Prof. Ahmet İnsel: Macron’un ‘İslam bunalım yaşıyor’ sözleri her şeyden önce laikliğe aykırı ama hakaret değil

Erdoğan'ın sırtında kamburu olmasa bu işlerden anlıyor olsa, Macron’u gayet güzel eleştirebilir. Bu yaptığın açıklama laiklik ilken ile çelişiyor der. Ama o zaman da Macron, 'Sen mi laikliğe vurgu yapıyorsun' der.

ALİN OZİNİAN 05 Kasım 2020 SÖYLEŞİ

Prof.Dr. Ahmet İnsel

Prof. Dr. Ahmet İnsel ile Fransa ve Türkiye’de uygulanan laikliğinin tarihi sürecini, farklarını ve hangi amaçlara hizmet ettiğini, Batı’nın Türkiye’ye olan tavrını, artan Aşırı İslamcı terör eylemlerini, muhalefetin çaresizliğini, iktisadi ve siyasi açmazlar sebebi ile agresifleşen hükümetin, olası yaptırımlara vereceği tepkileri Kronos için konuştuk.

Türkiye’nin son yıllarda laiklikten uzaklaşmasını yorumlayan İnsel’e göre, Cumhuriyet’in ilk yıllarında bile Türkiye hiçbir zaman tam anlamı ile laik olmadı. Din ile devlet işleri arasına mesafe koymaktansa, resmi olmayan bir devlet – dini, Türk usulü bir Müslümanlık kurgulandı. İnsel, Türkiye’deki laiklikliği bu seplerden yola çıkarak “Alaturka Laiklik” olarak adlandırıyor.

Fransa-Türkiye arasındaki gerginlik hakkında sorularımızı yanıtlayan Ahmet İnsel, Fransa’nın Radikal İslam ile mücadele ederken, ülkedeki aşırı sağın yükselişine dikkat çekti. Batı’nın ciddi bir şekilde Türkiye’den ürkmeye başladığının altını çizen İnsel, NATO’nun askeri olarak güçlü ülkeleri; Fransa, ABD, İngiltere açısında Türkiye’nin artık güvenilir müttefik konumunda olmadığını, İncirlik üssü ile ilgili gelişmelerin ve Batı’nın Türkiye’yi kendisinden “uzaklaştırma operasyonlarının” gündeme gelebileceğini vurguladı.

Radikal İslamcı saldırılarla sarsılan Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron “Laiklik öldürmez” dedi.  Türkiye’yi bir tarafa bırakalım, Fransa özelinde de çok iddialı değil mi bu söylem?

Benim de hoşuma gitmedi ama orada söylemek istediği başka bir şey var. Fransa türü laiklik, dini cemaatlere saldırmaz, yok etmez, cinayet işlemez demek istiyor. Eşitlik ilkesi barış ilkesi bu tip terör saldırılarını doğurmaz demek istiyor. Fransa’da İslami cihat gerekçesi ile Fransa’da 200’den fazla insanın 20 yılda öldürüldüğünü düşünürsek anlatmaya çalıştığını daha rahat kavrarız.

Peki Macron’un İslam hakkındaki sözleri? Laik bir ülkede bir siyasetçinin bu tip sözleri laiklik ilkesi ile çelişmez mi?

Fransa’nın ruh halini anlamak ile beraber, o tip sözleri evet söyleyemez. “İslam dininin bir sorunu var, kendine çekidüzen vermelidir, bunalım yaşıyor” gibi sözler söyleme hakkında sahip değil.

“İslamcı terör bunalımı var, Radikal İslam bunalımı var” diyebilirdi. Din üzerinden değil, olaylar üzerinden bunalıma, soruna vurgu yapabilirdi. Sadece İslam için değil, Yahudilik, Hristiyanlık ya da Budizm için de söyleyemez bunu. Bugün Polonya’da kadınların kürtaj hakkı ellerinden alınmaya çalışılıyor, kadınlar tepki gösteriyorlar. Bu durumda Katolik inancı bunalımı da diyemez, Radikal Katolik muhafazakarlığı sorunu yaşanıyor diyebilir.

Peki, diyemez çünkü laiklik ilkesi ile bağdaşmaz fakat bu haksız yere dediği şeyler hakaret midir?

Değildir. Erdoğan’ın sırtında kamburu olmasa bu işlerden anlıyor olsa, Macron’u gayet güzel eleştirebilir. Bu yaptığın açıklama laiklik ilken ile çelişiyor der. Ama o zaman da Macron, “Sen laik bir ülkenin cumhurbaşkanı olarak Ayasofya’da dua okudun, her cuma camiidesin, millet değil ümmet adına konuşuyorsun.” der. Sen mi laikliğe vurgu yapıyorsun der.

Bunları diyemediği için Erdoğan, Macron’u İslam’a hakaret etmekle suçluyor. Yoksa ‘İslam bunları yaşıyor’ demek bir tespit. Bunu Müslümanlar da diyebilir hatta Mehmet Akif Ersoy demiştir. Demek istediğim İslam’ın iyiliği açısından da yapılabilir bu tespit. Fakat Erdoğan’ın hesabı başka, o “Yerli ve Milli” ittifakını güçlendirmek için yapıyor bunları, kendine Müslüman dünyanın bir temsilcisi bir, Selahattin Eyyubi olarak göstermeye çalışıyor.

İSLAMOGOŞİSTLER VE YÜKSELEN FRANSIZ SAĞI

Ülkü ocakların kapanması, diğer alınacak önlemler, Fransa’nın bu adımları terör saldırlarının yanı sıra Türkiye’nin agresif dış politikası ile ilgisi var mı?

Kendilerin Bozkurtlar olarak tanımlayan grubun, Ermeni cemaatinin yoğun olduğu Lyon’daki saldırları ve son olarak Ermeni Soykırım Anıt’ına yaptıkları tahrik edici eylemlerinden, “1915-Erdoğan” yazılmasından sonra gerçekleşti bu kapanma kararı. İlk değildi Eylül ayında da yapıldı Ermenilere saldırılar, bu sonuça kamu güvenliği ve barışı sorunu. Kısaca Ermenilere yapılanlar ile ilgili bu radikal müslümanlar için alınan, laiklik çerçevesindeki önlemlerden farklı.

Laiklik çerçevesinde, Paris’in yakınlarındaki Pantin’deki caminin 6 ay süreliğine kapatılması var. Ayrıca “İslamofobi ile Mücadele Kollektif’nin” kapatılması gündemde. Belki bu kollektif de Selefi unsurları barındırıyor ama diğer yandan Fransa’da Müslüman olduğu için taciz edilen, mağdur olan kesimlerin haklarını korumak için oluşturulmuş bir kollektif. Kolektifin adındaki İslamofobi rahatsızlık yaratıyor.  “Fransa’da İslamofobi vardır” denmesi rahatsız ediyor Fransız sağını, artık burada laiklik değil, Fransa’nın kendine yönelik eleştiriyi kabul edememesi var. Hükümet ve Fransız sağı İslamafobi kelimesinin kullanılmasını bir tür Selefilik ile eşit anlamda kullanıyor hatta bu yüzden Milli Eğitim Bakanı “İslamafobinin var olduğunu, devlet ırkçılığı olduğunu iddia eden araştırmaların İslami Teröre zemin hazırladığını” iddia etti ki çok büyük tepki aldı. Onlara “İslamogoşist” adını taktılar.

Erdoğan durmadan Batıyı suçluyor, siz Müslüman düşmanızsınız, bizi ezdiniz, soykırımcısınız, diyor. Batı tüm bu tavırdan ve Türkiye’den ürküyor mu?

Ürküyor. Fransada sağ ve aşırı sağ ürküyor. Son 20 yılda Fransa’ya gelen göçmenlerin çoğu Müslüman ülkelerden. 30’larda İtalya’dan ya da  Portekiz’den geliyorlardı şimdi durum farklı. Göçmen sorununda bu dediğiniz endişeyi yükseltiyor. “Göçmenler kimliğimizi bozacaklar, işimizi ekmeğimizi elimizden alacaklar”, konusunu işleyen bir sağ söylem var ve etkili bu söylem. Buna bir de o göçmenlerin dini olan İslam ve radikal islamcılığının artan saldırlarını eklersek, her şey üst üste geliyor. “Avrupa kimliğini kaybedecek ve 2050ye geldiğimizde Fransa’da Müslümanlar çoğunluk olacaklar” tevatürü mevcut… Türkiye’deki ırkçılar da Kürtler için söylerler aynı şey…

BATI TÜRKİYE’Yİ KENDİNDEN UZAKLAŞTIRACAK YAPTIRMILARA BAŞVURABİLİR

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell Türkiye’nin “bu tehlikeli gerginliği tırmandırmayı sonlandırmaz ise tecritle yüzleşebileceği uyarısı yaptı. Bu tecrit gerçekçi mi?

Evet, farklı şeyler gündeme gelebilir. ABD’de NATO içinde çok ciddi biçimce, Türkiye’deki bazı üstlerin özellikle İncirlik üssünün Yunanistan Girit’e taşınması ihtimali değerlendiriliyor. NATO’dan çıkartılmayabilir Türkiye, kendi de bunu istemeyebilir ama NATO içinde Türkiye’nin pozisyonun daha marjinal olması, ikinci plana düşmesi ihtimali gündemde. Özellikle S-400’lerin, yerleştirilip, denemelere başlanması ile hızlandı bu süreç. NATO’nun askeri olarak güçlü ülkeleri; Fransa, ABD, İngiltere açısında Türkiye artık güvenilir müttefik konumunda değil. Dolaysı ile tecrit ile kastedilen bir uzaklaştırma operasyonu olarak görülebilir. Bu bahsettiğim yapısal bir şey.

İkinci olarak Tayip Erdoğan ve çevresine yönelik konular gündeme gelebilir. Özellikle ABD seçim sonuçları ertesinde, Halkbank davası ile ilgili Erdoğan ve çevresi daha ciddi tehditler ile yüzleşebilirler. ABD’de mafya ile mücadelede en çok kullanılan yöntem vergi kontroludur, bu tip mücadeleler, finasal işler üzerinden götürülür. Tecrit derken bunu da tecrite dahil etmek gerekir.

Erdoğan’ın ABD’deki mallarının bloke edilmesine dair bir kara, hiç mal varlıkları olmasa bile bir tecrit kararırdır. Bu tür önlemlerin Avrupa tarafıdan da Aralık ayından itibaren “Yaptırımlar” adı altında gündeme gelmesi söz konusu.

Türkiye’nin askeri silah sanayinde kullandığı bazı hassas parçalar Türkiye’de üretilmiyor. Biz yerli ve milli sanıyoruz övünüyoruz İHA/SİHAlar ile ama parçalar yurt dışından geliyor. Bu parçalara ambargo uygulanabilir. Bunun ilk sinyalini Kanada verdi, daha doğru resmi bir adım attı. SİHA’larda kullanılan, kamera ve elektronik aksamları satmayacağını ambargo uygulayacağını açıkladı.

TÜRKİYE YALNIZLAŞIRSA DAHA DA AGRESİFLEŞCEK

Yalnızlaşırsa daha mı agresifleşir Türkiye?

Evet, daha agresif hala gelecektir. Ama iktisadi kriz de zaten Türkiye’yi  gittikçe daha da agresifleştiyor. Bir tür çaresizlik nedeni ile bahsettiğimiz sorunları çözme kapasitesini yitirdiği, ayakta kalabilmek, iktidarına yapışabilmek için yegane başvuracağı yöntem yurt içinde ve yurt dışında daha da agresif olması.

Yurt dışındaki agresifliğini de bir şekilde yurt içindeki muhalefeti susturmak için de kullanıyor. Maalesef Türkiye’deki muhalefette milliyetçilik çok yüksek olduğu için Türkiye’nin agresifliğini, agresiflik olarak değil, daha çok Türkiye’nin “mağduriyeti” olarak yorumlamak eğiliminde, dolayısı ile de Erdoğan’nın bu konuda büyük şansı olduğunu düşünüyorum.

CHP, İYİ Parti, “dış politika ulusal politikadır, milli politikadır, Erdoğan ya da kim olursa olsun devletin yanındayız” tavrı, tabi ki Erdoğan’ı dış politikada çok daha rahat agresif olmaya yönlendiriyor, çünkü o agresif oldukça muhalefet onun arkasında olmak zorunda.

MUHALEFET İKTİDARIN ŞİRRETLİĞİNDEN KORKUYOR

CHP Grup Başkanvekili “Kimse Erdoğan hakkında böyle konuşamaz” diyerek sert bir çıkış yaptı. Muhalefetin bu tavrı, yani “Dış politikayı kutsallaştırması” hükümet ve muhalefetin özellikle “Türklük ve Müslümanlık değerlerinin” benzerliği ile mi yoksa yaratılan baskı ortamında korkmak, vatan hainliği ile suçlanmak ile mi açıklanabilinir? 

CHP Grup Başkanvekili konuşmayı can-ı gönülden yaptığı kanaatindeyim. O zaten sanırım farklı bir gelenekten geliyor, yani kendi doğal yapısını yansıtıyor ama  CHP  geleneğinden gelen büyükelçilerin tavrında da farklı bir şey görmüyoruz aynı zamanda. Şöyle özetleyebiliriz.  Üç şey üst üste geliyor. Birincisi, CHP kendisini devleti kuran ve devleti koruyan parti olarak görmeye devam ediyor. Devlet dediği zaman da, “Uluslarası ilişkilerde Erdoğan değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti vardır” ilkesinden hareket ediyor. Bu ilkeden hareket ettiği andan itibaren, devleti korumak ve kollamak misyonu ile kendini özdeşleştiriyor. Bu sebeple de devleti temsil eden kişinin yanında yer alıyor.

İkincisi milliyetçi refleksleri var, devleti koruma kollama refleksi dışında bu da güçlü bir refleks. Kıbrıs konusunda çok açık bu tavrı. Aslında HDP dışında diğer tüm partiler böyle aslında, yıllar önce Erdoğan,  Annan Plan’ını desteklediğinde de CHP’nin dış-politika uzmanları feryat ediyor bunu ihanet olarak tanımlıyorlardı. Geniş bir milliyetçi zemin var Türkiye’de, ikinci sebep bu.

TOPLUMUN ERDOĞAN’A KARŞI ALTERNATİF BİR ORTAKLIK ÇIKARTMA KAPASİTESİ YOK

Son olarak üçüncü sebep ise tabi ki iktidarın şirretliğinden ürkme durumu. Şimdi burada, “Macron’un söylediklerine karşı, Erdoğan’ın verdiği yanıtların, pespaye olduğunu söylerseki bize vatan haini diyecek” endişesi içinde, “Erdoğan’ın oyununu bozmak” durumundalar. Yanlış değil belki de bu bir bakıma, Erdoğan’ın kutuplaştırma oyununu bozmayı deniyorlar. Gerekçeleri bu. Yurt içinde “yandaşlar ve düşmanlar” olarak  yapılan kutuplaştırma oyununu bozmak ve biraz da ürküntü.

Bu üç sebeb bize muhalefetin duruşunu  anlatabilir. Üçüncü daha çok “taktik” bir tavır. Örneğin Ayasofya konusunda da kullandı bunu CHP, ben CHPlilerin Ayasofya’nın camiye dönüşmesinden memnun olduklarını sanmıyorum. Hakkını yemeyelim CHPlilerin, Atatürk’ün yaptığı bir iş olduğu için yapılanı hiç benimsediklerini sanmıyorum ama sessiz kaldılar çünkü Erdoğan’ın orada çıkacak karşı sesi, “İşte buyrun münafıklar, alçaklar, içimizdeki ümmet düşmanları!” propagandasına alet edeceklerini bildikleri için, sessiz kaldılar. Sorun dolayısı ile CHP kadar, bu propagandayı prim verem, buna inanan ve besleyen halktır. Doğru konuşalım, bu Türkiye toplumun sorunu sadece CHP’nin sorunu.

 TOPLUMLAR ÇÜRÜYEBİLİR, ÇÖKEBİLİR

 Dediğiniz gibi şirret bir hükümet, muhalefet edemeyen bir muhalefet ve milliyetçi- muhafazakar toplum tabanı var. Yeni nesil AKP dışında bir hükümet tanımıyor, bilmiyor farklı bir hayat. Peki, bu çember nasıl kıralacak?  Mümkün mu buradan çıkış?

Tarihte buna benzer  durumlarda işin içinden çıkamayan ve çöken toplumlar var. Her toplum krizinden ve bunalımından mutlaka  çıkacak diye bir kaide yok. Tarih uzun bir şey, biz sadece kendi yaşadığımız zaman dilimi ile sınırlıyoruz, tarihteki çöküşlere benzer bir çöküş ya da çürüme de yaşayabilir toplum. Ama bunlar bir yıl, üç yılda ortaya çıkmaz, belki 10 yıl, 30 yıl sürer, bu süreçler de insanlık tarihi açısından damla sayılabilecek dönemlerdir. Böyle bir dağılma, beraber yaşayamama hali olabilir ya da yaşanan iktisadi ve siyasi bunalım, bir noktada insanların dayanma ve kabul etme sınırlarını aşar ve 1950’de halk “Yeter artık, söz milletindir.” demişti belki de önümüzdeki halkın bir kısımı Erdoğan’a, AKP’ye bu tür zalim konumda olan kişilere, otokratlara yeter artık der ama “Yeter artık” demek yeterli değil. Bir paradoks mevcut, Erdoğan’a hayır diyen kısım çoğunlukta yani Erdoğan’a evet diyenlerden daha büyük bir kitle. Siyasette bir değişim için hayır diyenlerin beraber olması yeterli değil, onun alternatifine hep birlikte evet diyenlerin olması gerekli.

Türkiye toplumu Erdoğan’a karşı ama alternatif bir ortaklık çıkartma kapasitesi yok çünkü kendi içinde de birbirinden nefret eden kitlelerden oluşuyor. Bunu mümkün olabileceğine dair bazı örnekler de var, örneğin son belediye seçimleri, bazı açılardan mümkün oldu, birlik oluştu. Bunu sağlayan HDPlilerin ve Kürtlerin, tüm dışlanmışlıklarını aşarak, üzerlerindeki baskıya rağmen, aklıselim davranıp ne yapılması gerektiğini kerhen bile yapmalarından kaynaklandı.

O konsolidasyon seçim sonrası devam edemedi. İnsanlar bir anda karşılarında “AKP taklidi yapanlar” gördüler, bu durumda sürdürülebilir bir birleşme mi bu?

Evet, öyle ama şunu demek istiyorum HDP, CHP, İYİ Parti, DEVA,  bir avuç sosyalist sol, bunlar toplanırsa yüzde 50’yi geçiyor ama toplanamıyor, burada Türk siyaset geleneğinin, hatta solun da dahil olduğu bir “benmerkezcilik” mevcut, kendi çıkar alanının dışına çıkamıyor. Kendisi için demokrat çok insan var, ama başkası için demokrat olanlar küçük bir azınlık…

Fransa’ya dönersek. Radikal İslamcı terör Fransa’da yeniden laiklik tartışması başlattı. Neden sizce? Bu tartışmanın öncekilerden farkı ne?

30-40 yıldan ziyade daha geriye gitmek gerekiyor çünkü Fransa’da laiklik kavram 19. yüzyılda da vardı ama siyasal olarak uygulamaya 1905 yasası ile başlandı. 1905 yasası, kilise ve kilise karşıtları  arasındaki mücadeleyi bir tür anlaşmaya getirdi. Bu anlaşmaya göre, din siyasi alana müdahale etmeyecek, devlet de dini finanse etmeyecekti. Kamu alanındaki dini faaliyetlere devlet müdahil olmayacak, kilise tamamen serbest kalacaktı. Hatta, 1905’ten önce inşa edilmiş kiliseler ile sadece

Kültür Bakanlığı tarihi eser olduklarından dolayı ilgilenecekti. 1905’ten sonra inşa edilen kiliselere maddi yardım yapılmayacaktı.

Tabi bu bağlantı birden kesilmedi. 1970’lerde hala Fransa’da benim de içinde bulunduğum sol, komünist çevrelerde laiklik kilisenin varlığı ile mücadele gerekçesi olarak da kullanıldı. Kısa bir dönemdi, sadece marjinal gruplar bu mücadelenin içindeydi ama mevcuttu. Bu zihniyet, 1980’lerde ise iyice yatıştı. Şunun da altını çizmek gerekli, Fransa’da Katolik kilisesi genel olarak alan kaybetti yıllar içinde, Fransa Katolik bir ülke olarak bilinse de şu anda Fransa’da nüfusun sadece %30 kendini gerçek anlamda Katolik olarak tanımlıyor geri kalan büyük kısım agnostik, ateist ya da hiçbir dinle ilişkileri olmadığını beyan ediyor.  Kısaca, Katolik kilisesi toplumun sekülerleşmesi ile birlikte geriye çekildi ve o kavga böylece sona erdi.

2000’lerden itibaren özellikle İslamcı gerekçelerle, İslamcı bir görünümle gerçekleştirilen saldırılar giderek daha fazlalaştı. Bu kez Fransa sağında, laikliği İslam aşırıcılığına karşı laikliği bir  mücadele aracı olarak kullanma eğilimi başladı. İkiz kulelere yapılan saldırılar, Batı dünyasını hedef alan cihatçı terör olayları bu eğilimi besledi. Fransa’nın, Batı ülkeleri içinde en fazla İslamcı-cihatçı terör saldırısına maruz kalmasının da etkisi büyük tabi. 20 yıl içinde bu saldırılar sebebi ile 200 Fransız vatandaşı öldü. