Etyen Mahçupyan: Laik kesim kendi uyguladığı şiddetle hiç yüzleşmedi

Etyen Mahçupyan: "Darbelerle de hesaplaşmalısınız çünkü o da şiddetti. Belki biraz ağır olabilir ama laik dediğimizde, kendi uyguladığı şiddetten rahatsız olmamış bir kesimden bahsediyoruz. Batı dünyası kendi uyguladığı şiddet ile hiç yüzleşmiyor. Türkiye’deki laik kesim de biraz bu batılılar gibi."

KRONOS 16 Ocak 2024 GÜNDEM

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde başdanışmanlık yapan, gazeteci-yazar Etyen Mahçupyan, AKP’nin Türkiye’yi kaliteli hale getirme fırsatını kaçırdığını, muhalefetin de yeni bir vizyon geliştiremediğini söyledi.

Türkiye’de laik kesimin kendi uyguladığı şiddetle yüzleşmediğine dikkat çeken Etyen Mahçupyan, “Darbelerle de hesaplaşmalısınız çünkü o da şiddetti. Belki biraz ağır olabilir ama laik dediğimizde, kendi uyguladığı şiddetten rahatsız olmamış bir kesimden bahsediyoruz. Aynen Avrupalılar gibi bir durum. Batı dünyası kendi uyguladığı şiddet ile hiç yüzleşmiyor, bugüne kadar da hiç yüzleşmedi. Türkiye’deki laik kesim de biraz bu batılılar gibi. O da şiddeti meşrulaştırıyor” dedi.

Karar TV’ye konuşan Etyen Mahçupyan’ın değerlendirmelerinden öne çıkanlar şöyle:

“Kaçan bir fırsat var, Ak Parti’nin kuruluşunda da bu fırsatın ne kadar iyi görüldüğünü ben bizzat yaşadım. Çok açık söylemek istersek bu fırsat, kaliteli hale gelme fırsatıdır. Kaliteyi çok geniş olarak yorumluyorum. Şöyle ki dindarlar, Kemalizm’in çökmesiyle, 28 Şubat ile ortaya çıkan büyük boşlukta yeniden bir arayışın mümkün olduğunu gördüler. Ve burada batı referansları ile çok fazla haşır neşir olan yeni bir dindar nesil ortaya çıktı. Bunların ittirmesiyle ya da kuşatmasıyla diyelim Refah Partisi’nden ayrılanlar oldu, yeni parti kuruldu, yepyeni bir anlayış ortaya çıktı. Buradaki psikolojik arka plana baktığım zaman şunu görüyorum, dindar kesim o zamana kadar devlet tarafından ezilmişti, kültürel hegemonya vardı ve hala var. Fakat aynı zamanda bir şekilde kendi ezilmişliğini bir taramadan geçirdi. Yani o mukayeseleri yapmıştı. Nasıl yapmıştı? 60’lardan bu yana Avrupa’ya gidiyoruz. Almanya’ya giden işçiler orayı gördü, binaları, teknolojiyi gördü. Bizim kalitesiz olduğumuzu dindarlar laiklere kıyasla çok daha rahat bir şekilde söyleyebildiler. Bu aranın kapatılarak bir adım atılması, doğruların yapılması ve bu eksiklerin giderilerek dünyada yer edinilmesi bir ideal olarak ortaya çıktı. Bütün bu yurt dışında okumalar, özellikle dindar kesimin o dönemde yeni iş kollarına girmesi, baş örtüsü hareketi var, ailenin çekirdek aile haline dönüşmesi meselesi var, kentleşme var. Tüm bunların içerisinde bir büyük yığınsal olaydan bahsediyoruz. Bu yığın kendi gündelik hayatından başlayıp en büyük ideallere kadar bir bütünlük halinde kalite sıçramasının olabileceğini hayal ediyordu. Mesela AB üyeliği için uğraş vermek, çok kritik bir olay, kritik bir tercihti.

Sonuçta her açıdan duvara çarpıp geriye doğru, tırnak içerisinde ‘öze doğru’ dönüşe geçildiği zaman da bütün bu fırsat kaybedildi. Ve o noktada Ak Parti’de cemaatçi bakış ağır bastı. Bu kaliteli olma fırsatının insanları tasfiye oldu, bunun arka plandaki sosyal yapısı, sivil toplum kuruluşları önemini kaybetti. Bütün bu tezleri savunanlar kendi kabuklarına çekildi. Ana akım, damar da yeniden cemaatçi çıkarları önemsemeye başladı çünkü iktidarda ve ayakta kalmak en önemli şey haline geldi. Bunun bir zaman aralığı var ve bu aralıkta Tayyip Erdoğan adım adım tek lider haline geldi. Yoksa her zaman bir liderdi ama eşitlerden birisiydi.

‘ORDU İTTİHATÇI OLDU’

Bütün bu olayların içerisinde siyasi olanın çok cılız olduğunu düşünüyorum. Siyasi olan kendiliğinden çıkıyor. Siyasi analiz yaparak bu tür tavırların oluştuğunu hiç sanmıyorum. Eğer biraz mantıklıysanız zaten siyasi analiz yapsaydınız bu tür tavırlar oluşmazdı. Burada psikoloji çok kritik bir şey. Laik kesim olarak gelmişsiniz ve ülkenin kurucu cemaatisiniz. Doğruyu biliyorsunuz, Türkiye’de bir cahil bir kesim var. Eğitim ve modernlik ile bu sorunun çözüleceğini düşünüyorsunuz. Ve bunun da biraz dinden uzaklaşma olarak gerçekleşeceğini hayal etmişsiniz. Bunun da kontrolünü orduya vermişsiniz. Ve ordunun da belirli aralıklarla darbe yapması şeklinde yürümüş uzun bir dönem var. Bu dönem bitiyor. Dindar kesimden gelen insanlar iktidar oluyor. Yetmiyor siyaset ile devlet bütünleşiyor. Şu andaki ordu artık laik kesimin bildiği ordu olmaktan çıkıyor. Benim tabirimle ittihatçı bir orduya dönüşüyor. Dindarlığı da içeren Türk ordusu kavramı öne çıkıyor. Üstelik bunun üzerine parlamentonun çok zayıf ve bir liderlik siyasetinin olduğu Cumhurbaşkanlığı sistemi de var.

Laik kesim açısından düşünüyorum ‘Şu anda, devlet artık benim yanımda değil ve bunu itiraf etmek konusunda da zorlanıyorum, beni daha da aşağıya çekecek bir olay’ gibi depresif durum, şu anda dışa doğru bir enerji ve öfke üretmiş durumda. Ve tepki olarak da ‘Gerçekten de esas mesele, sorun dindarlar’ diyorlar ama laik kesim ‘Esas mesele devlet’ diyemez, bu entelektüel derinlik ve hesaplaşma, yüzleşme gerektiriyor. Onu yapamayacaksanız bu Suudi Arabistan olayında olduğun gibi ‘Onlar dindarlar, Atatürk’ü sevmiyorlar çünkü o laikti’ diyorlar. Bunun üzerine çok düşünmüyorlar ve hemen bir kararları olsun istiyorlar. Laikler düşünce özgürlüğünü savunması gereken bir kesim ise o zaman hilafet isteyenleri de düşünce özgürlüğü açısından savunuyor olmaları lazım. İçerik açısından baktığımız zaman da, bu hilafet isteyenlerin şu anki rejim ile pek bir alıp veremedikleri yok. Çünkü hilafet olayı çok başka bir geleneğin içerisinden geliyor. İlla dindarlık ya da Müslümanlık ile de alakalı değil. Fakat bir cemaat ve etik ile ilgili aslında. İktidara karşı bir gruptan bahsediyoruz aslında, böyle bile baksanız bir yerde durmanız lazım.

Şimdi yumruk atana destek verdiğiniz zaman şiddete destek vermiş oluyorsunuz. Şiddete destek verme durumuyla da hesaplaşmak durumundasınız. O zaman darbelerle de hesaplaşmalısınız çünkü o da şiddetti. Belki biraz ağır olabilir ama laik dediğimizde, kendi uyguladığı şiddetten rahatsız olmamış bir kesimden bahsediyoruz. Aynen Avrupalılar gibi bir durum. Batı dünyası kendi uyguladığı şiddet ile hiç yüzleşmiyor, bugüne kadar da hiç yüzleşmedi. Türkiye’deki laik kesim de biraz bu batılılar gibi. O da şiddeti meşrulaştırıyor. Çünkü temelde kendisini içerik olarak haklı ve doğru pozisyonda görmesi, yeri geldiğinde şiddet de uygulayabileceği fikrine yakın. O zaman asimetrik bir durum varsa, haklıyı savunan şiddet uygulayabilir diyorsunuz ama haklıyı siz belirliyorsunuz.

‘RESMİ İDEOLOJİDE ÇÖZÜLME VAR’

Yani çünkü dünyadaki çözülme dediğimiz şey Türkiye’de de var. Ülkede Kemalizm’in etkisi çok fazla yok. Dolayısıyla resmi ideoloji, planda bir çözülme var. Buraya giren yeni aktörlerin de kendilerine göre bir meşruiyetleri var. Onlar da kendi ideolojileri üzerinden aynı şeyleri üretiyorlar. Dolayısıyla onların, iktidarın da bakış açısından, kendilerini şiddet uygulamakta çok garipsemiyor.

Ortak norm kalmadığı zaman, birlikte yaşama arzusu zaten yoktu. Şimdi bu daha da yüzeysel karşılıklı tepkiler halinde kendini gösteriyor. Birbirlerinin alanına girme meselesi var. Dolayısıyla tepkilerin sağlıklı sağduyulu değerlendirmelerden daha öne çıktığı, daha tahrik ve teşvik eder hale geldiği bir dünya ve bunu tamamlayan sosyal medyanın sokak izlemesi var. İki tarafta da birçok insan bunları irdeleme ve doğrulama gereği duymadan üzerine atlıyor. Zaten bir inançları var bunun değişmesini istemiyorlar. Bunu değiştirebilecek akil bir yapımız yok.

‘NE YAPACAĞINI BİLMEYEN YÜZDE 10’LUK KESİM VAR’

Şimdi bu ittifaklar çok pragmatikti. Yani hem aralarındaki ikili ilişkiler bakımından hem de altılı masa olarak baktığımız zaman durum böyleydi. Sonuç olarak hükümeti devirmek ve iktidar olmak için yapılmış bir ittifaktı. Seçime gidiyorsunuz ve kendinizi sınıyorsunuz. Ve ittifak işe yaramıyor çünkü ittifakı böyle yaparsanız aslında yaramıyor. Başka türlü yapsaydınız yara mıydı? Onu bilmiyoruz, belki yarardı belki de yaramazdı. İttifakı bu şekilde yaptıklarında işe yaramayacağını 1-2 sene önce pek çok insan söylüyordu. Çünkü Türkiye’de bir yeniden inşa var Ak Parti açısından. Buna alternatif bir şekilde Türkiye’nin konumu ve vizyonu hakkında başka bir anlayış geliştiremezseniz o zaman sadece iktidar karşıtlığının oyunu ölçmüş oluyorsunuz. Ortada ne yapacağını bilmeyen yüzde 10’luk bir kesim var. Bu insanlar sadece bir şeye karşıtlığa oy vermiyor. Dolayısıyla bu kesim bakıyor ve ‘Muhalefet ne yapacağını da çok bilmiyor, tam olarak anlaşamıyorlar. Bunlar iktidar olsa çok daha kötü olur’ şeklinde düşünüyor.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram