Seçimler ve Adaçayı

Tuhaf kokulardan geçilmeyen bu günlerde, çok konuşmadan ama herkese “Mutlaka sandığa gidin!” diyerek bekliyoruz. Zorlanacağınızı hissettiğinizde, zorlanacağınızı anladığınızda ya da zorlandığınızda ne yaparsınız?

ALİN OZİNİAN 21 Mayıs 2023 GÖRÜŞ

“Otur, dedim. Bir adaçayı içer misin?”
Zorba, Nikos Kazancakis

Zorlanacağınızı hissettiğinizde, zorlanacağınızı anladığınızda ya da zorlandığınızda ne yaparsınız?

Ben Adaçayı demlerim.

Zor durumların üstesinde gelebilmek adaçayı kokusu ile başlar bana göre.

Böyle kritik durumlarda, kestaneleri sivri bir bıçağın ucu ile sakince çizdikten sonra ateşe atanlar ve soğukkanlılıkla pişirip, ayıklayıp hatta ikram edenler ile de tanıştım! Yaşasın direnebilmek! Yaşasın dik durabilmek! Yaşasın yenilmemek!

Herkesin bir “silahı” olmalı, gelecek sorunlara, sıkıntılara, yenilgilere doğrulttuğu… Ne olursa olsun insanın bir “silahı” olmalı.

28 Mayıs’a kadar konuşmayalım diyorlar. Peki diyorum. Konuşmayalım.

Muhalefetin yanlışlarını konuşmayalım.

28 Mayıs’ta Erdoğan’ın kazanması halinde nasıl bir totaliter rejim ile karşılaşacağımızı konuşmayalım.

Gündelik hayattan ekonomiye, eğitimden kurumlara nasıl bir baskıcı sistemin kurulacağından konuşmayalım.

Hükümeti ile, muhalefeti ile memleketin kaderinin milliyetçi, faşizan, çağ dışı ve mide bulandırıcı aktörlere endekslendiğini konuşmayalım.

Cezaevlerindeki insanları, çocukları, gençleri hatta kendi hayatlarımızın sonunun ne olacağını unutalım bir hafta daha. Oy kullanalım, “adamın” gitmesi için her şeyi yapalım ama eleştirmeyelim, konuşmayalım.

Şimdi sırası değil. Peki.

“Lavanta gerçek âşıklar içindir… Biberiye hatırlama demektir… Adaçayı yaşama gücü demektir…” der – Çiçeklerin Kültürü eserinde Jack Goody ve ekler “Rezene dalkavuklar içindir…”

Ne fena şey dalkavuk olmak ama daha fenası da var dalkavuk olduğunu anlayamamak…

Konumuz dalkavukluk değil, konumuz Adaçayı.

Adaçayı ile bir adada 15 yaşında tanıştım ben. Burgazada’da.

“Ustam” ile tercüme yaptığım ekose bir balkon masasının üzerinde, üçgen bir limon eşliğinde geliyordu karşıma Adaçayı. Sarı renginin arkasından deniz gözüküyordu. Hangisinin rengi daha güzeldi, seçemiyordum.

Hangisinin kokusu daha güzeldi, seçemiyordum.

“Adaçayı kışların ve sonbaharların, yağmurların ve karların bir ilkbaharıydı.” diyordu Sait Faik
Şahmerdan’da. Öyleydi.

Tercümelerde yer yer çok zorlanıyordum, hoşuma gidiyordu zorlanmak. Zorlanmak başarmanın sinyaliydi. Adaçayı hem zorlanmanın, hem de başarmanın kokusu oluyordu.

Üstesinden geldikçe üstesinden gelinmesi zor olanın, gözlerim yanıyordu.

Yorgunluktan mı sevinçten mi, seçemiyordum. Seviyordum zorlanmayı.

“Hava, adaçayı ve kekik kokuyordu. Kalktım, bir kucak adaçayı topladım, bunları yastık yapıp uzandım; yorgundum, gözlerimi yumdum.” diyordu Nikos Kazancakis, Zorba’da.

Yoruluyorduk. Ama uyuyorduk ve geçiyordu o zaman.

“Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!” diyor, Orhan Veli gibi seviyorduk hayatı.

Yoruluyorduk ama henüz yorgun değildik.

Ölümsüzlük, bilgelik ve koruyuculuğu temsil eder Adaçayı. Hatta okuduğum bir kitapta “Sirke acıyı hafifletirken, ebegümeci melankoliyi dağıtır, adaçayı ise kökünü kurutur…” diyordu.

Kökünü kurutmak gereken acılar edinmemiştik oysa henüz…

Latince adı ‘Salvia Officinalis’ olan Adaçayı, ballıbabagiller familyasından. Anavatanı Akdeniz ve Ege. Memleketimizde hemen hemen her bölgede doğal koşullarda yaygın olarak yetişiyor. Bazı yörelerde ‘Acı Elma Otu’ ve ‘Dişotu’ adlarıyla biliniyor.

Griye çalan yeşil renkte yapraklarının aromalı kokusu, mor, mavi, pembe ya da eflatun renkli çiçekleri var…

Adaçayı’nın tarihte ilk kullanımı Antik Yunan ve Roma dönemine kadar gitmektedir deniyor. Bu dönemlerde ilk olarak et gibi uzun süre taze kalmayan gıdaların dayanma sürelerini arttırmak amacıyla kullanılmış.

Biz kullanmasak bile hala kullanılıyor Adaçayı etli yemeklerde.

“Memlekete” gidip gelmenin pahalı ve zor olduğu öğrencilik yıllarımda ilk kez bir İtalyan restoranında denediğim Saltimbocca ile hissetmiştim Adaçayına olan gizli ilgimi. Üzeri prosciutto ile kaplı et parçaları şarap ile marine edildikten sonra adaçayı ile tavada kızartılmıştı.

Burgaz’ı, ekose örtülü masayı, küçük zaferleri çok özlemiş, ne kadar uzak olduğumu anlamış, gözümden tabağa düşen yaşları kontrol edememiştim…

Yıllar sonra çorbalarda, omletlerde, hatta patates yemeklerine karşılaştık Adaçayı ile. Sofralarımda salatlarıma, soslarıma misafir geldi, konukları şaşırttı beni rahatlattı her zamanki gibi…

Adaçayı’nın İngilizce adı Sage, Latince ‘kurtarmak’ anlamına gelen salvare sözcüğünden geliyor. Hayranlığım temelsiz, duygularım anlamsız değil kısaca; görebilen için sihir, hissedebilen için güç Adaçayı.

Adaçayı hakkında çokça rivayet mevcut. Benim en sevdiğim ise Meryem Ana ile ilgili olanı.

“Kutsal Meryem Ana, Bebek İsa ile Herodes’un gazabından kaçmak zorunda kaldığında, kendisini saklamaları için, çayırdaki tüm çiçeklerden yardım istemiş, ama hiçbir çiçek ona yanıt vermemiş. İşte o zaman adaçayı eğilmiş ve Meryem Ana sığınacak bir yer bulmuş.

Onun sık ve koruyucu yapraklarının arasına girerek Herodes’un askerlerinden saklanmış ve askerler onu görmeden geçip gitmişler. Tehlike geçtikten sonra, saklandığı yerden çıkan Meryem Ana, adaçayına şöyle demiş: Bu andan sonra sonsuza dek insanların en çok sevdiği çiçek sen olacaksın. Seni, insanları tüm hastalıklardan koruyacak kadar güçlü kılıyorum. Bana yaptığın gibi, onları da ölümden kurtar!”

Bu inanışa göre, o zamandan beri Adaçayı, insanları iyileştirmek ve onlara yardım etmek için her yıl yeniden çiçekleniyor.

Geçen hafta, yurtdışında birlikte zaman geçirdiğim bir arkadaşım taze Adaçayı bitkisi hediye etti bana, eve götürür dikersin dedi. Ne kadar Adaçayı muhabbeti yapıp, kafasını şişirdiysem artık! Bahçede bir Adaçayı bitkim var bundan böyle. Mesudum.

“İnsan yukarıda gökyüzünü göremiyor, aşağıda gerek sokakta gerek rutubetli kanallardaki hava kıpırtısız duruyor, kokulardan geçilmiyordu. İnsan kokuları, hayvan kokuları, yemek, hastalık, su ve taş, kül ve deri, sabun ve taze pişmiş ekmek ve sirkede haşlanan yumurta, makarna ve yeni ovulup parlatılmış pirinç, adaçayı ve bira ve gözyaşı, yağ, yaş ve kuru ot buğuları birbirine karışıyordu.” diyordu Patrick Süskind
Koku’da.

Tuhaf kokulardan geçilmeyen bu günlerde, çok konuşmadan ama herkese “Mutlaka sandığa gidin!” diyerek bekliyoruz.

Zorlanacağınızı hissettiğinizde, zorlanacağınızı anladığınızda ya da zorlandığınızda ne yaparsınız?

Ben Adaçayı demlerim.

Zor durumların üstesinde gelebilmek adaçayı kokusu ile başlar bana göre.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com