Germiyan şehrinin hezarfanı: Ahmet Yakupoğlu

Her ikisi de Kütahya’ya derin bir aşkla bağlanmış Sıtkı Olçar ve Ahmet Yakupoğlu, Kütahya’da farklı ekolleri temsil ediyorlardı. Olçar, İstanbul-Ankara sosyetesinin tanıdığı, sevdiği ve el üstünde tuttuğu bir isimdi. Yakupoğlu ise, muhafazakârların sanat duyarlılığı olan isimlerince takdir ediliyordu. İki ismin bu farklılıkları Kütahya’ya da yansımıştı.

TUNCAY OPÇİN 14 Ocak 2018 PORTRE

Bazı şehirler şanslıdır, onları yazılarına konu eden yazarlar vardır. Bazı şehirlerin şansı ise sanatçılarıdır. Sokaklarında dolaşırlar, evlerinde yaşarlar ve buradan aldıkları ilhamları eserlerinde ortaya çıkartırlar. Bu şanslı şehirlerin başında hiç şüphesiz Kütahya geliyor. Kamuoyunun Sıtkı Usta diye bildiği Sıtkı Olçar gibi bir hemşehrisi vardı ve pek çok isim gibi, ben de Kütahya’yı Usta’yla tanıdım.

Olçar’la 1996’nın kasvetli bir kış gününde tanışmış, sonrasında sergilerinin ve atölyesinin müdavimi olmuştum. Bulduğum hemen her fırsatta Kütahya’nın yolunu tutuyordum. Şehir münbit bir yerdi ve bağrında Sıtkı Usta gibi pek çok sanatçı yetiştirmişti.

Hiç şüphesiz bunlar içerisinde en meşhuru Ahmet Yakupoğlu’ydu. 1973’te yaptırttığı Çinili Cami’nin bahçesindeki evinde oturmuş, Yakupoğlu’nun resimlerini büyük bir hayranlıkla seyretmiştim. 1920 doğumlu Yakupoğlu, tanıştığımızda 70li yaşlardaydı ve yılın önemli bir bölümünü İzmir’de geçiriyordu. Bu bilgiye sahip olmadan yanına gitmiş, sedirli, salonu havuzlu bir Kütahya evini görme şansı bulmuştum.

BİR KOLTUKTA PEK ÇOK KARPUZ

Yakupoğlu’nun evinin neredeyse bütün duvarları tablolarla kaplıydı, Yaşadığı şehrin bütün tarihi mekanlarını, tabiatını, mesire yerlerini resmetmiş, İstanbul’da da Boğaziçi’ni çalışmıştı. Evinde, yaptırtmış olduğu camide, fırçasıyla büyük emek vererek ortaya çıkardığı tablolarında bir tarz, stil vardı.

Bu tarzı İstanbul’da eğitim aldığı Güzel Sanatlar Akademisi’nde kazanmıştı.

Ahmet Yakupoğlu, lise yıllarında Kütahya’yı ziyaret eden Süheyl Ünver’le tanışmış, onun yönlendirmesiyle akademi sınavına girmiş, olağanüstü resim yeteneği sayesinde sözlü sınavı atlayarak, okula kayıt olmuştu. Okula kayıt için fotoğraf gerektiğini söylediklerinde, tuvalet aynasında, kısa bir süre içerisinde, fotoğraf ebadında otoportresini yapmış, fotoğraf yerine bu resmi vermişti.

Ahmet Yakupoğlu, akademide ünlü ressam Feyhaman Duran atölyesine dahil olmuş, bir yandan da Sühely Ünver’den tezhip ve minyatür öğrenmeye başlamıştı. O tarihlerde Anadolu’dan İstanbul’a eğitim için gelen öğrencilerin kaldığı, Fatih Medresesi’ne yerleşmişti. Yakupoğlu, belli ki muhafazakâr bir öğrenciydi ve Ünver’in kanatları altında, eğitimini tamamlamayı başarmıştı.

Resim, minyatür ve tezhibin yanısıra müziğe merak sarmış, Halil Dikmen’den ney, Süleyman Ergüner ve Nurullah Kılınç’tan müzik dersleri almıştı.

Yakupoğlu, tartışmasız çok yetenekli bir sanatçıydı ve bunu tablolarında da büyük bir vukufiyetle ortaya koymuştu. Modanın değil, klasiğin peşinden gidiyor ve birebir tabiatı resmediyordu. Figürden, muhtemelen dini inançları yüzünden uzak durmuştu.

SÜHEYL ÜNVER’İN İZİNDE

Yakupoğlu, İstanbul’da kaldığı taktirde çok daha geniş bir kitleye ulaşabilecek ve sanatında başka bir yol izleyebilecekken, Kütahya’ya dönmüştü. Büyük bir aşkla sevdiği Kütahya’da Vacidiye Medresesi’nin müzeye dönüştürülmesinde görev almış, dört yıl burada çalışmıştı. Yakupoğlu, sabır ve azimle Kütahya’da bir sanat muhitinin oluşmasına öncülük etmişti. Kırka yakın neyzen yetiştirmiş, akademide öğrendiklerini isteyen herkese seve seve öğretmişti.

Bir taraftan da hocası Süheyl Ünver’le temasını hiç koparmamıştı. Yakupoğlu, her zaman muhafazakâr kesimlerin tanıdığı, bildiği, sevdiği bir ressam olmuştu. Burada hiç kuşkusuz en önemli rol Ünver’e aitti. Yine Kubbealtı Camiası yani Kenan er-Rıfai-Samiha-Ekrem Ayverdi ekolü Ahmet Yakupoğlu’nu büyük bir şevkatle bağrına basmıştı.

Sol düşüncenin hakim olduğu bir dönemde, sağdan özellikle de İslami hassasiyetleri olan bir kesimden Ahmet Yakupoğlu’nun yetişmesi, eserler vermesi 1960lar Türkiye’si için oldukça şaşırtıcıydı. Ahmet Bolak’ın sahibi olduğu Türk Petrol kendi adıyla bir vakıf kurmuş, beyin avcısı Fethi Gemuhluoğlu’nun bulduğu nitelikli öğrencilere burs vererek yetişmelerine önayak olmuştu. Vakıf aynı zamanda “mesen” görevini üstlenmiş, o dönemde kimsenin yüzüne bakmadığı geleneksel sanatları da desteklemişti.

Aydın Bolak, çok ciddi paralar harcayarak, geleneksel sanatlarda faaliyet gösteren sanatçıların eserlerini satın almıştı. Türk Petrol Vakfı’nın neredeyse bir müze oluşturabilecek büyüklükteki, önemli koleksiyonu bu sayede oluşmuştu. Vakfın eserlerini topladığı isimler arasında Ahmet Yakupoğlu da bulunuyordu. Yakupoğlu’nun Boğaziçi resimlerini topladığı albümü de Türk Petrol Vakfı yayınları arasından çıkmıştı.

Yakupoğlu tuvaliyle Kütahya sokaklarına, kırlarına, dağlarına çıkmış ve orada resimlerini yapmıştı. Böylece iki bin eser vermişti. Gelen talebe göre, bu tabloları tekrar tekrar çalışmıştı. Resimlerini ilk başta kendi adına kurmuş olduğu bir vakfa bağışlamıştı. Ancak ömrünün son yıllarına doğru, bu vakfı lağvetmiş ve bütün resimlerini Dumlupınar Üniversite’ne vermişti.

Yakupoğlu’nun bu bağışta aradığı tek şart, eserlerinin sergi dışında Kütahya dışına çıkartılmamasıydı. Yine binlerce kitaptan oluşan sanat kitaplığını ve evini de üniversiteye bağışlamıştı.

ARALARI ZAMANLA AÇILMIŞTI

Her ikisi de Kütahya’ya derin bir aşkla bağlanmış Sıtkı Olçar ve Ahmet Yakupoğlu, Kütahya’da farklı ekolleri temsil ediyorlardı. Olçar, İstanbul-Ankara sosyetesinin tanıdığı, sevdiği ve el üstünde tuttuğu bir isimdi. Yakupoğlu ise, muhafazakârların sanat duyarlılığı olan isimlerince takdir ediliyordu. İki ismin bu farklılıkları Kütahya’ya da yansımıştı.
Olçar’ın Süleyman Efendi talebelerine yakınlığı bile Yakupoğlu’nun bakışını değiştirmemişti. Yakupoğlu, Kütahya’da varolan her türlü güzelliğin Kütahya’da kalmasını istiyordu. Olçar ise hem çinileriyle hem de yöresinde topladığı eserlerle koleksiyonerleri teşvik ediyor, yeni koleksiyonerlerin yetişmesini istiyordu. Yakupoğlu, Olçar’ın Kütahya için yaptıklarının farkındaydı. Ancak hiçbir zaman Sıtkı Usta’nın yanında yeralmadı.

Olçar da Yakupoğlu’nun şehirdeki ağırlığının ve saygınlığının farkındaydı, ama eleştirilerini hiçbir zaman saklama gereğini duymadı. Aynı tablodan birden fazla üretmesini doğru bulmadığını her fırsatta söyleme ihtiyacı hissediyor, hatta bunu yaptığı için Yakupoğlu’nu sanatçı olmamakla itham ediyordu. Kütahya’yı çok seven iki isim, açıktan hiçbir zaman karşı karşıya gelmeseler de, birbirlerini eleştirmekten geri durmuyorlardı.

Ahmet Yakupoğlu 2 Ekim 2016’da hayatını kaybetti ve çok sevdiği şehrinde toprağa verildi. Yaptığı tablolar ise, Kütahya’nın tarihi dokusunu sonsuza taşıyacak…

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com