat kabul etmişti.

Safer Dal, sevenlerinin anlattıklarına göre “hal” ehli bir şeyhti. Çok konuşmaktan ziyade, yaşantısıyla dervişlerine örnek olmuştu. Dal’a kadar “tekke günleri” Pazartesi ve Perşembe’ydi. O bugünlere Cumartesi’yi ilave etmiş ve bu günü sadece sohbete ayırmıştı. Misafirlerini, hafızları sedire oturtmuş, ama hiçbir zaman minderini terketmemiş, dervişleri için sağlığından, malından, zamanından azami ölçüde fedakârlık yapmıştı. Dal’ın şeyhliği döneminde yurtdışından dergâha çok misafir geliyordu. Dal, her gelene ikramda bulunur, bazen kitap ve kaset, bazen de tablo hediye ederdi. Tatlı dili ve hoş sohbetiyle, tekkeye gelenlerin gönüllerini fethetmişti.

Dal, tasavvufta laubaliliğe asla müsamaha göstermemişti. Yabancı misafirlerinin zaman zaman ısrarlı sorularına rağmen, İslam’ın emir ve yasaklarından taviz vermeyen, duruşu net bir isim olmuştu. Sohbetlerinde, ayet ve hadisleri evliya menkıbe ve sözleriyle açıklamayı tercih etmiş, bağlılarını hemen her sohbetinde namaz konusunda uyarmıştı.

Dal’a göre namaz, Allah’ın kişiyi dairesine kabul etmesiydi. Kişi bunu külfet olarak ele almamalı, severek kılmalıydı. Kişi, herhangi bir şekilde ibadeti aksattığında huzura niye kabul edilmediğinin muhasebesini yapmalıydı: “Acaba ben ne yaptım da Allah beni huzuruna almadı?” diye düşünmeyi salık veriyordu.

Dal, Erenden’den ve dönemin tasavvuf büyüklerinden öğrendiği kadim zikir usullerini en ince ayrıntısına kadar dergâhta talim ettirmiş, bu anlamda büyük bir kültürün kaybolup gitmesini engellemişti. Yine türbelerde yeralan destarların, usulüne uygun bir şekilde sarılmasını, muhafazasını sağlamıştı. Dal, dergâhın harcamalarında da, usul-ü kadime uymuş, yapılan her harcamayı, kuruşuna kadar kayıt altına aldırmıştı.

Beyazıt’ta tatlıcı ve düğün salonu işleten Safer Dal, maddi imkanları el verince, Beykoz-Dereseki Köyü’nde bir ev yaptırtmıştı. Dal, ömrünün son yıllarını burada geçirmişti. Şeyhlik görevleri gereği, bütün bir geceyi evrâd-u ezkarla değerlendiren Dal, ancak Kuşluk Namazı’nı kıldıktan sonra, öğleye kadar istirahat edebiliyordu.

O dönemde, Safer Dal’ın yakın çevresinde olan bir isim o günleri, “Efendiciğim vazifelerini bitirdikten sonra, kahve yaptırır, bahçe sulanırken kahvesini içer, sonra istirahate çekilirdi” diye anlatıyordu.

Ömrünün son yıllarında ciddi rahatsızlıklar yaşayan Safer Dal, 21 Şubat 1999’da Cemal Alemi’ne göçetti. Cenazenin techiz ve tekfini, gelenek üzere Nurettin Cerrahi Dergâhı’nda yapıldı. Cenaze namazı ise Fatih Camii’nde kılındı ve dergâhta sırlandı. “Himem-i âliyeleri” üzerimize sayebân olsun.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram