‘Altılı masa ancak iktidarın çizdiği çerçevenin dışına çıkarsa kazanır’

Eski AİHM yargıcı, 24. Dönem CHP İzmir Milletvekili, emekli diplomat Rıza Türmen Kronos'a konuştu: 6’lı masa bugünkü rejimi değiştirmek için önemli. Onun için iktidarın çizdiği çerçevenin dışına çıkabilmesi, halka daha yakın olması gerek. Çünkü bu seçimi kazanmak zorunda.

ÖZLEM ERGUN 11 Ocak 2023 SÖYLEŞİ

Eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hakimi Dr. Rıza Türmen.

HDP’ye açılan kapatma davası, dava karara bağlanmadan HDP hesaplarına bloke konulması, Ekrem İmamoğlu için istenen hapis cezasına eşlik eden siyasi yasak talebi, ‘AYM’nin ikili hukuku’, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkında uygulanmayan AİHM kararları… Tüm bunlar; Türkiye’nin son yıllarına ilişkin demokrasi, hukuk, insan hakları alanlarındaki resmini açık eden, toplumun ne türden bir cendereyle zapturapt altına alınmaya çalışıldığını söyleyen fiili durumlardan/pratiklerden birkaçı.

“Tarihi ve kritik” diye işaretlenen 2023 seçimlerine giderken, sandık sonrasının olası yeni tablosunun inşa süreçleri seçim gündeminin parçası haline çoktan geldi.

“20 yıllık AKP iktidarının son seçimi” değerlendirmeleri arasında yeniden şekilleneceği varsayılan siyaset düzeneğinde, eski olanın yerini alacak yeninin neye benzeyeceği siyasetin şimdisini de şekillendiriyor.

Altılı Masa, 28 Kasım’da kamuoyuna duyurduğu 84 maddeden oluşan Anayasa değişikliği teklifiyle seçim sonrası oluşacak olası yeni momentte parlamenter sisteme geri dönüleceğini açıklasa da “Dertlere derman olacak mı?” sorusunun yanıtı pek çok toplumsal kesim için muğlak/yetersiz ve hatta olumsuz.

1996-1998 arasında Avrupa Konseyi’nde daimi temsilcilik görevinde bulunan, 1998’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıçlığına seçilen ve 2008’e kadar bu görevi yürüten hukukçu Rıza Türmen’le seçimlere giderken tüm bu Türkiye tablosunu konuştuk.

Sözü; “6’lı masa bugünkü rejimi değiştirmek, demokratik bir rejime geçebilmek bakımından önemli. Onun için 6’lı masanın işlerini iyi yapmasını sağlamak, iktidarın çizdiği çerçevenin dışına çıkabilmesini, halka daha yakın olmasını, halka dokunabilmesini sağlamak gerek. Çünkü bu seçimi kazanmak lazım” diyen Türmen’e bırakıyoruz.

ÖNCE KARAR VERİP SONRA HDP’NİN GÖRÜŞÜNÜ ALMAK SKANDALDIR

Anayasa Mahkemesi, HDP’nin hesaplarına tedbiren bloke konulması talebini kabul etti. Henüz kapatma davası karara bağlanmadan hesaplara bloke kararı ne anlama geliyor, kararın hukuki dayanakları var mı?

Bu kadar hukuktan yoksun pek az karar gördüm. Hazine yardımından yoksun bırakma kararı Anayasa’ya göre yargılamanın sonucunda verilebilecek bir karardır. Anayasa Mahkemesi (AYM) yargılama sonucunda, siyasi partinin kapatılmasına karar verebilir yani yaptırım yargılamanın sonucunda ortaya çıkabilecek bir şey. Yargılama sonucunda verilecek bir kararın yargılama devam ederken verilmesi hukuka aykırıdır.

Bu kararın verilmesi 3’te 2 çoğunlukla mümkün, burada bu çoğunluk yok. ‘Bu bir ara karadır’ deniyor, oysaki parti kapatma davalarında ‘ara karar’ diye bir şey yoktur. Ara karar dernekler kanununda olan bir şeydir. Şimdi bu karar nereden çıktı, hukuki dayanağı nedir? Hiç belli değil. Hukuki dayanağı olmayan bir kararın AYM tarafından benimsenmesi çok garip. Bu, işin siyasi tarafı olduğunu gösterir.

Bir de başka bir şey daha var. Önce kararı alıyor ondan sonra “HDP’nin görüşünü alacağız” diyor. Tedbir kararıyla hesaplar bloke edildikten, her şey olup bittikten sonra “Ben HDP’nin görüşünü alacağım diyor. Bu bir adil yargılama makamı için skandaldır. Bu kadar da olmaz.

HDP’YE AÇILAN DAVANIN BİR ‘SEÇİM HİLESİ’ OLDUĞU ÇOK AÇIK

İddianameyle HDP’nin temelli kapatılması ve 451 partiliye de siyasi yasak getirilmesi talep ediliyor. Daha çok bir ‘seçim hilesi’ olarak değerlendirilen girişimin AKP-MHP iktidar blogu açısından sonuçları neler olacaktır?   

‘Seçim hilesi’ olduğu çok açık, sandıkta da sonuçları elbette olur. AKP-MHP blogu bundan zarar görecektir. HDP, 6 milyon insanın verdiği bir parti. HDP’yi böyle hukuksuzlarla dolu bir sürecin içinde yargılayıp kapatırsanız bu 6 milyon insan HDP’ye büsbütün bağlanır tabi. Üstelik de HDP’ye oy vermeyecek karasız seçmen de bu haksızlık karşısında HDP’ye oy verir. “Şimdi bu hangi akla hizmet?” derseniz, onu bana sormayın.

KOMPOZİSYON ERDOĞAN’IN ATADIĞI YARGIÇLARA KAYMIŞ DURUMDA

AYM’nin verdiği kararlarda ikili bir hukuka tabi olduğu eleştirileri var. Mesela, en son iki Ermeni Vakfı’nın el konulan mülkleri için iade kararı veren, “Sohbetlere katılma ve sendikaya üye olma suç kabul edilemez” diyen AYM, HDP’nin hesaplarına bloke konulması talebini kabul etti. Bunu nasıl okumalıyız? 

AYM’nin kararlarını etkileyen birçok faktör var. Bir kere kompozisyon farkları var. ‘Atanmış yargıçlar nasıl oy veriyor?’ diye baktığımızda… Kompozisyon Cumhurbaşkanı’nın atadığı yargıçlara kaymış durumda. Karalar, 1-2 oy farkla çıkıyor. Tabi davadan davaya dairelerin kompozisyonları da değişiyor.

Başka bir faktör daha var. AYM iki farklı iki etki altında çalışıyor. Biri Avrupa insan Hakları Mahkemesi (AİHM). Çünkü AYM’ye bireysel başvuru hakkının tanınmasında AİHM önemli bir rol oynadı. AİHM, AYM’ye bireysel başvuru hakkının tanımasını istiyordu, birçok dava AYM’de görülebilsin diye.

AİHM dedi ki, “Birçok konuda AYM etkili bir iç yargı yoludur ama ben bunu izlemeye devam edeceğim.” AİHM, kapıyı tamamen de kapatmadı. Şimdi AYM’nin kararları AİHM’in kararlarıyla çelişkili hale düşerse bir zaman sonra AİHM, “Bu olmuyor, dolayısıyla bireysel başvurular açısından AYM etkili iç yargı yolu değildir” diyecek. Böylece başvurular AYM’ye değil, AİHM’e gelecek. Yani AYM’nin iç yargı yolu olarak tüketilmesi zorunluluğu ortadan kalkacak.

Bu, Türkiye açısından çok büyük bir darbe olur. AYM, bu böyle olsun istemiyor, onun için ihtiyatlı davranıyor. Hiç olmazsa siyasi niteliği olmayan davalarda AİHM içtihatlarını uyguluyor izlenimi vermek istiyor. Yargının bağımsız olmadığı bir ülke, yargıçların üzerinde siyasi baskıların ağır olduğu bir ülke…

Zaten tayin usullerine baktığınızda yargıdan birtakım kişiler mükafatlandırılmak için AYM üyeliklerine getiriliyor. Böyle bir siyasi ortamda çalışıyor AYM. Onun için davanın siyasi niteliği arttıkça AYM’nin tarafsız ve bağımsız olmaktan çok siyasi baskı altına girdiğini görüyorsunuz. HDP’yi kapatma davası, Osman Kavala davası, Demirtaş davası bunlardan.

BU TABLO, TÜRKİYE’DEKİ REJİMİN NE OLDUĞUNU SÖYLÜYOR ASLINDA

Seçimlere giderken bir başka dava süreci de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında başlatıldı.  Karar, istinaf ve Yargıtay süreçlerinin ardından kesinleşirse İmamoğlu’nun İBB Başkanlığı düşürülecek. Öngörünüz nedir, nasıl kararlar çıkacak?

Bir hukuk ve adalet duygusu varsa istinafta bozulmasa bile Yargıtay’da bozulması gerekir. Ama böyle olacak mı? Türkiye’de yargı bağımsızlığıyla ilgili siyasi baskılar çok ciddi kuşkulara yol açmakta. Bu açıdan bakılınca Yargıtay ne karar verir doğrusu bilmiyorum.

Bir taraftan İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olarak çıkmasının önüne geçilmek, bu ihtimal ortadan kaldırılmak isteniyor. Adaylık ortaya çıkar ve hüküm kesinleşirse adaylık gerçekleşmeyecek ya da ‘seçime girdi kazandı’ diyelim onda sonra hüküm açıklandı bu sefer de mazbata verilmeyecek.

Tüm bunların ötesinde de seçimden önce İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ne el konulmak isteniyor. İki seçimde kazanılmayan İBB yargı kanalıyla kazanılmak isteniyor. Bu hiçbir yere sığmaz; ne demokrasi ne de hukuk devletiyle bağdaşmayan şeyler bunlar. Bu tablo, Türkiye’deki rejimin ne olduğunu söylüyor aslında.

BAĞLAMI NE OLURSA OLSUN ‘AHMAK’ DEMEK HAKARET DEĞİL

AİHM’in bu tür ‘hakaret davaları’nı incelerken ölçüsü, konuya ilişkin temel perspektifi nedir?    

AİHM karalarını kriter olarak aldığınızda ortada iki tane sorun var. Birincisi ‘ahmak’ demek hakaret midir değil midir? ‘Ahmak’ sözcüğünün hangi bağlamda kullanılırsa kullanılsın hakaret kabul edilmediğini AİHM’in pek çok kararında görüyoruz. ‘Ahmak’ sözcüğü hakaret olarak değil, bir siyasi eleştiri olarak kabul ediliyor.

İçişleri Bakanı Soylu ile İmamoğlu arasında geçen diyaloğu bütünüyle ele aldığınızda; Soylu İmamoğlu’na ‘Ahmaksın sen’ diyor. Avrupa Yerel Yönetimler toplantısında konuşan İmamoğlu da, “Asıl ahmak sensin benimle uğraşacağına asıl şuraya bak” diyerek seçimin ikinci kez yapılmasının ülke dışında bıraktığı etkiye işaret ediyor.

DEMİRTAŞ DAVASI DA BAKANLAR KOMİTESİ’NDE, O DA AYNI YOLA GİREBİLİR

Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala AİHM kararlarına rağmen bugün halen tutuklu. HDP kapatılma tehdidiyle yüz yüze… AİHM, AİHS ve Avrupa Konseyi kararlarının/ içtihatlarının hükümet nezdinde hâlâ bir anlamı var mı?

Bir anlamı yoksa o zaman ne işimiz var oralarda. Bu işin birkaç yönü var. Birincisi, mahkeme kararlarının uygulanmaması hukuk devletiyle bağdaşmaz. Türkiye bir hukuk devletiyse mahkeme kararlarını gerek içeride gerek dışarıda uygulaması gerekir. Onun ötesinde sizin taraf olduğunuz bir sözleşme var. Bu sözleşme diyor ki; “AİHM kararları bağlayıcıdır devletler bunlara uymakla uygulamakla yükümlüdür”. Bu çok açık, tartışılacak/ yorumlanacak hiçbir tarafı yok. “Uluslararası anlaşmalardaki yükümlülüğünü yerine getir” diyor.

Bütün bunların ötesinde de Türkiye ‘hukuk devleti’, ‘hukukun üstünlüğü’ gibi değerleri reddediyor. Yani AİHM’in üstünde oturduğu Avrupa Konseyi’nin kurulma nedeni olan hukukun üstünlüğü gibi ortak bir zemini yok ediyor. Türkiye, buralara girmekle demokratik devletler topluluğu içine girdi, Türkiye bu ortak değerleri paylaştığı taahhüdünü verdiği için orada. Şu anda bu ortak değerleri reddediyor, en vahimi de bu.

Bu arada, Osman Kavala davasıyla ilgili ihlal prosedürü başlatıldı. AİHM yeniden karar verdi; şimdi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Parlamenter Asamblesi bu kararı nasıl uygulatacaklarının yollarını arıyor, Türkiye’yle temas kurmak istiyorlar. Türkiye, bu diyaloğa ne kadar yanaşır o da kuşkulu.

İhlal prosedürünün bugün yürürlükte olduğu Avrupa Konseyi’nin içinde tek bir ülke var: Türkiye.

Selahattin Demirtaş davası daha sonra Bakanlar Komitesi’ne geldi o da aynı yola girebilir. Orada da derhal serbest bırakılması isteniyor, orada da 18. Madde ihlali var. AİHM, 18 Maddeyle Demirtaş’ın tutuklanmasının siyasi nedenlerle yapıldığını söylüyor. Bu çok ağır bir şeydir.

Bu kararların uygulanması AİHM açısından da çok önemli, AİHM sisteminin saygınlığını sürdürebilmesi için belirleyici.

Türkiye gibi ülkelerde AİHM insanların son umudu çünkü insanlar adaleti Türk yargısında arayamıyor çünkü Türkiye’de yargı iktidarın silahı haline gelmiş durumda. O zaman adalet Türkiye dışında aranıyor.

BENİM DE ‘BUGÜN OLSA O KARARI VERMEZDİM’ DEDİĞİM KARARLAR VAR

İnsan hakları hukukçusu ve araştırmacısı Işıl Kurnaz’la birlikte kaleme aldığınız “Bir AİHM Yargıcının Not Defteri” isimli kitabınız birkaç ay önce okuruyla buluştu. Kitapta neler var, nasıl bir anlatının ürünü? 

10 yıl AİHM’de görev yaptım. Bu 10 yılın getirdiği bir birikim var, öncelikle bu birikimi aktarmak istedim. Kitapta;  AİHM’in kuruluşu, geçmişi, ne işe yaradığı, nasıl bir işleve sahip olduğu var.

İkincisi, kitapta AİHM kararları ve AİHM karalarıyla ilgili bir eleştiriler de var. Bazen kendimle ilgili de eleştiriler var çünkü ‘bugün olsa bu kararı vermezdim’ diye düşündüğüm durumlar da oldu. Kitap, aynı zamanda Türkiye’deki yargının da eleştirisini içeriyor.

Okuması kolay, hukuki bir kitap olmaktan çok tüm bunları hikaye eden bir kitap. Bütün bunların amacı ise Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları mücadelesine katkıda bulunmak.

Rıza Türmen.

İKTİDAR KENDİ GERÇEKLERİNİ POMPALIYOR AMA GERÇEK O DEĞİL

 Önceki seçimlerde mühürsüz oyların sayılması, seçim iptali gibi sandığı şaibeli kılacak deneyimler yaşandı. YSK’nın, iktidar partisi lehine kararlar aldığına tanık olduk.  2023 seçimlerinde toplumu nasıl bir tablo bekliyor? Adil ve sağlıklı bir seçim olabilmesi için yurttaşlar ne yapmalı?

Adil bir sağlıklı bir seçim dediğiniz zaman bu sadece sandıktan çıkan oyların doğru sayılması, oy pusulalarına doğru geçirilmesi değil çünkü seçim uzun bir süreç ve başlamış durumda.

Seçime giderken bir kere halkın doğru bilgi alabilmesi lazım, bu da ifade özgürlüğü, basın özgürlüğüyle çok yakından ilgili. Yani halkın doğru bilgilendirilmesi… Çünkü halk ancak bildikleriyle seçim yapabilir. Bugün basın büyük baskılar altında ve yandaş basın iktidarın borazanlığını yapmakta, büyük bir beyin yıkama kampanyası var. Bunun yanı sıra ifade özgürlüğü yok, insanlar düşündüklerini diyemiyor, dese başı derde giriyor, en ufak bir eleştiri ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçu olarak nitelendiriliyor.

Bir taraftan da Türkiye hakikat sonrası (post-truth) şeylerle yönetiliyor. İktidar kendi gerçeklerini pompalıyor ama gerçek o değil. Gerçek başka bir şey fakat iktidarın hakikat sonrası söylemlerine itiraz hakkımız yok. Hal böyle olunca zaten serbest ve sağlıklı bir seçimden söz etmek olanaklı olamıyor.

Bir yandan sansür yasası çıktı, bir yandan seçim kanun değişti. Seçime giden yollar şimdiden adil olmayan taşlarla döşenmeye başladı. Bütün bunlar endişe doğruyor. Seçim yaklaştıkça baskılar artıyor. Milliyetçilik havası yaratılıyor ve bu havaya uymuyorsanız vatan haini sayılıyorsunuz. Bunlar çok endişe verici şeyler, demokratik bir seçimin koşulları bunlar değil.

BUGÜNKÜ REJİMİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN 6’LI MASA ÖNEMLİ ANCAK…

6’lı masa, 28 Kasım’da kamuoyuna duyurduğu 84 maddeden oluşan Anayasa değişikliği teklifiyle seçim sonrası oluşacak olası yeni momentte ‘parlamenter sisteme’ geri dönüleceğini açıkladı. Parlamenter sistem, kendi başına dertlere derman olabilir mi?     

6’lı masa bugünkü rejimi değiştirmek, demokratik bir rejime geçebilmek bakımından önemli. Onun için 6’lı masanın işlerini iyi yapmasını sağlamak, iktidarın çizdiği çerçevenin dışına çıkabilmesini, halka daha yakın olmasını, halka dokunabilmesini sağlamak gerek. Çünkü bu seçimi kazanmak lazım.

Buraya kadar tamam da ondan sonra nasıl bir demokrasi sorusu var? 6’lı masanın orada bize sunduğu tek seçenek, temsili-parlamenter demokrasi… Biz parlamenter demokrasiyle bu hale geldik. Bugünkü bu dijital dünyada parlamenter demokrasi eskimiş/zamanını doldurmuş bir tutumdur.

PARLAMENTER SİSTEM KOLAYLIKLA TEK ADAM REJİMİNE DÖNÜŞEBİLİYOR 

“Mevcut durumun parlamenter demokrasi içinde başladığını unutmamak gerek. Demek ki parlamenter rejimde otoriterliğe geçiş olabiliyor ve gördük ki kolay da oluyor” diyorsunuz. Parlamenter demokrasinin sorunları nedir?

Parlamenter rejimde gerçek bir kuvvetler ayrılığından söz etmek mümkün değildir. Mecliste çoğunluğa sahip partinin başıyla, yürütmenin başı aynı kişidir. Böylece Meclis’teki çoğunluğu istediği gibi manipüle edip istediği kanunları çıkabilir. Meclis’in yürütmeyi denetlemesi de kolay değildir.

Denetleme işi tamamen yargıya kaldıysa, yargıyı ayak bağı olarak gören yürütme çıkardığı yasalarla yargıyı da kendine bağlar. Türkiye’de bu olmuştur.

İkincisi de çoğunluğun azınlık üzerinde tahakküm kurmasıdır. Azınlık her türlü karar mekanizmasının dışında bırakılıyor, karalar çoğunluk tarafından alınıyor.

Türkiye’de bunlara ilave olarak bir de liderlik sorunu var. Türkiye’deki siyaset lider odaklı ve liderin kişiliğinin partinin önüne geçtiğini görüyoruz. Partinin seçmen üzerindeki etkisi, lider mitosu-efsanesiyle sağlanıyor. Yaratılan ‘güçlü lider’, ‘otoriter lidere’ dönüşüyor ve seçim yoluyla değiştirilmesi de güçleşiyor. Ve tek adam rejimine kolaylıkla geçilebiliyor.

Parlamenter demokrasinin (temsili demokrasi) bir başka sorunu da, oy vermiş olanlarının sesinin Meclis’te duyulamaması.

Seçilen temsilciler seçildikten sonra halktan kopuyor, kendi gündemlerini izliyor, halkın temel meselelerinden uzaklaşıyor ve halkın sesi giderek parlamentoda duyulmaz oluyor. Türkiye’de bugün siyaset, halksız yapılıyor. Siyaset, parti liderleri arasında yapılan dar bir alana sıkışmış durumda.

İKİNCİ MECLİS, SEÇENLE SEÇİLEN ARASINDAKİ MESAFEYİ KISALTABİLİR

“Daha radikal bir dönüşüm sağlayacak, yeni bir umut verecek başka projeler üzerinde durmak gerek’ diyorsunuz. Bu bağlamda ikinci bir meclis (halk meclisi) öneriniz var Sözünü ettiğiniz/önerdiğiniz İkinci Meclis tam olarak ne işe yarayacak?

Halka siyasete katılım hakları tanınmalı, İkinci Meclis teklifi bu açından bence önemlidir. Katılımcı siyasetin, parlamenter demokrasinin alternatifi olması gerekmez. İkisi aynı anda mümkün, pekala birlikte olabilir.

Bu sistem şöyle işleyebilir: Mahalle Komiteleri, bağlı oldukları Kent Konseyi’ne seçtikleri birer delegeyi gönderirler. Her ilçede Kent Konseyleri’nin delegeleri toplanarak ikinci Meclis’e gönderilecek temsilciyi seçerler.

İkinci Meclis, seçenle seçilen arasındaki mesafeyi kapatmak, halkın sesini duyurmak, halkla süreli bir diyalog kurmak bakımından önemli bir işleve sahip olacaktır. Böyle bir model seçmeni de yurttaş yapar. Seçmen sadece 4-5 yılda bir oy veren olmaktan çıkıp, doğrudan doğruya yönetime katılan yurttaş ve değişimin motoru haline gelebilir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram