Atatürk’ün ‘kayıp’ manevi çocuğu

TUNCAY OPÇİN 13 Ocak 2019 GÖRÜŞ

Düzenli kitap okuruysanız, farketmişinizdir: Yaz aylarında pek fazla yeni kitap yayınlanmaz. Yayınevleri hazırlıklarını, okulların açılmasını baz alarak yaparlar. Bu da kaba taslak Ekim ayını bulur. Mayıs sonunda da yayıncılar, yaz moduna geçerler. Hele hele yeni çıkacak süreli yayınlar, mutlaka sonbaharı beklerler.

Okur yaz tatilinden dönecek, öğrenciler, öğretmenler okullarına kavuşacak, üniversiteler açılacak ve piyasa hareketlenecek. Yıl oniki ay olsa da, yayıncının takvimi azami sekiz aydır. Bu teknik bilgileri size niye verdim? Tabii ki yeni bir girizgâh yapmak için. Chronicle’ın yayın hayatına nasıl ve kimlerle başladığını, bu başlangıcın dergiye nasıl bir dosya kazandırdığını anlatmak istedim.

“Hayatın Seyir Defteri” lejantıyla yayın hayatına başlayan Chronicle, üç ayda bir yayınlanacaktı. Dergi biyografi ve mikro tarih çalışmaları yayınlamak için tasarlanmıştı. Kapağında Osman Hamdi’nin bulunduğu ilk sayısı 2005 yazında okurla buluştu. Birbuçuk yıl işsiz kalmanın hırsıyla, sonbaharı beklemeden yaz ortasında dergi çıkarmıştım.

ATATÜRK’ÜN MANEVİ OĞLU

Derginin benim siyasi kimliğim ve dini aidiyetimden etkilenmemesi için de azami dikkat göstermiştim. Yayın kurulunda ve yazı aldığımız isimler arasında her görüşten isim vardı. Böylece Türkiye’deki bütün renk ve kimlikleri dergiye taşımak istemiştim. Şüphesiz bunlar arasında en ilginçlerinden bir tanesi, Korkut Erkan’dı.

Erkan, efemera koleksiyonu yapan, Koleksiyonerler Derneği üyesi, Ankaralı bir sahaftı. Sıkı bir Kemalist olan Erkan’la yine koleksiyoner bir çift Aybala-Dr. Nejat Yentürk çifti sayesinde tanışmıştım. Yentürk’lerden yazı almak istemiştim. Teklifimi kabul ettikleri gibi, Korkut Erkan’ın da birikimli bir isim olduğunu, dosya teklifiyle gidebileceğim söylemişlerdi.

Korkut Erkan’dan, Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’yı anlatan bir yazı istemiştim. Ancak sohbet etmeye başlayınca ve dergi Erkan’ın gözünde şekillendikçe yeni konular teklif etmeye başladı. Bunlar içinde hiç şüphesiz en heyecan verici olanı Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi oğlu Abdurrahim Tuncak’tı.

Erkan, Tuncak’ın fotoğrafını göstermiş ve adını yıllar önce Cemal Granda’nın kitabında okuduğumu daha sonra hatırladığım bu kişinin hikayesinin son derece ilgi çekici olduğunu söylemişti. Korkut Erkan, Abdurrahim Tuncak’ın Atatürk’e inanılmaz benzerliğine dikkat etmemi istemiş ve bunun dergi için iyi bir dosya olacağını belirtmişti.

Türkiye kamuoyunun aklına, “Atatürk’ün manevi çocukları” denilince Afet İnan, Sabiha Gökçen ve Ülkü Adatepe dışında bir isim gelmiyordu. Bu çocuklardan da o tarihlerde sadece Adatepe hayattaydı. Oysa Abdurrahim Tuncak, 1998 Aralık’ında hayata veda etmiş bir isimdi, ama dar bir çevre dışında hiç kimse tarafından tanınmıyordu.

ZÜBEYDE HANIM BÜYÜTTÜ

Atatürk, Tuncak’ı 1911 yılında evlat edinmiş ve ailesinin yanında bırakmıştı. Tuncak, Zübeyde Hanım’a emanet edildiğinde henüz üç yaşındaydı. Atatürk’ün ailesi o yıllarda Beşiktaş-Akaretler’de oturuyordu. Sonrasında ise Şişli’ye taşınacaklardı. Tuncak, 73 yaşına kadar hiç kimseye röportaj vermemiş. İlk ve son röportajını ise Mete Akyol’la, 1981’de yapmış.

Milliyet’te yayınlanan röportajda Tuncak, Zübeyde Hanım’a anne dediğini ve anne bildiğini söylüyor. Kurtuluş Savaşı’nın bitiminde ise Tuncak, Atatürk’ün anne ve kızkardeşiyle birlikte İzmir’e gitmiş. Burada Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın ailesinin sıcak ilgisiyle karşılaşmışlar. Zübeyde Hanım’ın vefatından sonra Atatürk, küçük Abdurrahim’i Ankara’da karşılayacak ve “Çocuğum ikimiz de annesiz kaldık” diyecektir.

Abdurrahim Tuncak, üzerinde üç kadının büyük emeği olduğunu söylemiş Mete Akyol’a: Zübeyde Hanım, Makbule Hanım ve Fikriye Hanım. Hayata intihar ederek veda eden Fikriye Hanım için, “Atatürk’ün ilk eşi” ifadeleri de aynı röportajda Tuncak’a ait. Atatürk, Tuncak’ın eğitimi ile bizzat meşgul olmuş. Ankara’nın en önemli lisesi Taş Mektep’ten mezun olduktan sonra eğitimine yurtdışında devam etmesi uygun görülmüş ve Almanya’ya gönderilmiş.

1937’ye  kadar Almanya’da öğrenim gören Tuncak, Savarona yatının alımlarında tercümanlık yapmış. Türkiye’ye döndüğünde Ankara Elektrik ve Hava Gazı İşletmeleri’nde çalışmaya başlamış. İkametgâhı ise İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı, Ankara’da ise Çankaya Köşkü’ymüş. Tuncak, Atatürk’ün vefatının ardından Makbule Atadan’ın himayesine girmiş.

Atadan, önce Tuncak’ı evlat edinmek istemiş. Ancak aralarındaki yaş farkının az olmasından dolayı bu isteği gerçekleşmemiş. Bunun üzerine Makbule Atadan, Abdurrahim Tuncak’ın karısını evlat edinmiş. Böylece Atadan’ın vefatından sonra içinde Kuruçeşme’de bir yalının da bulunduğu malvarlığı Tuncak’a geçmiş.

GENELKURMAY BAŞKANI ZİYARET ETTİ

Atatürk’ün vefatının ardından Çankaya Köşkü’nden nazikçe uzaklaştırılan Tuncak karşımıza bu defa 10 Kasım 1953’te çıkacaktır. Atatürk’ün nâşı, Etnografya Müzesi’nden alınarak Anıtkabir’e nakledilmiş, cenazenin defni sırasında kabir odasına alınan on kişi arasında Abdurrahim Tuncak da bulunmuştur.

Tuncak, 1973’te EGO’dan emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleşmiş ve uzun yıllar boyunca sessiz-sedasız bir hayat sürmüştür. Ancak Tuncak’ın varlığından haberdar olan dar bir çevre tarafından hem sevilmiş hem de sık sık ziyaret edilmiştir. Tuncak’ı tanıyanların anlattığına göre, görevi sırasında Genelkurmay Başkasın Org. Necip Torumtay, Tuncak’ı ziyaret etmiş ve gözyaşları içerisinde elini öpmüştür.

Atatürk’ün özel mirası, önce Makbule Atadan’a ardından da Tuncak’a geçmiştir. Aynı şekilde Zübeyde Hanım da, mirasında Tuncak’a unutmamıştır. Ailenin yadigarları ise Abdurrahim Tuncak’tadır. Talat Paşa’nın Atatürk’e Çanakkale Savaşı sonrasında hediye ettiği halı, Zübeyde Hanım’ın Kur’an-ı Kerim’i ve seccadesi Tuncak’a verilmiştir.

Abdurrahim Tuncak, geniş kitleler tarafından tanınmasa da Başkent Üniversitesi hatırasını yaşatmak için adına “Abdurrahim Tuncak Atatürk Müzesi” açmış ve Atatürk Ailesi’nden kalan eserleri bu müzede sergilemeye başlamıştır. Atatürk’ün boşandığı eşi Latif Uşaklıgil’in yeğeni Mehmet Sadık Öke, Tuncak’ı Atatürk’ün Fikriye Hanım’dan olan oğlu diye anlatmakta, teyzesinin böyle söylediğini iddia etmektedir.

Abdurrahim Tuncak’ın adı şimdi bir müze ve iki evladında yaşıyor. Bütün bir ömrü “sükut orucu”yla geçiren Tuncak, sırlarıyla hep konuşulmaya devam edecek…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com