Ünal Tanık gazetecidir, iyi gazetecidir

SÜHAN MERİÇ 09 Nisan 2017 PORTRE

Mahpushanede tutulan 200’e yakın gazeteci meslektaşımızdan biri de Ünal Tanık. Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türköne, Şahin Alpay ve Nazlık Ilıcak’tan sonra zindana atılan yaşça en büyük gazetecilerden biri de Ünal Ağabey… İlk bakışta fark edilemez yaşı. Nitekim yediğine-içtiğine dikkat ettiğinden olacak fit halini hep muhafaza eder.

Genç ve zinde görünse de 57. yaşını 1 Şubat’ta Silivri Cezaevi’nde karşıladı. O cevval adımlarını bu defa havalandırma boşluğunun müsaade ettiği kadar atabildi. Gökyüzü ile arasına çekilen dikenli telleri adeta kesip atan o keskin bakışları ile bulutlu semaya uzun uzun baktı… Doğum günü kutlama alışkanlığı yoktu. Amma velakin yeni yaşına günlerin asra bedel olduğu mahpushanede vasıl olması hissiyatına dokundu.

Gözleri doldu. Geride kalan 56 seneyi düşündü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdiği sene (1981) kurulan Yüksek Öğretim Kurulu’na takılan asistanlık hayalinin yerine ikame ettiği gazetecilikle geçen 35 sene gözünün önünden film şeridi gibi geçti. Gazeteciliğe fakülteden hocası merhum Mehmet Çavuşoğlu’nun kefaleti ile Tercüman’da başlamıştı. Kemal Ilıcak’ın idaresinde en parlak günlerini yaşayan Tercüman Gazetesi’nde öğrendikleri çok şey katmıştı kendisine.

SAMİMİ, VEFAKÂR VE MÜTEVAZI…

Üniversite senelerinde çok çalıştığı ve yüksek notlar aldığı için arkadaşlarının, “Vay inek vay!” sözlerine nevi şahsına münhasır tebessümü ile mukabelede bulunurdu. Aynı hususiyeti gazetecilikte de devam ettirdi. Meslekî rekabetin çetin geçtiği Bab-ı Âlî’de onunla yaşıt meslektaşları Ünal Ağabey için şu üç sıfatı tereddütsüz kullanacaktır: “Samimi, vefakâr ve mütevazı…”

Bunları müteakip ‘muhafazakâr, demokrat ve hakkaniyet sahibi’ sıfatları gelecektir. Başkalarında sıfat gibi, ön isim gibi duran bu kelimeler Ünal Ağabey’in iliklerine kadar yaşadığı hakikatin ta kendisidir. Sun’i değil… Birilerinin gözüne girmek için kuru temizlemeciden ödünç alınmış elbise ise hiç değil. Bedeni, rengi, dikişi ve deseni onun şahsiyeti ile bütünleşmiş, onda hakikisi mânâ bulmuş bir duruşu ifade ediyor bu kelimeler..

Onun bu vasıflarla temayüz ettiğini farklı dünya görüşüne mensup meslektaşları da söyleyecektir. Kimseyle kavga etmemiş, melek gibi bir adam… İşte ona en çok yakışan cümle bu.

GAZETECİLİĞE DEĞER KATAN BİR İSİM

9 senelik Tercüman tecrübesini müteakip Türkiye’de TRT tekelinin kırıldığı 1990’lara mührün vuran radyoculuğa merak saldı. Akra FM’de haber programcılığı yaptı. Radyoculuğa getirdiği yeni soluk hemen fark edildi. TGRT’ye, akabinde Kanal 7’ye geçerek kariyer zincirine televizyonculuk halkasını da ekledi.

Televizyonculuğu kısa sürede sevmişti. O senelerde iddialı yapımlara imza atan Kanal 6’ya editör olarak adım attı. Haber Müdürlüğü vazifesini ifa ederken Kanal D’de Uğur Dündar’ın yönettiği Arena ekibine katıldı. Daha evvel çalıştığı müesseselere geri döndüğünde arkadaşları zaman zaman, “6 defa gittim, 7 defa geldim diyen Demirel ile mi yarışıyorsun.” latifesi ile mukabelede bulunurdu.

PATRONU DA OLSA HABER, HABERDİR

Kendi kuracağı rotahaber.com için henüz vakit vardı. Yeniden Kanal 7’ye döndüğünde düz bir haber müdürü olarak kalmadı. Her zamanki gibi bulunduğu yere kendinden birşeyler katmaktan geri durmadı. 2004’ten itibaren Haber 7 internet sitesini zirveye taşıyan isim oldu. O, kendi patronu Zekeriya Karaman’ın isminin geçtiği Deniz Feneri soruşturmasını düz haber olarak girecek kadar objektif bir gazetecidir.

17 Aralık 2013’te ortalığa saçılan yolsuzluk ve rüşvet belgeleri karşısında gazetecilik neyi icap ettiriyorsa tereddütsüz onu yaptı. Üst seviyede ahbabı, arkadaşı olan AKP’li isimlerden gelen yarı şaka yarı ciddi, ‘ayağını denk al’ ikazlarına kulak asmadı. Kurduğu rotahaber.com ile hakikatin peşinde koşmaya devam etti.

MİLYONLUK TEKLİFİ ELİNİN TERSİ İLE İTTİ

17 Aralık’ın toz dumanında yayın çizgisini değiştirmesi mukabilinde birkaç milyon liralık reklam/ilan verileceğini vaat eden arkadaşına, “Beni hiç tanıyamamışsın.” cevabını verdiğinde başına gelecekleri az çok tahmin edebiliyordu. İktidarların kendilerinin eleştirilmesinden rahatsız olduğunu bilecek kadar tecrübeliydi. Öfkeli iktidarın yapacağı ilk iş medyanın can damarını kesmek olurdu. En fazla firmaları tehdit ederler, reklamlarını keserlerdi.

Nitekim öyle de oldu. Amma velakin gelirlerini azaltmakla iktifa etmedi AKP. Kanal 7 döneminden maaile görüştüğü insanların kendisi hakkında kapalı kapılar ardında tezvirata başlayacağına hiç ihtimal vermemişti. Söyledikleri gibi Gülen Cemaati ile herhangi bir bağı yoktu. Olsa ne yazardı. Solcu, komünist, ateist arkadaşları olduğu gibi cemaatten de arkadaşları vardı.

“Eğer birilerinin iddia ettiği gibi Hizmet Hareketi/Gülen Cemaati’nin arkasında CIA ya da MOSSAD olsaydı bırakın bugünkü zulümleri yapmak cemaatin kılına dokunamazlardı. Benim cemaatin geçmişteki bazı hatalarına dair şerhlerim var. Fakat bu eleştirilerim mazlumiyeti görmezden gelmemi gerektirmiyor.” sözlerinin çok yukarılarda birilerini çileden çıkardığını duyduğunda yine tebessüm etti. Aldırmadı, inandığı yolda yürüdü.

YETİŞTİRDİKLERİ LÜKS VİLLALARA TAŞINIRKEN O ARSASINI SATTI

Mali dar boğaza girince elde avuçta ne varsa sattı, bütün birikimini yatırdığı zeytinliği de sattı. Elinde kalanları Rotahaber’deki mesai arkadaşları ile paylaştı. Kanal 7’de çırak olarak yanına aldığı, yetiştirdiği insanların lüks villalara taşındığını duydukça derin bir teessür duyuyordu. İktidarın vaat ettiği zenginliğin meşruiyeti olmadığını biliyordu. Üç evladına ve eşi Muhterem Hanım’a haram lokma yedirmemeye söz vermişti. Bile bile böyle bir zillete düşmektense aç kalmayı göze aldı.

15 Temmuz 2016 akşamında askerlerin Boğaziçi Köprüsü’nün bir tarafını trafiğe kapatmasına ilk dakikadan itibaren karşı çıktı. 12 Eylül’ü üniversite çağında bizzat yaşamış, yakın tarihi en iyi bilen gazetecilerden biri olarak o akşama dâir hâlâ cevapsız kalan sualleri elbette var. Bu demokrasi vurgusu yapmasına mani değil ki!

