Zaman ne de çabuk geçiyor Mona*

ELİF TUNCA 29 Aralık 2016 KÜLTÜR

“Hiçbir zaman düşündüğümüz bir şey değil, ‘şöyle bir parça yapalım da piyasada patlayalım, parayı götürelim!’ Bizim kıstaslarımıza göre yaptığımız bestelerimizden biri yaygın bir kabul görürse buna seviniriz sadece. ‘Vah vah biz artık alternatif bir grup değiliz, bizi yüz binler dinliyor’ diye üzülmeyiz tabii.”

1997 yılında, 20 yaşında, oturduğu yer minderinden, dalgalı uzun saçlarıyla kameraya bakarken böyle diyordu Harun Tekin; Güven Erkin Erkal’ın “Kent Ozanları” programında. Ve 2016; Yekta Kopan’ın sunduğu Youtube programı “Noktalı Virgül”de son şarkıları “Melekler Ölmez”in bir günde 100 bin tıklandığı haberi paylaşılıyor.

Alman Lisesi’nde tanışıp müzik yapmaya başlayan grup, “Dünya Yalan Söylüyor” dediğinde o kesişim noktasını yakalamıştı. Çoğunluğun aksine lisede, 70’lik nineler gibi ‘kafam kaldırmıyor’ gerekçesiyle rock dinlemeyip de Şebnem Ferah’ın Kadın albümüyle ‘çığlığı’ keşfeden ben de “Cambaz”ın girişine takılıp, “Yardım Et”in protest tavrındaki zarafete hayran olup, “Bir Derdim Var”ın her mısraına ayrı ağıt yakıp sonunda bir değil dört adet albüm edinmiştim: Dünya Yalan Söylüyor, Gül Kendine, Bırak Zaman Aksın ve Şehir. 1996 tarihli ilk kayıtları “Şehir”de neden alttan alta bir ortam sesi duyduğumu sonradan öğrendim: Çünkü o kaydı, piyasaya albüm çıkarmak niyetiyle, yani profesyonelce yapmamışlardı aslında ama “bıraktığımız, akan zaman” oraya getirmişti işi.

İyi ki de getirmişti, zira ardından daha kaliteli kayıtlar ve git gide daha nitelikli işlerini paylaşma fırsatı doğmuştu gruba. Dünya milenyum eşiğine yaklaşır, her şey değişir ve dönüşürken memlekette de devlet-mafya ilişkileri ortalığa saçılır, post-modern darbeler geçirilir ve büyük depremler gibi acılar yaşanırken bunların ruha çarpışını sanat süzgecinden geçirerek tercüme ediyordu Mor ve Ötesi. “Canlı Yayın”da esriklikten cinnete geçen o kıldan ince sırata hep beraber sığmaya çalışırken “Gül Kendine” tavsiyesini de ihmal etmiyorlardı. Hayata karşı şövalyece bir inadın temsilcisi olma azmi her an hissediliyordu ve bu hissi taşıyan sesler, dinleyenlerin ruhundan bir ırmak gibi geçip ferahlık veriyordu. Ki o sesler, Tarkan Gözübüyük’ün dokunuşları ile daha güçlü bir etkiye de kavuşmuştu.

Dünya yalan söylediği için bir dertleri vardı. Ve ‘okumuş çocuklar’ olduklarından yalanları kolayca fark edebiliyorlardı. Yalanların mahallesinin medya olduğunu da bildikleri için daha ilk dönem kliplerinden itibaren bir figür olarak kendine yer bulan beyazcama nihayet “iki gözüm kadar eminim sen yoksun” diyerek reddiye sundular. Irak işgali ve medyanın yozlaşması gibi konulara şarkılarıyla itiraz ettikleri gibi, ilerleyen dönemlerde ülkedeki siyasi meselelerde taraflarını eylemleriyle de belli ettiler, tartışmalara girdiler, dışlandılar, sevildiler… Yunus Emre’nin “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” dediği yerde sözün hakkını her şekilde vermeye çalıştılar.

Burada bir risk de vardı kuşkusuz; sözün hakkını verirken müziğin hakkını esirgemek, hatta söze yaslanırken slogana toslamak! Bir de böyle anılmak var işin ucunda. 2004’te, İstanbul Teknik Üniversitesi Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’ndeki (İTÜ MİAM) söyleşide Harun Tekin asla sadece politik tavırlarıyla anılmak istemediklerini, herkes gibi iyi bir dünya özleminde fakat aynı zamanda kaliteli müziğin peşinde olduklarını dile getirmişti. “Uyan artık” gibi gayet ‘marş’ edasındaki bir söz, “Canım kardeşim” diye başlayıp “Uçan kuştaki güzelliği kaybettik, hastayız” diye devam ettiği için olsa gerek, slogan etkisine sebep olmuyordu mesela. Mor ve Ötesi’nin kendisiyle aynı niyeti taşıyan başka gruplarla arasındaki ifade farkının temeli burada yatıyor olmalı: Sadece kendini doğru bilen ve geri kalan herkesi suçlayan, insan tekine değil de kitleye hitap eden ve çoğu kez materyalist ifadelere bürünen söylemlerin aksine, Mor ve Ötesi bütün dünyayı kapsayan ama tek tek her insana seslenen ve illaki ‘ruh’u ıskalamayan hatta önceleyen ifadelerle çıkıyor dinleyicinin karşısına.

Tarih 2006 olduğunda “Büyük Düşler”ini paylaştı grup. Yeni Türkiye” inşaat üzerine yükselir ve medya yalanlarına daha bir yaslanırken elbette “şirket mirket anlamayacaklarını” söyleyip “parlak kutulardaki toy mühendislere, bozuk ve sahte havadislere” itiraz ediyorlardı. Bütün bunların arasında “en güzel ve en hafif giysisini giyen kızla renkli bir dünya boyayan oğlanın işi o kadar kolay mı”ydı peki… “Övündüğümüz sevginin nerede” olduğunu da iki yıl sonra Eurovision’da sordular; herkesin gözünün içine baka baka.

Dertlerle beraber teselli ihtiyacı da giderek artarken 2010’da “Masumiyetin Ziyan Olmaz” diyerek en büyük zaafı masumiyet olanları, bir kez daha ruhlarının en çıplak yerinden yakaladılar. İnsan o çıplaklıkta “yerini bilemiyor, araf’ta” kalıyordu. Biraz zaman geçtiğinde Gezi gibi bir ütopyayı giyinmiştik ve 2012 tarihli Güneşi Beklerken albümünde yer alan “Eski Şarkısı” bu elbisenin yakasında bir çiçek gibi duruyordu. Nitekim grup da gezi direnişi temalı zarif ve klas bir klip çekti.

Feridun Düzağaç “Türkçenin şiirselliğine sığınıyorum” demişti bir defasında. Büyük usta Hilmi Yavuz’un da “Şiir, kelimeleri gündelik dilin hamallığından kurtarır” dediğini hatırlıyorum. Gündeliğin içindeki hamallığın yükünü alan sözleri var Mor ve Ötesi’nin. Zaten “o kadar çok şey var ki birer birer söyleseler bile çok ağır kaçar”! Yine de “mazlumun türküsünde bir nefes olma inadından” ve “her yer yansa” bile “melekler”e güvenmekten vazgeçmeyeceklerini yinelediler 20. yıllarında. Tam da aynı şeyi sinema diliyle ifade eden Reha Erdem’in “Koca Dünya”sının hemen peşi sıra üstelik; ruhumuz esenlendi, inancımız tazelendi.

*Mona Rosa/ Sezai Karakoç

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com