Saray kapısı ve Dergâh

Dergâh dergisi yayınına ara vermesini, “Bütün dünyada gözlemlenen kâğıt tedarikinde yaşanan zorluklar ve içinde bulunduğumuz şartlar dolayısıyla...” sözleriyle sosyal medyadan duyurdu. Acaba öyle mi? Utangaç bir kepenk indirme hikâyesi...

SELAHATTİN SEVİ 31 Ocak 2022 GÖRÜŞ

“Bu Böyledir”; tarihi daha da eski olan, yeni yüzüyle 32 yıldır yayın hayatını sürdüren bir edebiyat dergisinin, Dergâh’ın yayınına ara vermesini, “Bütün dünyada gözlemlenen kâğıt tedarikinde yaşanan zorluklar ve içinde bulunduğumuz şartlar dolayısıyla…” sözleriyle sosyal medyadan duyurmak bir tercihtir.

Kepenk indirirken bile o ‘içinde bulunduğumuz şartlar’ hakkında iki kelâm edemezsiniz.

1990 yılında Ezel Erverdi yönetiminde ve Mustafa Kutlu editörlüğünde yeniden yola çıkan, edebiyat dünyasında kendince izler bırakan, genç şair ve yazarlara kapı aralayan bir geleneği utangaç bir sona sürüklersiniz.

Üniversite yıllarında iple çektiğim kısa Bursa yolculuklarının değişmez yol arkadaşlarındandı Dergâh. Yeni sefere konulan deniz otobüsleri hızla Yalova ya da Mudanya iskelelerine ulaşır, yarım kalan yazılara içinde sigara tüttürülen otobüslerde devam ederdim. Eski bir dostun yaşamasını istesem de Ali Babacan kadar umutlu değilim. Gidişata bakınca, “Ülkemizi demokratikleştirip refaha ulaştırınca, ara veren tüm yayınlar gibi, Dergâh’a da yeniden kavuşacağımız” diye cümleler kurmakta zorlanıyorum.

O kadar da kolay olmayabilir.

Okuyucu, dergi yöneticilerinin son paylaşımı kadar Saray güzellemelerine de takılacaktır. “Yeni inşa edilen Cumhurbaşkanlığı Sarayı”nın cephesine baktığımda içim açılıyor,” diye Yeni Şafak’taki köşesine başlayan, “Yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı bize Karadeniz konaklarını, Safranbolu evlerini çağrıştırıyor. Sanki ahşap gibi. Burada bir sıcaklık ve yakınlık hissediyoruz. Yüksek değil. Son zamanlarda şehirlerimizi kaplayan devasa gökdelenlere bir nazire olmuş. İyi de olmuş,” diye devam eden, geniş bir kullanım alanının ve birimlerinin hepsinin bir fonksiyon üstleneceğine inancı tam olan Mustafa Kutlu’nun adıyla anılan edebiyat dergisi için ‘müşteri’ bulunur mu bilinmez.

“Tufandan Önce” sadece dergi kapanıyor diye ağlaşanlar ellerini ceplerine atsa, abonelik parasını peşin ödese Dergâh yayınına ara vermek zorunda kalmazdı. Mevduat hesabıyla banka kurtardılar diye sıradan insanlara edilmedik hakaret, açılmadık dava bırakmayanların aylık bir dergiyi kurtaramaması da ne bileyim… Ama okura güven çoktan terk edildiği için Hasan Öztürk gibi her yolu ve ‘o yolu’ daha iyi bilenler, “Nerede zengin muhfazakârlar, duyarlı mütedeyyin zenginler?” arayışına giriyor. Mefkûre sorgulanıyor, kültürel iktidar başarısızlığına bahaneler sıralanıyor. Oysa kültürel iktidarın Saray kapısında, bakanlık koridorlarında, belediye kasasında olmadığını anlamış olmaları beklenirdi.

“Dem Bu Demdir” diye sınırsız kredi açtığınız yüksek yerlere sesiniz ulaşacak mı; Haydar Ergülen gibi şairlerin çoğalttığı feryatlar yankı odasının duvarlarını aşıp çağrı yapılan bakanlık koridorlarından bir yardım eli uzanacak mı bilinmez… Dergâh’a yardım edilirse zor günler geçiren Varlık’a, Notos’a da devlet desteği sağlanacak mı? 1933’den beri yayımlanan, edebiyatımızın seyrini belirlemiş Varlık dergisini yaşatmak da sorumluluk değil mi?

Son sayının kapağının tarihçi Mehmet Genç’in vefatından sonra yayınlanmasını istediği  “Nasyonal Sosyalizm” olması kaderin bir ironisi -cilve demeyelim, postmodern havalara halel gelir- olmalı… Yeşil kapitalizmden, talan ekonomisinden Nurettin Topçu sosyalizmine uzanan yolda zoraki verilen ‘ara’da umulur ki düşünme fırsatı olur. Dost uyarıları, edebiyatçı duyarlılıkları bir şey anlatamadıysa belki Celâl Fedai’nin, “Dergâh’ın kaderi, ‘-delikanlıya / -Erzincanlıya’ uyağı uğruna Ali Ayçil’e bırakılınca, Fahriye Abla hikâyesine dönmüştü. Bir dergi misyonunu boşlarsa kaderi de onu boşlar.” ifadesindeki gerçekler ayıltır.

“Ya Tahammül Ya Sefer” ikileminde kalan okumuş yazmış insanlar, gençler ‘sefer’i tercih ediyor, hiç mi haberiniz olmadı. Sizin utangaç kelimeler seçerek geçiştirdiğiniz ‘içinde bulunduğumuz şartlar’ dolayısıyla insanlar göç ediyor. Takati kalmayan canlar canına kıyıyor…

“Yoksulluk İçimizde.” Elbette kimse sizden haftalık bir haber dergisi ya da günlük bir gazete refleksi beklemiyor. Fakat yoksulluğun ve yoksunluğun karabulut gibi ülkenin üzerine çöktüğü bir dönemde “bütün dünyada gözlemlenen kâğıt tedariki” sorunu ile açıklanamayacak gerçekler var.

Söylenecek daha çok şey var da, neyse…

“Uzun Hikâye.”

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com