ABD, en büyük travması olan ırkçılık gölgesinde seçime gidiyor

KRONOS 29 Mayıs 2020 DÜNYA

Gündelik, sıradan ve sistem tarafından desteklenen ırkçılık… ABD’nin ebedi meselesi, travması ve yine de tekrar eden sorunu. ABD, Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerine bu sorunun gölgesinde ilerliyor.

Irkçılık bir Amerikan travması, ırkçılık ABD’nin ebedi meselesi. Bir türlü de bitmiyor, nasıl bitsin? Birincisi günlük ırkçılığın ve eşitsizliğin sona ermesi, ikincisi geçmişle yüzleşme, üçüncüsü de gelecek için uzlaşma ve adil bir politika gerekiyor. Ama bunların birazını bile bulmak mümkün değil. Bunun yerine, Amerika’nın ırkçı tarihi halen tekerrür ediyor ve bu da yeni bir değerlendirmeyi ve geçmişten kopuşu engelliyor.

AYNI ŞEY BİR BEYAZIN BAŞINA GELSE…

Bir bakkalın iki çalışanı pazartesi günü Minneapolis’te polisi aradı, çünkü bir müşteri sahte bir dolarlık banknotla ödeme yapmak istemişti. Polisler geldi, 46 yaşındaki George Floyd’u kelepçeledi, onu yere yatırdı, biri dizini adamın boynunun üzerine koyup bastırdı, Floyd silahsız olmasına ve “Nefes alamıyorum” diye yalvarmasına rağmen… “Nefes alamıyorum” bu cümle tanıdıktı; Eric Garner da 2014 yılında New York, Staten Island’da bu cümleyi sarf etmişti. “Ölüyorum,” diye seslendi George Floyd, “Ölmek üzereyim.” Fakat, polis onu yedi dakika yere bastırdı. George Floyd hastanede öldü.

İkisinin de  (Floyd ve Garner) siyah olduğunu belirtmeye gerek var mı? Polis memurlarının görevden alınmasına rağmen bu zamana kadar tutuklanmadıklarını da belirtmeli miyiz? ABD’de, 46 yaşında beyaz bir erkek, kasaya sahte para verse bile, başına George Floyd ile aynı şeyin gelmeyeceğini belirtmek zorunda mıyız? Benzer şekilde, elbette doğal olarak, tüm bunlar diğer vakalar için de geçerli.

COVİD-19 IRKÇILIK TARTIŞMASINA DÖNÜŞÜYOR

Şu ara hava o kadar yakıcı, o kadar nefret dolu ki, eski Güney Eyaletlerinin Konfederasyon bayrağı, koronavirüs önlemlerine karşı düzenlenen gösterilerde sürekli görülebiliyor; 2017 yılında da Charlottesville’de ırkçı gösteri düzenleyenleri “çok iyi insanlar” olarak nitelendiren Başkan, ırkçı grupların attığı Tweet’leri retweetleyebiliyor – ve Covid-19 meselesinin artık ırkçılık açısından da gözden geçirilmesi gerekiyor.

Bu hastalığın en haksız tuzaklarından biri şu: Hastalık, Cumhuriyetlerin seçildiği ABD’nin seyrek nüfuslu bölgelerini terk ederken, diğer taraftan daha düşük maaşları olan, daha kötü sağlık hizmetleri alan ve zaten hastalık sahibi, yani özellikle de zayıf olanların yaşadığı mahallelerin bulunduğu büyük şehirlerde nispeten daha güçlü kalıyor.

ABD’deki 100 bin can kaybı için gerçekten tüm ülke yas mı tutuyor mu peki, gerçekten öldü mü bunlar? Hiç değilse Beyaz Saray’da bile bir empati veya keder belirtisi yok. Bununla birlikte, ulusun geri kalanının, ırkçılık söz konusu olduğunda nasıl manik ve hipnotize olmuş gibi davrandığını son olaylar gösterdi.

Örneğin, siyah bir vatandaş olan Christian Cooper, New York’taki Central Park’da Amy Cooper’la (soyadlarının aynı olması tamamen tesadüf) karşılaştığında, tüm hobilerin en huzurlusunun peşindeydi; kuş gözlemciliği (“Kuş gözlemciliği”, beysboldan daha heyecan verici değil, ama bu garip ülkede neredeyse beysbol kadar popüler). Christian Cooper, Amy Cooper’dan köpeğine, yasalarda belirtildiği gibi, tasma takmasını istedi. Kadınsa telefonu aldı, 911 polisi aradı ve “Şimdi onlara Afrikalı-Amerikalı bir adamın hayatımı tehdit ettiğini söyleyeceğim” dedi.

Christian Cooper, yaşananları kameraya aldı. Aynı, yoldan geçenlerin George Floyd’un Minneapolis’teki ölümününü çekmesi gibi…  Ve tıpkı Ahmaud Arbery’nin, baba oğul iki beyaz Gregory McMichael ve Travis McMichael tarafından 25 Şubat’ta Brunswick, Georgia’da öldürülmesinin kameraya alınması gibi….