Nasıl mazlumiyeti gördüğü anda cemaati desteklediyse içinde kimlerin olduğunu bakmaksızın darbe teşebbüsüne karşı da tereddütsüz hükümetin yanında saf tuttu. Hükûmete matuf eleştirileri mahfuz kalmak kaydı ile Türkiye’nin meselelerinin demokrasi zemininde çözülebileceğine inandığını ve darbenin kabul edilemez olduğunu söyledi. Aksini hayal bile edemezdi.

Ömrünü Türkiye’nin demokratikleşmesine adamış bir gazeteciydi o. Nesil Yayınları’ndan çıkan ‘Ergenekon Gölgesinde Siyaset Oyunu’ isimli kitabında askerî vesayetin Türkiye’ye çıkardığı faturayı resmetmeye çalışmıştı.

GAZETECİLİK MAHPUS

Ünal Ağabey kendisi ile beraber 29 gazeteci ile 24 Nisan’da ilk kez mahkeme heyeti karşısına çıktı. 5 gün devam eden mahkemede ‘iddianame’ diye okunan metin Temel Hukuk dersinden geçer not alamayacak kadar berbat bir metinden ibaretti. Savcı delil bulamayınca niyet okuyarak suçluluğu ispat etmeye çalışmış…

Kendisini terör örgütü üyeliği ile itham eden savcı, attığı tweetlerden ve yazdığı makalelerden başka delil gösteremediği halde ilk duruşmada tutukluluğunun devamına karar verilen 5 gazeteciden biriydi.

11 bin kişiden Caprice Gold Oteli için 1 milyar TL topladığı halde tapuları teslim edemeyen ve 2 bin 700 sene hapis talebi ile yargılanan Fadıl Akgündüz’ün tahliye olduğu gün Ünal Ağabey ve dört gazeteci, Silivri’ye geri gönderildi. Koğuş arkadaşlarına çok belli etmese de adalete duyduğu itimat bir kere daha zedelenmişti. Yine de üzüntüsünü bir kenara bırakmıştı.

 GENÇ GAZETECİLERİN TAHLİYESİ İLE TESELLİ BULACAKTI Kİ…

Kendisinden daha genç 21 meslektaşının hürriyetlerine, çok özledikleri anne babalarına, çocuklarına, eşlerine kavuşacak olması ile teselli bulmuştu. Elinde büyümüş bazı gazetecileri son üç senede tanıyamıyordu. Kalemlerinden kandan damlayan bu eski dostlar, 21 gazeteciyi tahliye eden mahkemeyi de hedef gösterdiğinde en derin acıyı yaşadı. Biliyordu ki bu isimler paralı askerlerdi. Onlar bir yerlerin sözcülüğünü yapıyordu.

Maalesef korktuğu gibi oldu. Tahliye kararı tıpkı Hidayet Karaca ile polislerde olduğu gibi icra edilmedi. Savcı, tutuklu 21 gazeteciyi yeniden gözaltına aldı!

Yeni Türkiye’de adalet bizzat adaleti tecelli ettirmekle mükellef hâkim ve savcılar marifeti ile dinamitleniyordu. Cem Küçük, Ersoy Dede, Fatih Tezcan, Ahmet Hakan, İsmail Saymaz kendilerini mahkeme yerine koyup “Tahliye kararı yanlış, gereğini biz yaparız.” demişse mevzu kapanmıştır.

TANIK OLMADAN BU KARANLIK GÜNLER YAZILAMAZ

Dışarıda olsaydı birkaç kişiye son bir telefon daha açmak isterdi. “Bu doğru değil. 28 Şubat mağduru insanların başka mağduriyetlerin müsebbibi olmaması lazım.” ikazında bulunabilirdi. Bundan ötürü kendisine varsın “şucu” “bucu” yaftaları yapıştırılsın o bildiği doğruları söylemekten geri durmadı, duramazdı…

Bu karanlık günlerin tarihi yazılırken Ünal Tanık’ın da söyleyecek çok sözü olacak. Kaderin cilvesine bakın ki soy ismi sanki bu karanlık günlerin canlı tanığı olacağının işaretiymiş. O mazlumiyete tanıklık etti ve zulmün karşısında dimdik durdu.

Çünkü Ünal Tanık gazetecidir, iyi bir gazetecidir…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com