Bir Abdülkadir Selvi portresi: Abdülkadir Şam’da kebapçıymış…

Demem o ki, Abdülkadir Selvi aslında Erdoğan’ın bütün Türkiye’yi dönüştürmeye çalıştığı prototiptir. Yargılama, sorgulama, karnın doyuyorsa, cebin doluyorsa itiraz etme. İtiraz edeni düşman bil. Düşman bildiğine yapılanı hiç görme. Selvi budur!

FİKRİ DOĞAN 09 Ocak 2022 PORTRE

Gazeteci Abdulkadir Selvi

Rachid Taha’nın Abdel Kader diye bir şarkısı vardı zamanında. Hafızam beni yanıltmıyorsa 1994-95 gibi çıkmış, dünya müzik piyasalarını alt üst etmişti. O şarkı Cezayirli halk kahramanı Abdul Kader için yazıldığını sandı insanlar ama Aldülkadir Geylani için yazılmıştı. Sonra Nejat Uygur’un çocukları bu şarkıyı tiye alan bir şarkı yaptı aynı müzikle. Sözleri aşağı yukarı şöyleydi:

Abdülkadir Şam’da kebapçıymış zamanında,

Arkadaşı varmış onun Unkapanı’nda.

Kalkmış gelmiş İstanbul’a sanatçı olmaya,

Abdülkadir başka yer mi yok şarkıcı olmaya?

Abdülkadir bir sen eksiktin homojen olmayan,

Madem buraya kadar geldin, buyurun Avrupa’ya.

Abdülkadir, Rami’ye ya da Unkapanı’na gidelim;

Ya rock söyleyeceğiz ya da hicaz vallahi aç kalacağız.

Uygur kardeşleri tebrik edeyim en baştan. Sözlerini biraz değiştirin; mesela Şam’dan değil de Sivas’tan gelmiş bir de şarkıcı değil de gazeteci olmak istemiş diyelim. Bingo! Cuk diye oturdu üstüne. Aynı isim geldi değil mi aklınıza: Abdülkadir Selvi.

SES TONU, ŞİVESİ İLE SON 10 YILA DAMGA VURDU AMA ÖNCESİNİ KİMSE BİLMİYOR

Ben Abdülkadir Selvi’nin adını ne zaman duysam istemsiz olarak bu şarkıyı mırıldanırım. O yüzden girizgahı öyle yaptım. Selvi’den bahsedeceğiz bugün kısmetse. Kendine özgü ses tonu, şivesi, kılık kıyafeti, derin analiz yeteneği, müthiş kıvrak zekası, kelimelerle dans eden konuşma üslubuyla son 10 yılımıza damga vuran Abdülkadir Selvi’den.

Valla nereden başlasam, nereden bağlasam bilemiyorum. Medyada 35 sene dirsek çürütmüş biri olarak baştan söyleyeyim, Yeni Şafak’ın Ankara temsilcisi olana kadar adını bile duymamıştım Selvi’nin. Daha beteri medyada benden daha önde olan onlarca kişiyle de muhabbetini yaptım. Başka duyan tanıyan da yoktu.

O kadar Ankara mesaisi yaptım zamanında yahu insan bir kez bile karşılaşmaz mı? Kendi talihsizliğim herhalde. Tanışmak kısmet olmadı. Herhalde bugünler için cam fanusta sakladılar Selvi’yi diye düşünmekten alamıyorum kendimi.

BURASI ÇOKOMELLİ: 90’LI YILLARDA İSTİHBARATIN ANA ÜSSÜ HBB’DE ÇALIŞTI

Neyse bu kadar girizgahtan sonra girelim mevzuya. Sivas doğumluymuş Abdülkadir Selvi. Alevi hem de öyle böyle değil köklerine bağlı bir Alevi ailede yetişmiş. İlk, orta ve liseyi Sivas’ta okuyan Abdülkadir Selvi, üniversitede ne okumuş dersiniz? Metalurji. Ankara’da okurken İslami cemaatlerle tanışan Abdülkadir’de eksen kayması da o günlerde başlamış. Selvi üniversite yıllarında Sünni geleneğe kaymış inanç olarak. En azından bize gelen bilgiler öyle. Daha üniversitede metalürji okurken ‘ev arkadaşlarının’ etkisiyle gazeteciliğe heveslenen Abdülkadir Selvi, üniversiteden sonra da hemen medyaya geçiş yapmış. Yeni Nesil ve Yeni Asır gazetelerinde çalışan Abdülkadir’in bir sonraki durağı çok ilginç.

Abdülkadir Selvi, 1992 ile 2000 yılları arasında şimdi yayında olmayan HBB TV’de muhabirlik ve haber müdürlüğü yapmış. Berat Albayrak muhteremin deyişiyle ‘Şimdi burası çokomelli.’ Medyayı ve 1990’lı yılları bilen herkes bilir ki HBB istihbaratın medyadaki ana üssüdür o zamanlar. (Merak edenler, yöneticilerine ve yayınlarına baksın internetten. Jitemcilerin ‘dert anlatma’ üssüydü bir zamanlar HBB.)

HBB’de 8 sene geçiren Abdülkadir Selvi’nin bir sonraki durağı TGRT haber müdürlüğü olmuş. TGRT macerasından sonra da hepinizin bildiği gibi Yeni Şafak Ankara temsilciliğine getirilmiş. Abdülkadir Yeni Şafak’a geçtiğinde tarih kaç? 2001. Yani AKP’nin kuruluş çalışmalarının sonuna yaklaşıldığı günler.

YENİ ŞAFAK 15 YIL  GÖREVLENDİRDİ AMA ANKARA’DA ESAMESİ OKUNMUYORDU

Yeni Şafak’ta temizinden 15 sene geçirdi Abdülkadir. E o zamanlar AKP insan hakları, demokratikleşme, Avrupa Birliği, hukukun üstünlüğü lafları ediyordu. Parti yeni kuruluyordu. Normal olarak medyanın demokrasiye inanan büyükbaşları AKP’nin yanında saf tutmuştu. Şimdi insanların selam vermeye korktuğu Fehmi Koru’dan Nazlı Ilıcak’a, Cengiz Çandar’dan Ali Bayramoğlu’na kadar onlarca isim AKP’nin politikalarını açıktan destekliyordu. Şimdiki gibi AKP, Barlas ailesinin, ROK ailesinin, Cem Küçük’ün eline düşmemişti daha.

Yeni Şafak Ankara temsilcisiydi Abdülkadir Selvi ama piyasada esamesi okunmuyordu. Ne TV programlarının daimi konuğuydu ne de muteber gazeteci! Düşünün, AKP medyasının merkez üssü olan Yeni Şafak Gazetesi’nde Ankara temsilcisi oluyorsunuz ama ne hikmetse ‘sahaya sürülmüyorsunuz.’ Bu durum bir tek bana mı garip geliyor Allah aşkına?

Hem de ne zamana kadar piyasada yoksunuz? AKP’nin (zaten hiç olmayan) eksenini değiştirdiği için politikalarını destekleyen kerli ferli yazarlar tarafından terk edildiği güne kadar. İşte ROK ailesinin, Barlasgiller’in ve de ikbal-makam-para üçgeni peşinde koşan onlarca ismin meydanı boş bulup ipleri ellerine geçirdikleri günlere kadar.

‘ERDOĞAN’IN KILINA DOKUNMAZSINIZ’ DE MAKAMLARDAN MAKAM BEGEN

2001’de Yeni Şafak’ın Ankara temsilcisi olan Abdülkadir Selvi’nin ekrana sürülüş tarihi 2013 tam olarak. CNN’de Dört Bir Yandan diye bir program yapılıyor. Nazlı Ilıcak ve Kadri Gürsel isimlerin arasına yazılıyor  Selvi’nin adı. Emir ‘büyük yerden’ geldiği için CNN yönetimi hayır diyemiyor Selvi’ye.

Abdülkadir Selvi, kurt isimlerin arasında can siperane savunarak başlıyor AKP iktidarını ve Erdoğan’ı programda. Abdülkadir uyanık aslında. Bakıyor ki dönem, ‘Cesedimi çiğnemeden Erdoğan’ın kılına dokunamazsınız’ diyenin makamlardan makam beğendiği dönem. Yalın kılıç dalıyor Nazlı Ilıcak ve Kadri Gürsel’e. Ancak hafif geliyor kurt gazetecilere. Yerden yere vuruyorlar Abdülkadir’i.

‘SEN GAZETECİ FİLAN DEĞİL İKTİDAR APARATISIN’ DEDİER CANLI YAYINDA

Mesela Kadri Gürsel bir programda nefes almadan iktidarı savunan Selvi’ye, ‘’Gazeteci değilsin sen, aparatsın’ diyor. Bırakın şu ‘Beyaz Türkler’ lafını artık. Ne kompleksmiş ki sıkışınca içinizdeki vehameti açığa çıkarıyorsunuz. Gazeteci filan değilsin sen.’’ diye azarlıyor.  Abdülkadir Selvi, ‘’Sözünü geri al. Ben saygın bir gazeteciyim. Ben aparat değilim’’ diye çırpınıyor ama nafile.

Başka bir programda 17-25 Aralık operasyonlarından sonra Nazlı Ilıcak’la tartışan Abdülkadir Selvi, ‘’17-25 Aralık polisleri kimler, Nazlı hanıma sorun’’ deme gafletinde bulunuyor. Ilıcak’ın, ‘Hırsızları da sana sorsunlar’ cevabıyla kendine geliyor Abdülkadir Selvi ama iş işten geçiyor.

Medya tabiriyle uzun süre dayak yiyor programda Selvi. Nasıl yemesin. O kadar cahil ve o kadar çok bilmiş edası var ki, karşısına geçtiği muhatabı çileden çıkıyor. Mesela bir programda ABD ordusunun bile 1996’da kullanmaya başladığı Predatör uçaklarını Türk ordusunun 1993’ten beri kullandığını iddia ediyor. Muhatabı ‘Kaynak ne?’ diye sorunca da Türk basın tarihine geçecek cevabı veriyor. ‘Ben yazdım ya!’

Gezi olayları ve 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sırasında Erdoğan’ı ve iktidarı savunma görevi verilen Abdülkadir, Allah’ı var yandaşlar arasında sıralama yapılsa son sırada bile yer alamaz. Amma ‘arkası kuvvetli’ olacak ki hep ilk sıralara yazılıyor ismi.

ZAFER ÇAĞLAYAN’IN PAHALI SAAT KOLEKSİYONUNU HERKES BİLİRMİŞ 

‘Aslında sayın başbakan öyle demek istemedi’, ‘Aslında sayın başbakan öyle bir insan değil’, ‘Aslında Sayın Başbakan doğayı sever’le başlayan yazıları olaylar kızıştıkça dozunu artırıyor. Bir süre sonra ‘Erdoğan’ı devirmek için küresel bir oyun’, ‘Erdoğan’ı neden yedirmemeliyiz?’ ve klasik olarak ‘Menderes’i astılar, Özal’ı zehirlediler, Erdoğan’ı yedirmeyin’ kıvamına geliyor.

E doğal olarak bu yazılar ‘yukarıdan’ görünüyor. En azından birileri ‘Yukarıya’ gösteriyor. ‘Gezi savunması!’ Selvi’nin önünü açıyor doğal olarak. Allah’ı var top sektirmiyor defansta. Formayı kaptıktan sonra nefes almadan 17-25 savunmasına giriyor Abdülkadir. Tabii ki Erdoğan’a ve iktidara darbe diyor operasyonlar için. Ama asıl güzel olan Selvi’nin savunma taktikleri oluyor.

Reza Zarrab’a dünyanın en pahalı saatlerinden birini aldırdığı ortaya çıkan Zafer Yıldırım’ı, ‘’Zafer Çağlayan’ın pahalı bir saat koleksiyonu olduğunu herkes bilir.’’ diye yazıyor Selvi. ‘Ak’lama konusunda yeteneksiz olduğu kadar ısrarcı olduğu da ortaya çıkıyor.

17-25 Aralık’tan sonra BBC’nin Gülen’le röportaj yapmasına içerleyip, ‘’BBC kendini bitirdi’ minvalinden konuşan Selvi, internet sansürü tartışmaları sırasında ‘Youtube, Atatürk’e hakaret eden videoyu sansürlemişti” diyor. Şimdinin baş yandaşı Ahmet Hakan, ‘’Youtube yasağına çok itiraz olmuştu’ diye Selvi’yi düzeltmek zorunda kalıyor.

