Tüm seçim senaryoları aynı yere çıkıyor: Mağlupların vah haline!

Bu seçimde hem iktidarı, hem de muhalefeti kurtaracak, mevcut lider ve kadroların devamını sağlayabilecek hiçbir formül yoktur. Türkiye iktidardan ya da güdümlü muhalefetten öyle veya böyle kurtulacaktır. Erdoğan iktidarı kendi ağırlığında çökmektedir, muhalefet artık iktidarı değil belki ancak kendisini kurtarabilir. Mağlupların vah haline...

ÖMER MURAT 10 Mart 2023 GÖRÜŞ

Erdoğan karşısında aday olarak Kılıçdaroğlu’nun çıkmasını istiyordu ve istediği oldu. İmamoğlu ve Yavaş’ın adaylığından ne kadar çekindiğini ise Akşener’in diretmesiyle bu isimlerin Millet İttifakı adayının cumhurbaşkanı yardımcıları olarak ilan edilmesi konuşulmaya başlar başlamaz, Başdanışmanı Mehmet Uçum’a adeta telaşla bunun “anayasa ihlali” olacağını ilan ettirmesinden de bir kez daha görmüş olduk.

Muhalif cenah, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun adaylığını istediği tespitine genel olarak katılmakla birlikte AKP liderinin kendisine aşırı güvendiği için hata yaptığını iddia ediyor. Onlara göre, Kılıçdaroğlu Kürt oylarını alacak olması sayesinde Erdoğan’ı yenebilecek bir aday. Hatta İmamoğlu’nu görmezden gelirseniz tek aday. Bu görüş, seçim konusunda 4-5 anket şirketinin verilerine göre strateji belirlediğini bildiğimiz AKP liderinin kurnazlığını oldukça hafife alıyor ve seçim kazanma uzmanı Erdoğan’ın yıllar sonra ilk kez “vahim” bir hata yaptığına inanmamızı bekliyor.

Kendi kendilerine bile itiraf edilemeyen, “Erdoğan’ı güzellikle koltuğundan indirme” hayali, “Bu hikaye böyle bitecek olamaz” umudunun Kılıçdaroğlu’nun adaylığı şeklinde temessül ettiğine şahit oluyoruz belki de… Twitter ahalisinin çoğunluğunu oluşturan muhalifler arasında sevinç çığlıklarına yol açan kimi anketlere göre CHP lideri halihazırda cumhurbaşkanlığı seçimini 10 küsur puan farkıyla kazanıyor, hatta CHP de birinci parti konumuna yükselmiş bulunuyor. “Ufak atın da civcivler yesin” demeye kalktığınızda “Pişmiş aşa niye su katıyorsun” tepkisiyle karşılaşıyorsunuz.

Önce bu ihtimalin doğru olması, (yani Erdoğan’ın seçim stratejisini belirlerken pusula olarak kullandığı kendi yaptırdığı anketlerde de Kılıçdaroğlu ve CHP’nin ilk sırada yer alıyor olması) halinde bundan sonra neler yaşanabileceğini öngörmeye çalışalım. Bu anketler ekseriyetle kamuoyuna açıklanmamakta, açıklandığı zaman da Erdoğan’ın talepleri doğrultusunda toplumu manipüle edecek şekilde duyurulmaktadır.

Bu durumda Erdoğan muhalefet cephesini en zayıf gördüğü yerden vurmak üzere “taarruza” geçecektir. HDP, Millet İttifakı’nda yer almamakla birlikte Kılıçdaroğlu’nu desteklemektedir. HDP’nin Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılması halinde seçmeninin, belediye seçimlerini hatırlatan bir tavırla, Erdoğan’a yine okkalı bir tokat atabilmek için normalde olacağından bile daha büyük bir iştiyakla sandığa giderek CHP liderini desteklemesi sürpriz olmayacaktır. Keza Millet İttifakı’nın da ortak listelerle seçime gitmesi nedeniyle HDP’nin kapatılmasının AKP’ye olası katkısı, “attığı taşın, ürküttüğü kurbağaya değmeyecek kadar” az olması ihtimal dahilindedir. O yüzden “basit” bir parti kapatma Erdoğan’a muhtemelen yetmeyecektir.

Seçim sathı mailine girilirken biri Mersin’de, diğeri İstanbul’da PKK/YPG tarafından yapıldığı iddia edilen iki terör eylemi gerçekleşti. PKK/YPG bunlardan ilkinin sorumluluğunu kabul ederken ikincisini ise inkar etti, nitekim eylemi gerçekleştiren kadının ve eylem öncesinde bağlantıda olduğu kişilerin kimlikleri söz konusu terör eyleminin arkasında PKK’nın olmayabileceğine dair şüpheleri kuvvetlendirdi.

Bu bilgilerden hareketle şu soruyu soralım: Seçime kadar olan süre zarfında PKK/YPG tarafından Türkiye’de terör eylemleri düzenlenirse veya onlar tarafından tertiplendiği iddia edilen terör eylemleri yaşanırsa ne olur? Eğer PKK eylemleri üstlenmediğini hemen duyurursa ve HDP’li yetkililer de en güçlü ifadelerle kınarsa, bunun seçime etkisinin fazla olmayacağından bahsedebiliriz. Ama daha önce yaşanan Ceylanpınar ve Mersin vakaları bize PKK’nın böyle bir terör eylemini gerçekleştirebilme (veya üstlenebilme) ihtimalini yabana atmamamızı söylemektedir. Bu tip durumlarda HDP’nin de PKK’yı “bir çuval inciri berbat ettiği” için sert sözlerle kınamaya cesaret edemediği hususu tüm çıplaklığıyla açığa çıkmaktadır. Erdoğan kamuoyundaki tepkinin getirdiği rüzgarla Kürt siyasetçileri PKK’lı oldukları iddiasıyla tutuklayıp onlar üzerinde tam bir terör estirirken Kılıçdaroğlu’nun tavrını hem milliyetçiler, hem de Kürtler dikkatle izleyecektir. “Teröre karşı devletimizin yanındayız” şeklinde özetleyebileceğimiz her tavır Kürtlerde “İyi o zaman, Erdoğan’la size mutluluklar diliyoruz” hissiyatına az ya da çok neden olacaktır. Diğer yandan şehit cenazeleri kaldırılırken, yarım ağızla bile olsa Kürtlerin zulüm ve haksızlığa uğratıldığından bahseden bir Kılıçdaroğlu ise, kendisini zoraki kabullendiği Akşener’in çıkışıyla iyice anlaşılan milliyetçiler arasında kaşların çatılmasına yol açacaktır.

Erdoğan’ın önümüzdeki iki ay içerisinde Suriye’de YPG’ye, Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı askeri harekatlar düzenlenmesi talimatları vermesi halinde HDP’nin bunlara yönelik tahmin edilebilir tutumları siyaset arenasında Türk-Kürt gerilimini iyice yükseltecektir. ABD, Suriye’de TSK’nın düzenleyeceği kısıtlı bir harekata, Türkiye’deki seçim nedeniyle “iki ay dişimizi sıkalım” diyerek ölçülü tepkiler verebilir. 15 Temmuz sonrası dönemde Moskova ve Tahran’ın Erdoğan’ın iktidarda kalmasını ne denli önemsediklerini biliyoruz. Bu itibarla Suriye’de sınırlarını kendi çizdikleri bir harekata izin verebilirler. Öte yandan ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley’in geçen hafta birdenbire kuzeydoğu Suriye’de SDG (YPG) hakimiyetindeki bölgeyi (Rojava) ilk defa ziyaret etmesi dikkat çekicidir. İktidar medyasında Milley’in ziyaretinin Türkiye’nin olası harekatına karşı YPG’ye destek mesajı taşıdığı yorumlarına yer verilse de şu konjonktürde ABD’nin böyle bir kışkırtmaya gitmesini gerektirecek bir neden bulunmamaktadır. Tersine Milley’in Türk ordusunun seçim öncesinde Rusya ve İran’la mutabık kalınan çerçevede Suriye’de yeni bir harekat düzenlemesi halinde YPG’den tansiyonu düşürücü şekilde karşılık vermesini talep etmiş olması, durumun hassasiyeti, yani ABD’nin Kürtleri yüzüstü bırakacağına dair bir algılamayı bertaraf etme arzusu nedeniyle bu mesajın inandırıcılığını artırabilmek için bizzat verilmesinin tercih edilmiş olması ihtimali de düşünülmelidir.

Erdoğan, Suriye harekatına Batı’nın düşük yoğunluklu da olsa muhtemel tepkilerini, içeride milliyetçiliği köpürtmek için hamaset yaparak kullanma fırsatını da ayrıca kaçırmayacaktır. AKP lideri “Seçimi kazanınca Biden’la konuşup tansiyonu düşürürüm, Finlandiya ve İsveç’in üyeliklerini de Temmuz’daki NATO Zirvesi öncesi onaylattığımda zaten Batı’yla yeni bir sayfa açmış olurum” diye düşünecektir. Böylece kırılgan ekonominin istîab haddini zorlayacak şekilde Batı’yla ilişkiler kopma noktasına gelmeyecektir. Artık Meclis feshedildiği, yani İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerinin seçim öncesi onaylanma ihtimali azaldığı halde Brüksel’de müzakerelerin başlatılmış olması Batı’ya böyle bir mesaj verilmekte olduğunu göstermektedir.

Seçim kampanyası muhtemelen temelde bu aks üzerinde cereyan edecektir. AKP lideri bunun yanı sıra seküler – muhafazakar kutuplaşmasını körükleyerek, artık iktidardan bezmiş, yeni arayışlar içerisindeki sağ seçmenin Millet İttifakı’nda yer alan siyasal İslamcı, muhafazakar, merkez sağ partilere kayışını engellemeye çalışacaktır. Seçim kampanyalarında Sünni muhafazakarlara sık sık CHP liderinin Alevi olduğu hatırlatılacak, cumhurbaşkanı yardımcılarının yetkisinin kısıtlı olduğu, Alevi bir seküler liderin, bazı taraftarlarının sosyal medyada sabırsızlıkla ilan ettikleri gibi rövanşizme başvurması halinde bunu önleyemeyecekleri iddia edilecektir.

Erdoğan’ın bu mekanizmaları hangi şiddette kullanacağını anketlerdeki manzara şekillendirecektir. Erdoğan popüler bir lider olarak siyaset sahnesinde yer aldığında bunun kendisini iç ve dış politikada ne denli güçlü kıldığını gördü. Sonra popülerlikten, otoriter popülistliğe geçtiğinde dış dünyada nasıl itibar kaybettiğini, keza Türkiye’nin imajının bozulmasına paralel olarak yabancı yatırımcının nasıl para akışını kıstığına da şahit oldu. Şimdi rejimi göstere göstere tipik bir Ortadoğu (veya Avrasya) otokrasisi haline getirmesi halinde işlerin kendisi için hem iç, hem de dış politikada daha da zorlaşacağını biliyor. AKP liderinin gönlünde yatan, özellikle Batı’ya dönerek “Bakın gayet çekişmeli, demokratik bir yarış cereyan etti ve ben kazandım. Hani diktatördüm?” diyebilmek için yukarıda özetlenen mekanizmaları fazla kullanmaya gerek kalmadan, daha da otoriterleşmeden seçimi kazanmaktır.

Diyelim ki Erdoğan bu taktikleri sonuna kadar kullanmasına rağmen halkın kendisinden duyduğu bıkkınlığı aşamadı ve anketlerde durumunu düzeltemedi. Özellikle deprem sonrası tek adam rejimi altında devletin nasıl “döküldüğünün” ortaya çıkmasıyla bu ihtimal de hiç şüphesiz artık masadadır. Önceden böyle bir ihtimalin belirmesi halinde muhtemelen “Yunanistan’la birdenbire çıkıveren savaş” bahanesiyle seçimlerin TBMM tarafından bir yıl ertelenmesi seçeneği üzerinde durulduğu anlaşılıyordu. Fakat 6 Şubat depremleri sonrasında, Bülent Arınç’a attırılan işaret fişeğinden artık böyle bir ertelemeye karar verilmesi halinde gerekçesinin değiştiğini görüyoruz. “Yüksek Seçim Kurulu’nun böyle bir yetkisinin olmadığını” söyleyenlere Erdoğan’ın meclisi feshederek seçime gitmesi halinde anayasaya göre aday olamaması gerektiği halde bunu kimsenin önleyemediğini hatırlatmalıyız.

Muhalefet kendi kendini imha etmeye karar vermemişse, bu seçimi mutlaka kazanması gerektiğinin farkındadır. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığında kalacağı, muhalefetin mecliste çoğunluğu sağlayacağı bir sonuç, yeni döneme geçiş formülü gibi düşünülüyor olabilir mi? Kağıt üzerinde iki tarafı da memnun edecek bir orta yol formülü gibi gözükse de muhalif cenahta bu kadar umutları çoşturmuşken cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesinin oluşturacağı anaforda muhalefet partilerinin boğulmadan ayakta durabilmesinin pek mümkün olduğunu sanmıyorum. Diğer yandan Erdoğan, cumhurbaşkanlığına bir kez daha “alnının teriyle” oturmuş olmanın getirdiği güçle meclisteki muhalefeti ulusalcı ve ülkücü müttefikleri üzerinden bölerek çoğunluğu sağlamakta zorlanmayabilir. AKP 2018’de mecliste çoğunluğu kaybettiğinde bir noktada MHP’nin ittifakı bozarak Erdoğan’ın işini zora sokacağına inanan pek çok siyasi yorumcu vardı ama bu gerçekleşmedi, Erdoğan mecliste sanki AKP çoğunluğu varmış gibi rahatlıkla hükümet etmeyi sürdürdü. Muhtemel meclis aritmetiğinde HDP dışarı bırakıldığında her iki ittifak da (Millet ve Cumhur) çoğunluğu sağlayamıyor olacaktır. Erdoğan CHP ve İYİP içinde Meclis’te HDP’yle birlikte hareket etmek istemediğini ilan edecek milletvekilleri bulmakta pek zorlanmayacaktır. CHP’li Dursun Çiçek’in Suriye’ye tezkere için “hayır gibi bir risk olsaydı, biz de devreye girer evet’e çevirirdik” sözlerinden hatırladığımız güçlerin rejimin tehlikeli bir boşluğa düşmesi riskini bertaraf etmek için hemen devreye girmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Cumhurbaşkanlığı seçimini kim kazanırsa kuralları da o belirleyecektir. Erdoğan için bir seçim yenilgisi, ailesi ve yakın çevresiyle yargılanması, muhtemelen tutuklanması, tüm gücünü kaybetmesi demektir. Böyle bir sonucu engellemek için tüm iplerini eline aldığı devlet kurumlarını, güvenlik ve istihbaratıyla sonuna kadar seferber etmekten zinhar tereddüt etmeyecektir. Muhalefet eğer Meclis’te sağlayacağı bir çoğunlukla Erdoğan’ı frenleyebileceğini, bu büyük koz sayesinde onunla pazarlık gücünü muazzam boyutlarda artırabileceğini hesaplıyorsa ciddi bir yanılgı içerisindedir. Muhalefetin seçim yenilgisi Erdoğan rejimini değiştirme irade, güç veya arzusu olmadığının ilanı olacak, Millet İttifakı’nı oluşturan partiler geniş muhalif halk kitlelerinin desteğini hızla kaybedecektir.

Rivayetlere göre, Galyalıların lideri Brenno, MÖ 4. yüzyılda Roma ordusunu yenip başşehri işgal etmeye başlayınca Romalılar “fidye-i necat” (kurtuluş parası) vererek onu vazgeçirmeye çalışırlar. Brenno’nun “bin libre” (yaklaşık 330 kilo) kilo altın talebi kabul edilir. Romalılar anlaştıkları altın miktarını getirirler ama Galyalıların terazisindeki ağırlıklara göre miktar eksiktir. Romalılar buna karşı çıkarak “Ağırlıklarımızın (birim kütlelerimizin) doğruluğundan eminiz, sizinkiler yanlış” derler. Bunun üzerine Brenno kılıcını çıkarıp terazinin ağırlıkların olduğu kefesine koyar ve şu sözlerle kılıcın ağırlığınca da altın talep eder: “Vae victis!” (“Mağlupların vah haline!”)

Sözün özü, taraflar neticede bir anlaşmaya ulaşsa da bunun parametrelerini belirleyecek olan iki taraf değil, cumhurbaşkanlığını kazanan taraf olacaktır ve bunu herkes görecektir. Bu seçimin öncekilerden farklı bir yönü var: Hem iktidarı, hem de muhalefeti kurtaracak, sonuç ne olursa olsun mevcut lider ve kadrolarıyla devam etmelerini sağlayacak hiçbir formül yoktur. Türkiye iktidardan ya da güdümlü muhalefetten öyle veya böyle kurtulacaktır. Erdoğan iktidarı kendi ağırlığında çökmektedir, muhalefet artık iktidarı değil belki ancak kendisini kurtarabilir. Mağlupların vah haline…

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com