Sırrı Süreyya Önder: Tüy dikilmişi yani… Zayıfından ne gördük ki güçlenmişten göreceğiz

HDP, ‘Demokratik Cumhuriyet’ konferansıyla bu iki kavramı buluşturmanın yollarını aradı. Sancar, eski kodlarla restorasyon çabaları arasında sıkışıp kalmanın çözüm olamayacağını söylerken, Önder’in Altılı Masa’nın ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ vurgusuna yanıtı, “Tüy dikilmişi yani... Zayıf olanından ne gördük ki, güçlendirilmişinden ne göreceğiz” oldu.

ÖZLEM ERGUN 04 Şubat 2023 GÜNDEM

HDP’nin İstanbul’da düzenlediği ‘Demokratik Cumhuriyet’ konferansının ilk günü aydın, yazar, akademisyen, siyasetçi, Emek ve Özgürlük İttifakı’nı oluşturan partilerin genel başkanları ve temsilcilerinin katılımıyla tamamlandı.

İlk oturumu ‘Cumhuriyet: Yüzyılın Muhasebesi’ olarak belirlenen konferansta demokrasiden yoksun kurulan Cumhuriyet’in temel açmazlarıyla birlikte, ikinci yüzyıla girerken rejimin demokrasiyle nasıl buluşturulabileceği tartışıldı.

Sırrı Süreyya Önder, Rıza Türmen, Oya Baydar, Ahmet Türk, Murat Belge’nin de konuşmacılar arasında yer aldığı ve ‘demokratik cumhuriyet’ arayışında bir adım kabul edilen konferansın açılış konuşmasını HDP Eş Genel Başkanları Mithat Sancar ile Pervin Buldan yaptı.

MİTHAT SANCAR: MEŞRUİYET TOPLUMA GERİ VERİLMELİ

Toplumun krizlerden çıkış yolu aradığını ve bu nedenle cumhuriyetin yeni yüzyılına girerken ülkede demokrasiyi yerleştirmenin yollarını da birlikte aramak gerektiğini söyleyen HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Hedef demokratik cumhuriyet, hedef özgür vatan, eşit yurttaşlık ve bir birlikte yaşam sözleşmesidir, toplum sözleşmesidir” dedi.

Öncelikle Cumhuriyet’in 100 yılının muhasebesinin yapılması gerektiğini söyleyen Sancar, esas olanın yurttaşlığın eşit temele oturtulması ve meşruiyetin topluma geri verilmesi olduğunu belirtti.

“Oysa bizde yaşanan bunun tam tersidir. Evet meşruiyet gökyüzünden indirilmiştir ama topluma değil devlete tebliği edilmiştir. Yani meşruiyetin kaynağı devlet olmuştur, devletin çıkarları olmuştur. Özgürlük burada devletin tanıdığı ve tanımladığı çerçevede var olabilmiştir. Kimlikler ancak devletin hoş gördüğü ve çizdiği çerçeve içinde yaşam imkanı bulabilmiştir. Böyle bir yurttaşlık anlayışının özgürlük sıfatıyla anılması mümkün değildir” diyen Sancar, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana esas alınan tekçi anlayışa, bu anlayışın sonucu olan kriz ve çatışmalara dikkat çekti. Sancar’ın bu tablonun en tipik hali olarak işaret ettiği alan ise Kürt sorunu oldu:

KÜRT SORUNU VE DEMOKRASİ İLE BULUŞAMAYAN CUMHURİYET

“Cumhuriyet özgür toplum, özerk birey anlayışından uzak kalmıştır ve bu zihniyet günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Otoriter modernlikten, demokratik modernliği geçiş çabaları elbette oldu ancak Cumhuriyetin belirleyici özelliği bu olmuştur.

Topluma güvenmemek, toplumu meşruiyetin kaynağı olarak görmemek, özgür bireyi kurucu özne olarak tanımamak ve kimlikleri, farklılıkları reddetmek yüz yıldır bir kısır döngü olarak gerçekleşiyor. Bu kısır döngü sürekli kriz ve çatışma üretiyor. Çok tipik alanlar en başka Kürt sorunu ama inançlar alanında da aynı sorunu yaşıyoruz. Bugüne kadar Cumhuriyetin demokrasiyle buluşamamasının başında Kürt sorunun özgürlükçü, demokratik ve eşitlikçi bir temelde çözülememiş olması var. Aynı şey inanç ve inanç toplulukları için de geçerli.”

Cumhuriyetin yeni yüzyılında ihtiyacı olan şeyin siyaseti tam anlamıyla özgürleştirmek, bireyi özne olarak kabul etmek, toplumdaki tüm farklılara eşit ve birlikte yaşam imkanlarını yaratmak olduğunu anlatan Sancar, hedeflerinin büyük ve özgür bir toplum sözleşmesi olduğunu belirtti.

ESKİYİ RESTORE ETMEK ÇARE DEĞİL

Eski kodlarla, restorasyon çabaları arasında sıkışıp kalmanın çözüm olamayacağının altını çizen Sancar, “Eskiyi restore etmek çare değildir, bir süre sonra aynı sıkıntılara düşmemiz neredeyse mukadderdir. Elbette mevcut otoriter rejimi durdurmaktan geri durmak söz konusu olamaz. Ancak bunu yaparken önümüze bir hedef de koymalıyız yani bütün bir toplumun kazanacağı yollara, yöntemlere, siyasete ihtiyaç vardır” ifadelerini kullandı.

“Türkiye toplum olmaktan uzaklaştı. Toplum olmaya doğru gitme konusunda ciddi çabalara ihtiyaç vardır” diyen Sancar şöyle devam etti:

“Toplumsal sözleşmeyi, toplumun mümkün olan en geniş katılımıyla kurmamız gerekiyor. Yüz yılın kavşağındayız. Gelecek yüzyılı da aynı acılarla yaşamamak için bu kısır döngüyü kırmak zorundayız. Hepimiz demokratik cumhuriyeti kurma sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Bu kısır döngüyü kıramazsak yine eski kodlarla, restorasyon çabaları arasına sıkışıp kalacağız. Tek çıkış yeni, demokratik, özgür bir başlangıçtır. Bunun için de hepimizin birlikte düşünmeye ve yürümeye ihtiyacı vardır.”

PERVİN BULDAN: MESELE 85 MİLYONDUR

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ise siyasetin gittikçe daha fazla yapılan masa başı planlarıyla paylaşım hesaplarına dönüşmeye başladığına dikkat çekti.

“Mesele siyasetlerin kazanması değil, eşit ve özgür bir ülkede yaşamak isteyen 85 milyona bir demokrasi döneminin kazandırılmasıdır. Bu dönem kesinlikle başlayacaktır” diyen Buldan, demokrasi ile Cumhuriyet arasındaki en büyük çatlağı Kürt sorununun oluşturduğunu söyledi ve ekledi:

“Cumhuriyetin ikinci yüzyılında esas olan sadece Kürtlerin kazanması değil, dışarıda bırakılan tüm kesimlerin bütün halkların bir araya gelerek ortak demokratik cumhuriyeti kazanmasıdır. Hakikatle cesaretle yüzleşmek, hesaplaşmak, onarıcı bir adalet temelinde toplumsal yaraları sarmak bir daha aynı acılı süreçlerin yaşanmayacağına dair en güçlü teminat olacaktır. Kadınların eşit ve özgür yaşamının yine farklı yaşam tarzlarının özgürlükçü, laiklik anlayışıyla inşa edilmesi demokratik cumhuriyetin olmazsa olmazıdır.”

Bir cumhuriyetin ancak kadınların özgürlüğü ve eşitliğiyle gerçek bir demokratik öze ve düzeye kavuşabileceğini hatırlatan Buldan, “Merkeziyetçiliğe karşı güçlü yerel demokrasiyi oligarşiye, vesayete ve statükoya karşı demokratik cumhuriyeti, temsili demokrasi yerine katılımcı, müzakereci, güçlü demokrasiyi koymanın zamanı gelmiştir ve geçiyor sevgili arkadaşlar” dedi.

YENİ DÖNEMİN SAHİBİ TÜRKİYE HALKLARI OLACAK

Buldan, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken yeni dönemin sahibi olarak Türkiye halkları işaret etti: “Statüko ve restorasyon değil yeni yaşama davet, kurucu siyasetin yol haritasıdır. Bizler her gün büyümekte olduğumuz demokrasi ittifakımızla yine bu ülkenin demokratları aydınları, siyasetçileri, insan hakları savunucuları, emekçileri, kadınları ve gençleri olarak bu kurucu siyasetin elbette ki hepimiz sahibiyiz. Yeni dönemin sahibi de bizler olacağız. Türkiye halkları olacak. Bundan hiç kimsenin kuşkusu ve kaygısı olmasın sevgili dostlar.”

AHMET TÜRK: KÜRTLERİN TÜRKİYE’Yİ BÖLME GİBİ BİR NİYETLERİ YOK

Ahmet Türk ise Kürtlerin eşitlik talepleri karşılanmadan gerçek bir değişimden söz etmenin mümkün olamayacağına işaret etti. Değişim ve dönüşümün yaşanan haksızlıkların anlatılmasıyla mümkün olabileceğini söyleyen Türk, “Geçmişten bugüne tehlike olarak görülen Kürtlerin neden düşmanlaştırıldığının halk tarafından iyi bilinmesi gerekiyor. Kürtlerin asla ve asla Türkiye’yi bölme gibi bir niyetlerinin olmadığını, Türk ve Kürt halkının ortak, demokratik, eşit bir konumda olduğunu anlatmamız gerekiyor. Eğer gerçekten bir kucaklaşma istiyorlarsa bu ancak Kürt sorununun çözülmesi ile mümkün olacaktır” ifadelerini kullandı.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER: BUNDAN FAZLA DAYAK YEMEYİZ

Sırrı Süreyya Önder, “Lafı eğip bükmeye hiç gerek yok. Kürtler bu ülkenin istikbalinde söz ve hisse sahibi olmak istiyorlar. En az diğerleri kadar. Hani ‘Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?’ denilen meselede kastedilen Edirneli ya da Tekirdağlı çoban değil de… Kim olduğunu hepimiz biliyoruz. Onun için adını doğru koyalım. Bundan fazla dayak yemeyiz” diyerek kavramsallaştırmaların ve sorunu doğru tarif etmenin önemine dikkat çekti.

“Sorulacak soru şudur” diyen Önder, şöyle devam etti: “CHP’nin filanca ilçe, belde, il başkanı ya da yönetimde aktif siyaset yapan birisi Tayyip iktidarını devam ettirdiğinde hayatından psikolojisi dışından ne eksilir? Ne kadar dert eder? İYİ Partisi, Demokrat Partisi, Deva Partisi, Gelecek Partisi aklımıza gelmeyen bunların yaşamında ne gibi değişiklikler olur? İşte LGBTİ’leri de unutmadan bizler için bu, yaşamsal kıymette. Bedelini buradaki değişimin, dönüşümün, gelişimin tıkanmanın bedelini hayatlarımızla özgürlüğümüzle ödüyoruz.”

GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM: TÜY DİKİLMİŞİ YANİ…

Önder’in, Altılı Masa’nın bir tür seçim vaadi olarak işaret ettiği ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ vurgusuna yanıtı ise “Tüy dikilmişi yani. Biz zayıf olanından ne gördük ki güçlendirilmişinden görelim” oldu.

Önder, parlamenter sisteme dönmenin tek başına çözüm olamayacağını yakın tarihten bir örnekle özetledi: “12 Eylül cuntası sona erdikten sonra o güçlendirilmiş ya da çürütülmüş, eritilmiş artık ne sıfatı layık görecekseniz parlamenter rejime geçildiğinde iki devrimci asıldı. İdam kararına Halkçı Parti’den kaç kişinin evet oyu verdiğini ve kaç kişinin o gün meclise gelmediğini bulabilirsiniz. Kaç kişinin de hünermiş gibi demeç verdiğini. İşte yaşamsal bilgi dediğim bunlar. Bu sistem hala devam ediyor. Halen, iktidarın koyduğu kavramsallaştırmayla bizleri ve sistemin karşısında olanları tarif ediyorlar. Bu çok acı bir şeydir.”

RIZA TÜRMEN: ŞU YAŞA GELDİK DEMOKRATİK CUMHURİYET YAŞAMADIK

Rıza Türmen ise “Şu yaşa geldik demokratik cumhuriyet yaşayamadık. Bundan sonra yaşayabilir miyiz? Her şey o kadar çökmüş, o kadar dibe vurmuş ki şimdi yeni bir şey için fırsat var. Demokratik cumhuriyet tartışması yapmanın tam da zamanı” dedi.

Türmen’in de dikkat çektiği konu, ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ vaadi oldu. Türkiye’de başkanlık sistemine parlamenter sistemde geçildiğini hatırlatan Türmen, şöyle devam etti:

KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEDEN NASIL DEMOKRASİ GELECEK?

“Kürt sorununu çözmeden nasıl demokrasi gelecek hiç konuşulmuyor. Altılı Masa’da da konuşulmuyor. Bütün bu pazıl parçaları nasıl bir araya getirilecek? Parlamenter demokrasi her zaman demokrasiyi getirmeyebilir, bizde olduğu gibi. Parlamenter demokrasi olduğu dönemde de otoriter yönetim vardı. Başkanlık sistemiyle bu kurumsallaştı. Yeni bir sistem düşünmemiz gerekiyor.”

Geçmişle hesaplaşmadan, yüzleşmeden tek kimlikli vatandaş yaratmanın açtığı acılarla, sorunlarla yüzleşmeden bir dönüşümün mümkün olmadığının altını çizen Türmen, “Türkiye’de demokrasi tartışmaları her zaman devlet üzerinden yapılmıştır, demokrasinin aslı unsuru olan demos yani halk bu tartışmalar içinde hiçbir zaman yoktur. Şimdi bunu tersine çevirmek, demokrasi tartışmalarını halk üzerinden yapmak gerek. Aşağıdan yukarıya nasıl bir demokrasi yaratılabilir bunu tartışmak lazım. Altılı Masa’nın belgesinde de katılımcılık söz konusu ancak nasıl bir katılımcılık olacağı ortada yok. Bir laf var ama nasıl olacağı ortada yok. Türkiye’de halkı siyasetin içine çekmemiz lazım. Siyaset geniş halk kitleleriyle yapılması gerekir. Halkın merkezi karar mekanizmalarına katılması gerekiyor” şeklinde konuştu.

MURAT BELGE: HDP’NİN OLMADIĞI BİR MASAYLA DEMOKRASİYE ULAŞMAYA ÇALIŞIYORUZ

Murat Belge, HDP’nin olmadığı bir masayla demokrasiye ulaşılmaya çalışıldığını ancak bunun mümkün olamayacağını anlattı. “Bize bir değişiklik vaat ediyorlar bugünlerde” diyen Belge, şöyle devam etti:

“Bir tür diktatörlük, jakoben diyebileceğimiz bir diktatörlük altında yaşarken şimdi plebisiter popülist bir diktatörlük altında yaşayalım gibi bir alternatif sunuyorlar. Sonuçta, demokrasinin yanından pek geçmeden devam etmemizi sağlayan bir takım ‘tedbirler’.

Şimdi seçime de yaklaşıyoruz. Zaten konuşmaya gelenler de kritik bir dönemde yaşadığımızı vurguluyorlar. Nedir bu kritik önem? Yani bu ikinci diktatörlük çerçevesinde bir seçim daha kaybedersek ne olacağını tahmin etmek zor, iyi şeyler olmayacağını tahmin etmek gayet kolaydır.

Peki Türkiye’de şimdiye kadar doyurucu, yeterli bir demokrasi olamamasının nedenleri arasında mesela bir Kürt sorunu yok mu? Var. En büyük sorunlardan biri ve bir şey yapamamışız. İçinde HDP’nin olmadığı bir masayla demokrasiye ulaşmaya çalışıyoruz. Bu, klasik antidemokratik biçim yani jakoben tarza uygundur.”

OYA BAYDAR: CUMHURİYET, SAKAT DOĞMUŞTUR

Oya Baydar ise Cumhuriyetin aslında bir tür ‘sakat doğum’ olduğunu söyledi. Cumhuriyetin malul olduğu sakatlığın, ulus devletin egemen Türk ulusu üzerinden tanımlanması olduğunu söyleyen Baydar, “Başka türlü olabilir miydi?” sorusunu sordu ve Altılı Masa’nın mutabakat metninin özünün yine devlete baktığını ekledi:

“30’lar hadi faşizan dönem… Ondan sonraki yıllarda da demokratik bir cumhuriyet kuramadık ama başarabilirdik. Sonrasında yeni yerlere varabilir, yeni bir çocuk doğurabilirdik.

Devlet, ona kul olunması gereken yüce varlık. Altılı Masa’nın ortaklık belgesinin yeni özü yine devlete bakıyor, devlet açısından, devletin restorasyonuna çabalıyor. Devlet açısından baktığımız zaman sorunu çözmemiz mümkün değil. 2 bin 300 maddede bir tek Kürt meselesi yok, hadi bunu geçelim eşit yurttaşlık yok. Bu devlet aklı aşılmadan demokratik cumhuriyetin mümkün olmadığını düşünüyorum.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com