Brunswick Emniyeti, silahsız kurbanın faillerin silahlarını kavraması ve faillerin bu nedenle kendilerini savunma hakkı olması gibi muhteşem gerekçelerle soruşturmayı hızla kapattı. Sadece aylar sonra bir skandal ortaya çıktı: Katil Gregory McMichael, soruşturma polislerinin eski bir meslektaşıydı.

Ve 13 Mart 2020’de 26 yaşındaki sağlık görevlisi Breonna Taylor, silahsız olduğu halde Kentucky, Louisville’deki evinde üç polis memuru tarafından sekiz atışla öldürüldü: Polisler uyuşturucu baskınına gelmişlerdi ancak yanlış adresteydiler.

Böyle, tam olarak böyle, Amerika’da ırkçılık bu: Zorba ve gündelik, bu yüzden her yere sirayet etmiş durumda. Ve bu yüzden de sistematik olarak, yani toplumun ve hükümetin önemli kesimleri tarafından meşrulaştırılıyor ve kurumsallaştırılıyor; sürekli olarak teşvik ediliyor ve güçlendiriliyor.

ABD’de, en azından resmi olarak, eşit haklar nihayet herkes için geçerli. Siyahlar beyazların yapmasına izin verilen her şeyi yapabiliyor, uzun zamandır siyahlarla beyazların birlikte yaşamasına ve birbirlerini sevmesine de izin veriliyor. New York veya San Francisco’nun birçok mahallesinde, gerçekten de ten renginin hiç önemi yokmuş gibi, insanlar birbirlerine yardım ediyor, birbirlerine gülümsüyor, bir arada çalışıyor veya birlikte kutlama yapabiliyorlar.

Ancak, yazar Ta-Nehisi Coates’in bana birkaç yıl önce söylediği şu cümleyi asla unutmayacağım: Beyazların normalleşmeden kolayca bahsedebilir, ama ABD’de hiçbir siyah kendi ten rengini asla unutamaz.

Kölelik, iç savaşın sona erdiği 1865’ten beri kalkmış durumda. Yine de 1944 yılında, 14 yaşındaki siyah George Junius Stinney Junior, Güney Carolina Clarendon County’de, elektrikli sandalyede idam edildi: İki beyaz kız öldürülmüştü, Stinney bir gün sonra tutuklanmış ve on gün sonra yargılanmıştı; dava sadece beş saat ve beyazlardan oluşan jürinin kararı görüşmesi sadece on dakika sürdü. Bu yanlış karar 2014 yılında kaldırıldı. Yüzlerce yanlış karardan biriydi, Harper Lee’nin “Bülbülü Öldürmek” romanı, Amerikan ırkçılığını edebiyatın ‘büyük meselesi’ haline getirdi.

Alabama, Birmingham’daki 16. Sokak Baptist Kilisesi, 15 Eylül 1963’te, Kuzey Amerika tarihinin en korkunç anlarından birini yaşadı: Ku Klux klanından dört erkek kiliseye dinamit koydu ve fünyeyi ateşledi. Dört genç kız – Addie Mae Collins, Cynthia Wesley, Carole Robertson ve Carol Denise McNair – öldü. Bir pazar sabahı ve saat 10.22’ydi. Martin Luther King, saldırı için “insanlığa karşı işlenmiş en kötü ve trajik suçlardan biri” dedi. Her şey kanıtlandığı, failleri tüm şehir bildiği halde, soruşturma ancak 1976 yılında açıldı.

Eskiden olduğu gibiydi ve 1960’larda sivil haklar hareketi, Alabama’da uzun süredir devam eden oy hakkı gibi bir konu için elbette acı bir şekilde savaşmak zorunda kaldı. Gerçi kazandılar.

Covid-19 olmadığı zamanlarda da Güney Amerika’dan geçerken cesaret ve değişim hikâyeleri duyabilirdiniz. Örneğin, Montgomery, Alabama’da ince, narin bir kadın olan Rosa Parks’ın hikâyesini… Parks, 1 Aralık 1955’te, 42 yaşındaydı ve sarı-yeşil-gümüş bir otobüse bindi, oturdu. Sonra otobüs doldu, beyazlar bindi ve bu beyazlar koltukları istediler. Otobüs şoförü James Blake geldi ve Rosa’nın koltuktan kalkmasını istedi. Rosa reddetti.

“Hayır.”

“O zaman seni tutuklayacağım.”

“Bunu yapabilirsin.”

İki polis memuru Rosa Parks’ı götürdü ve bir yere kilitledi ve o gece Amerika değişmeye başladı, çünkü Rosa Parks’ın cesareti, Martin Luther King tarafından organize edilen otobüs boykotuna yol açmıştı. 40 bin siyah otobüs kullanmayı bıraktı, işe giderken birbirlerini arabayla alıyorlardı, bunların birçoğu kovuldu. Ama kazandılar.

“KARA” YASALARIN İPTALİ

Elbette, 2020’nin Birleşik Devletleri artık 1950’deki gibi değil. Peki ama 2020’nin Başkanı, “Make America Great Again” derken ne demek istiyor? Donald Trump’ın, ABD’nin ilk siyah başkanı Barack Obama’dan sonra seçilmesi tesadüf değil.

Trump’ın siyasi kariyeri “Birther” hareketi ile başladı: Trump, yıllarca Obama’nın ABD’de doğmadığını iddia etti. Bu bir yalan ve kurguydu, ancak bu yalan tüm Amerikalıların yüzde 40’ı buna inanana kadar tekrar edildi, yalan büyüdü. Obama’nın meşruiyetini küçümseyen Trump, siyah adamı Beyaz Saray’dan çıkarmak istiyordu ve böylece, seçim zaferinden bu yana yürüttüğü şeyi hazırladı: Obama’nın kabul ettiği tüm yasaları düzeltmek.

Bugün orada süren mücadele, Trump ve ailesi için kendi iktidarlarını koruma mücadelesi. Ülkenin muhafazakar ve Cumhuriyetçi yarısı, daha da küçülen beyaz Amerika’dan oluşuyor. Ve bu küçülme korkulara, kendini savunmaya ve aynı zamanda dün ahlaki açıdan anlaşılır sayılabilecek şeylerin gerekçelendirilmesine yol açıyor. Bir dakika, Başkan gerçekten 15 kez yalan mı söylüyor? Bir günde mi? Eh, bir yalan, sonuçta tehdit altında olma hissiyle haklı görülebilir: Daha yüksek amaçlı bir iyilik için, vatan için politik olarak yalan söylemek gerekebilir. Eh bir de sonraki de küçük ikinci bir yalan olabilir ve …

BÖLÜNMÜŞ AMERİKA

İktidarda olan ve iktidarı kaybettiklerini hisseden gruplar, insanlık tarihinde ahlaki açıdan sorgulanabilir birçok şey yapmışlardır.

Amerikanın diğer yarısı olan Demokratlar ise çoğalıyor. Bu grup doğası gereği daha çeşitli; çünkü Demokratlar siyahların partisi, aynı zamanda Güney Amerika ve Asya’dan gelen göçmenlerin partisi, öğrenciler, iklim aktivistleri ve büyük şehirlerde yaşayanların partisi… Bunun anlamı şu: Demokratlar başarılı olmak için çok daha fazla bütünleşmeli ve hoşgörü göstermeli, çok marjinalleştirilmemeliler, onları Cumhuriyetçilerden ayıran da bu.

Sonuç ise şu: Amerika, bugün kutuplaşmış halde ve bu kutuplaşmanın birçok yönü var. Silah karşıtlarına karşı silah severler. İklim hareketine karşı iklim değişikliğini reddedenler. Aşı taraftarlarına karşı aşı karşıtları. ‘Pro Choice’e karşı ‘Pro Life’, yani kürtajın hak olduğunu söyleyenlere karşı kürtaj karşıtları.

Kente karşı vatan ise muhtemelen Amerika’nın şu anki en önemli kutuplaşması: En büyük kıyı eyaletlerinde pek çok kişi yaşıyor, bir sürü genç Amerikalı, elbette öğrenciler, elbette siyah ve Demokratlar. New York eyaletinin nüfusu 19.5 milyon, Kaliforniya 39 milyon.. Ülkenin iç kesimi geniş, ıssız, muhteşem güzel – ve boş. Wyoming eyaletinde 494 bin kişi yaşıyor, Kuzey Dakota 673 bin kişi… Amerikan iç bölgelerinde çoğunlukla Cumhuriyetçiler seçiliyor. Bunun anlamı şu: Beyazlar!

ABD’de herkes, seçim 3 Kasım 2020’de yapılırsa, bunun ülkenin ebedi konusuyla ilgili olacağını düşünüyor. Bu adil bir seçim de olmayacak, bunu da herkes tahmin ediyor. Seçim, herkesi de aynı derecede heyecanlandırmıyor.

50 eyalet Washington DC’ye ikişer senatör gönderiyor, eyaletlerin büyüklüğüne göre bu sayı değişmiyor. Bu nedenle Wyoming’den gelen bir ses, Kaliforniya’dan gelen bir sesten 74 kat daha yüksek çıkıyor; New York veya Kalifornia gibi popüler eyaletlerden gelen 30 senatör, nüfusun yüzde 70’ini temsil ediyor. Fakat bu Senato, ömür boyu görev yapmak üzere yargıç atıyor, bütçe üzerinde egemenliği var; önemli olduğu kadar da güçlü de. Hala demokrasi mi diyoruz? Adelet? Eşitlik?

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com