Dedik ya, Selvi kendini kabul ettirebilmek için cansiperane savunuyor AKP iktidarını ve Erdoğan’ı. Onun nirvanaya ulaştığı an ‘olmayan’ Kabataş olayı ilgili tarihi yazısı oluyor. Unutanlar için hatırlatalım. Hani senaryoya göre, Gezi olayları sırasında o dönemin Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu’nun gelini Kabataş’ta saldırıya uğruyor. Deri pantolonlu, zincirli bellerinden yukarısı çıplak bir grup Zehra Develioğlu’na saldırıyor. Bebek arabasındaki çocuğunu bile hırpalayıp, bir grup Zehra Develioğlu’nun üzerine…

12 HAZİRAN 2013 SELVİ DÖKTÜRÜYOR: İŞTE BAŞBAKANIN SÖZÜNÜ ETTİĞİ GELİN

Yandaşlar bütün gazetelerinde ‘Vicdanınız kaba kalbiniz taş’ başlığı ile aynı köşe yazısını paylaşmış, gündem oluşturmak için günlerce dillerinden düşürmemişlerdi. Sonradan kamera görüntüleri ortaya çıkınca anlaşıldı ki, ortada ne saldırı var ne de bellerinden yukarı çıplak insanlar. (Elif Çakır, Develioğlu ile röportaj bile yapmıştı zamanında. Şimdi Karar Gazetesi’nde yarım ağız muhaliflik yapıyor.)

İşte o günlerde Abdülkadir Selvi unutulmaz bir yazı yazıyor. 12 Haziran 2013 tarihli ‘Başbakan’ın sözünü ettiği gelin’ başlıklı yazıda neler demiyordu ki Selvi. Unutmayın bu yazıyı diye genişçe hatırlatayım:

‘’Başbakan’ın grup konuşmasında, “Çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler” cümlesi vardı.

Bu sanki geçmişte yaşanmış gibi algılandı.

Ama olay yeni.

1 Haziran Cumartesi günü İstanbul’da yaşandı.

İstanbul’da büyük bir ilçe belediye başkanının gelini. Z.D.

1 Haziran Cumartesi sabahı arkadaşlarıyla Adalar’a gidiyor. Yanında 6 aylık bebeği var.

Akşam vapuruyla Adalar’dan döndükten sonra, Kabataş İskelesi’nden kocasını arıyor.

Eşi, Kabataş İskelesi’nin karşısına geçip beklemesini, almaya geldiğini söylüyor.

Kabataş İskelesi’nin karşısına geçerken bir grup eylemciyi görüyor.

Bunların Gezi eylemcileri olduğunu fark ediyor, hatta çevre ve ağaç eylemi yaptıkları için de en ufak bir rahatsızlık hissetmiyor.

Ama ne oluyorsa o sırada oluyor.

Grubun içinden birkaç kadın, “Tayyip’in…” diyerek önce sataşmaya daha sonra saldırmaya başlıyorlar.

“Ne geldiyse bundan geldi” diyerek başörtüsünü çekiyorlar, genç anneyi tekmeleye başlıyorlar. Bu sırada grubun içinden bazı erkekler de vurmaya başlıyor.

Olay yerindeki bir adam müdahale edip, genç anneyi kurtarmaya çalışıyor. Onu da dövüyorlar. Bebek arabasını parçalıyorlar, genç anneyi tekmeliyorlar.

Bu arada, “Bu sefer devrim yapıyoruz, sen de gideceksin Tayyip de gidecek” diye bağıranlar, “Tayyip”i asacağız” diye öfke nöbetine tutulanlar var.

Durun daha bitmedi.

İğrenç olanı daha sonra sergileniyor…

Kimse şuraya buraya çekmeye çalışmasın.

Bu olay yargıya intikal etti.

Vücudu mosmor…’’

17-25 ARALIK TAPELERİNDE DE BAŞROL DERDİNDEYDİ

Yazı böyle uzayıp gidiyor. Unutulur mu bu yazı. Bu rezillik aslında başlı başına tez konusudur hem ilahiyat hem de iletişim fakülteleri için. Şimdilik bu kadar bahsetmekle iktiza edeyim de midemiz bulanmasın. Bu yazıdan çok da olmayan bir süre sonra olayın yalan ve kurgu olduğu ortaya çıktı.

Peki ‘Vicdanı kaba dili taş’ yandaşlardan biri bile ‘pardon’ dedi mi?

Neyse dönelim Selvi’ye. 17-25 Aralık yolsuzlukları sırasında ortaya saçılan tapeler konusunda da başrol derdindeydi Selvi. Ona göre de, polis müdürleri hükümeti devirmeye çalışıyordu, paraları Hakan Şükür koymuştu ayakkabı kutularına ve bütün tapeler montajdı. Abdülkadir en çok tape konusuna takılmıştı o dönem. ‘Tapeler montaj da montaj’ diyordu da başka laf etmiyordu. Aylarca özellikle Tayyip Erdoğan-Bilal Erdoğan arasındaki ‘Sıfırladım bıbıcım’ tapesinin montaj olduğundan dem vuruyordu. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu ekranlarda. Allah’ın adaleti işte. Selvi hayatının golünü velinimeti Erdoğan’dan yedi 2014 Mart ayında. Erdoğan, ekranların karşısına çıkıp, ‘En mahrem konuşmalarımı bile dinlemişler’ deyiverdi. Taca çıkan Selvi, o hafta çıktığı programlarda konuyla ilgili sorulara, ‘Geçin efendim geçin’ ya da ‘Bu konuda konuşmak istemiyorum’ demek zorunda kaldı.

Yeri gelmişken Abdülkadir’in Kürt sorunu ve Öcalan konusunda nasıl anarya yaptığını da anlatayım size. Malum ‘Çözüm Süreci’ döneminde yandaş yazarların durumunu biliyorsunuz. Şimdi Millet ittifakını ve özellikle de CHP’yi, PKK ile aynı çizgiye gelmekle suçlayan Selvi,  Öcalan’ın mektubu için neler yazıyor neler:

‘’Bu kez de önemli mesajlar veriyor, Abdullah Öcalan. ‘Ülkem’ diyor. Türkiye Cumhuriyeti’nden söz ederken. Çözüm sürecinin 1 yılını, ‘diyalog süreci’ olarak nitelendiriyor. Bu süre zarfından tarafların birbirini test ettiğini ve bu testten başarıyla çıkıldığını anlatıyor. Çözüm sürecini sabote etmeye ve siyasi istikrarı bozmaya yönelik eylemlere, ‘uluslar arası gladionun hareketi’ teşhisini koyuyor.

ve vurucu cümle geliyor.

‘biz direnirken korkmadık, barışırken de korkmayacağız’

nokta…

barışa bu denli güçlü bir destek, silahlara bu kadar kararlı bir karşı duruş…’’

ERDOĞAN’IN İMAJI ZORA GİRER DE SELVİ ORADA YETİŞMEZ Mİ HİÇ?

Böyle işte muhteremler. Yazarken içimiz kaldırmıyor ama adamların kılları kıpırdamıyor.

Neyse günler ayları kovalıyor, Soma’daki maden faciası yaşanıyor. Yıl 2014 yine. Hani Erdoğan’ın ‘Nereye kaçıyorsun Yahudi dölü’ diye gazeteci kovaladığı, Yusuf Yerkel’in madenci tekmelediği günler. Hükümetin ve Erdoğan’ın başı derde girer de Selvi imdada yetişmez mi? Erdoğan’la birlikte atladığı gibi Soma’ya gidiyor Selvi. Bakın şimdi o günlerde yazdığı yazılara. Ben üşenmedim baktım. Maden ihmalden değil can sıkıntısından patlamış. 300 insan spor olsun diye ölmüş. Tekmeye kafa uzatan fedakar futbolcu gibi, madenci arkadaş Yusuf Yerkel’in tekmesine kafa atmış. Erdoğan da asla ve kat’a ‘Yahudi dölü’ dememiş. Selvi’nin yazdıklarından anladığım bu. Haa unutmadan bir de patlamanın yaşandığı madenin girişinde sırıtarak verdiği bir poz var ki, insanın sabır taşı çatlar. Selfinin altına da ‘Taksim’de değiliz madendeyiz’ falan yazmış arkadaş.

Abdülkadir Selvi’in… yaz yaz bitmez. Ankara patlaması sonrası ‘Artık ülke olarak terörle yaşamaya alışmalıyız’ demiş insandır kendisi. Vallahi abartmıyorum. Açın arşivlere bakın.

Bu kadar zaman geçti Selvi ne yazılar yazdı ne sözler etti ekranlarda. Tek amacı vardı onun, parasını veren sahibi. O da biliyordu ki Erdoğan olmasa bugün aldığı payeleri, kazandığı paraları, oturduğu makamları rüyasında bile göremeyecekti. Abdürrahim Karakoç’un ‘Sarı saçlarına deli gönlümü, bağlamışlar çözülmüyor Mihriban’ dediği gibi, o da kaderini Erdoğan’a bağlamıştı. Tek derdi ‘Erdoğan düşmesin’di. Zaman geldi, ‘Millet ittifakı Erdoğan’ı indirmek istiyor’ bile dedi Selvi. Gerçekten dedi bunu. İnsan durup düşünüyor, ‘E adamlar muhalefet. Muhalefetin amacı iktidara gelmektir. Erdoğan da iktidar. İktidara gelmek için de mevcut iktidarı seçimde yenmek gerekir!’ ‘Adamların adı muhalefet. İşleri bu zaten’ diyesi geliyor insanın bazen. Sonra cümleyi Selvi’nin kurduğunu düşünüp vazgeçiyor.

‘ANNEN BABAN SENİ ELDİVENLE SEVİYORMUŞ, EVLAT OLSAN SEVİLMEZSİN SELVİ’

Selvi gazetecilik hayatı boyunca (en azından bizim bildiğimiz) onlarca ayar yedi. Ama Sedat Peker’den yediği ayar hepsinden ziyadeydi. Hani Sedat Peker-Süleyman Soylu olayları, Peker’in açıklamaları falan var ya. İşte tam o günlerde Peker Binali Yıldırım’ın oğlunun Venezüella’ya kaç kere ve neden gittiğini sorup ‘kokain’ ticareti bağlantılarına işaret ediyor.

İşgüzar Selvi de durumdan vazife çıkartıp, Sedat Peker’in ipleri kimlerin elinde minvalinde bir köşe yazıyor. ‘’Erkam Yıldırım’ın yardım maksadıyla götürdüğü test kiti ve maske yanında taşıyabileceği miktarda olduğu için gümrük kayıtlarında yer almadı’’ diye yazan Selvi, Peker’i öfkelendiriyor.

Twitter’dan Selvi’ye cevap veren Peker,

‘’Duyduğuma göre sen doğduğun zaman annen ile baban seni eldiven ile seviyormuş. Evlat olsan sevilmezsin be düşkün Abdülkadir. Başbakanın oğlu bir poşet kit için dünyanın öteki ucuna, Venezuela’ya mı gider? Sen gerçekten delisin.”le başlayan bir dizi Twet ile Selvi’yi hedefe koyuyor.

Bu ‘düşkün’lük mevzu da o dönemde bir kez daha gündeme geldi. Demiştik ya hani Selvi Sivas Yavuzeli’nden Alevi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Selvi’nin, ölümüne Erdoğan ve iktidarını desteklemesine ilk başta ailesinden tepki gelmişti. Ablası, kardeşini soran bir muhabire, ‘’Onu görünce televizyonu kapatıyorum. Keşke simit satıp onurlu yaşasaydı. Biz Aleviyiz ve değerlerimize bağlıyız. Bu saatten sonra onun yüzüne bakmak istemiyorum’’ demişti. İşte Peker’in ‘Düşkün Abdülkadir’ sözünün altında bu yatıyordu.

Selvi öyle bir kişilik ki, adamlar kalkıp yarın bir gün ‘’Evet kabul ediyoruz, uyuşturucu götürdük” deseler ‘Öyle demek istemediler’ diyecek bir abimizdir kendisi.

SELVİ ERDOĞAN’IN TÜRKİYE’Yİ DÖNÜŞTÜRMEYE ÇALIŞTIĞI İNSAN TİPİDİR

Demem o ki, Abdülkadir Selvi aslında Erdoğan’ın bütün Türkiye’yi dönüştürmeye çalıştığı prototiptir. Yargılama, sorgulama, karnın doyuyorsa, cebin doluyorsa itiraz etme. İtiraz edeni düşman bil. Hep destekle tam destekle. ‘Beni ne kadar savunursan kesen o kadar dolar!’ Aşağı yukarı böyle bir tip işte. Anladınız siz onu. Demem o ki ‘Şeyh uçmaz mürit uçurur’ atasözündeki mürittir kendisi.

O parasını ‘görevini’ yapıp cebini dolduruyor. Bakın geçen günlerde hükümete yakın bir kuruluş tarafından ‘Yılın Köşe Yazarı’ bile seçildi. ‘’Peki memleketin hali?’ diye soranlara da şöyle diyeyim:  Allah memleketin yardımcısı olsun.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram