Sürgünde bir gün ve ‘Mustafa Ağa’

Önceki sürgününde Tatar Türklerinin ana vatana dönmesi ve davalarını dünya kamuoyuna duyurmak amacıyla 303 gün açlık grevi ile dünyada en uzun süre açlık grevi yapan kişilerden biri olan Kırımoğlu, bugün dünyanın her yerinde hem 'sürgün'ünü yaşıyor hem de Kırım'ın haklı davasını anlatıyor.

SELAHATTİN SEVİ 01 Mart 2018 YAZARLAR

Stokholm’deki sahne ışıklarının üzerine çevrildiği genç kadının “Yaşlığıma toyalmadım / Men bu yerde yaşalmadım” sözleriyle hatırlattığı büyük trajedi yaşandığında henüz bir bebekti Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu. Kendisini tanıyanların ve sevenlerin ‘Mustafa Ağa’sı Kırımoğlu ata yurdu Kırım’da 13 Kasım 1943 yılında gözlerini dünyaya açtı. Çileli ömrünün ilk yılının yarısını bile doldurmadan sürgün vagonları Orta Asya’ya taşıdı kendisini ve ailesini.

Ülkesine 1989 yılında -gizlice- dönebildiğinde geride çileli bir hayat ve bitmeyen yurt özlemiyle birlikte büyük bir direniş öyküsü bırakmıştı. O sarışın, ufak-tefek adamın sevgi dolu yüreği devleşmiş, ‘hohlaya hohlaya’ soğuk savaşın buzlarını eritmiş, gösterdiği azim ve kararlılıkla demirperdenin kilidini açmıştı Kırım Tatarları’na…

Türkiye onun yıllar sonra dönebildiği Kırım’da iyi olduğunu Türk Dünyası’nın güzel insanı, başarılı gazeteci Kemal Çapraz sayesinde duymuştu. Bir spor karşılaşması için gittiği Kırım’da Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile ilk söyleşiyi yapan kişi olma onuruna kavuşmuştu genç yaşta yitirdiğimiz Çapraz.

1980 öncesi sağ sol çatışmalarında milliyetçi-muhafazakâr kesimin idolü olan Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu adına piyesler yazılmış, oyunlar sahnelenmişti. Sonraları kendisine de anlatılan oyunlardan birinde Kırımoğlu mahkemeye çıkıyor, hakkında yine hapis cezası veriliyor, tekrar hapishane hücresine konuluyor, o ise dar hücresinde ibrikle abdest alıyor, yere seccade serip namaz kılıyordu. Kırımoğlu her seferinde piyes yazarının bu sahnesini gülerek anlatıyor, “Kardeşim ne ibriği, ne seccadesi” diyordu: “Komünist diktatörlükte herkes ve her şey kontrol ediliyor, insanların aldığı nefesler bile sayılıyor.” Bu sözleriyle baskı döneminin Türkiye’de yeterince algılanmadığından yakınıyordu.

Mustafa Ağa ile özgür ve özerk Kırım’ın son yılında, Kırım Tatar Milli Meclisi’ndeki odasında gecenin bir vaktinde görüştüğümde sokaklarda yine Rus askerleri vardı. Üniformalarında herhangi bir işaret ve rütbe olmayan binlerce asker Kırım’a girdiğinde yerli paramiliter güçler de sarkık bıyıkları ve yabani tavırlarıyla etrafa korku saçıyordu. Türkiye ve basını ise neredeyse kayıtsızdı olan bitene. Az sayıda gazeteci ile Kırım’ın sesini dünyaya duyurmaya çalışıyorduk. Mustafa Ağa, gecenin bir vakti Zaman gazetesi adına beni kabul etme inceliğini göstermişti. Kalpağını masasına bırakarak sigara üstüne sigara yakıyor, yorgunluktan küçülen gözlerini televizyon ve bilgisayar ekranından ayırmıyordu.

Dünya kayıtsız, Türkiye çaresizdi. Ülkeyi yöneten iktidar her zaman olduğu gibi ‘kuzu’ ile ağlıyor gibi yapıyor, diğer tarafta ‘kurt’la iş tutuyor, ‘ayı’ ile dans ediyordu. Ne Afrin duyarlılığı vardı Kırım için, ne Münbiç iştahı…

O günlerde Kırım’da bulunan bir dostla yıllar sonra söyleşirken söz elbette Kırım’a ve Mustafa Ağa’ya geldi. Maalesef Türkiye tıpkı 80 öncesi o piyeste olduğu gibi her şeyi abartıyordu, ama somut ve gözle görülür tek icraat yapmıyordu. Zaten o dosta da vefadan yana dert yanıyordu: “Biz vatanımız Kırım’a döndükten sonra Türkiye’den yardım maksadıyla buraya bir çok insan ve kuruluş geldi. Hep çok şey vaat edip gittiler. Ne yalan söyleyeyim, Türkiye’den Türk okulları için geldiklerinde dinleyip geçtik. Bunlar da söz verip yapmayacaklar veya hiç geri dönmeyecekler, dedik. Fakat söz verdiklerinden fazlasını, hem de çok şamata olmadan yaptılar.”

Şimdi Mustafa Ağa hayatının ikinci baharında ikinci sürgününü yaşıyor. Doğduğu ve doyamadığı topraklarına uzak. O ‘vefalı Türkler’in Kırım’daki oturma izinleri iptal edildi. Döndükleri Türkiye’de kaderlerine ya hapis ya da sürgün kaldı.

Önceki sürgünü doğuda, Özbekistan’aydı Mustafa Ağa’nın, şimdi ise batıda, eşit bir parçası olduğu Ukrayna’da…

Önceki sürgününde Tatar Türklerinin ana vatana dönmesi ve davalarını dünya kamuoyuna duyurmak amacıyla 303 gün açlık grevi ile dünyada en uzun süre açlık grevi yapan kişilerden biri olan Kırımoğlu, bugün dünyanın her yerinde hem ‘sürgün’ünü yaşıyor hem de Kırım’ın haklı davasını anlatıyor.

Asıl adı Susana Cemaleddinova olan 35 yaşındaki caz şarkıcısı Jamala ise sürgünde 1983 yılında Kırgızistan’da doğdu. Eurovision’da Ukrayna’yı temsil ederken söylediği ‘1944’ gibi eserleriyle Kırım’a ses oluyor. Benim yıllar önce, doğduğu yıllarda üye olduğum değerli Hayati Bice’nin gayretleriyle hayata geçen Türk Dünyası Kaset Kulübü’nden sipariş ettiğim Kırım Türküleri’nde hayat bulan ‘sürgün’ ağıtlarını genç Jamala’dan dinliyorum.

Ahmet Altan, New York Times‘a hapishaneden yazdığı makalesinde ‘Yazdıklarımı yaşıyorum’ diyordu. Bense dinlediklerimi ve haberini yaptıklarımı yaşıyorum.

Büyükannesinin kendisine anlattığı hikâyeleri yaşamak için geldiği Kırım’dan ‘gençliğine doyamadan’ yeniden ayrılmak zorunda kalan Jamala’yı daha iyi anlıyorum.

Geçtiğimiz yaz Düsseldorf’ta Dil Festivali’nde ani bir sürprizle sahneye çıkan ve Kırım sürgünleri ve onlarla aynı kaderi paylaşan Türkiye’nin sürgünleriyle aynı ağıta eşlik etmek, uzak ülke için gözyaşı dökmek bir tesadüf olmasa gerek.

Yüreğiniz nerede? İnsanlık ayağa kalk
Siz kendinizi Allah sanıyorsunuz
Ama herkes ölür
Benim canımı yok etmeyin
Bizim canımızı yok etmeyin
Yaşlığıma (gençliğime) doyamadım
Ben bu yerde yaşamadım
aman!, amaan…
Vatanıma doyamadım

https://www.youtube.com/watch?v=WWiEpQ0rwa4

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com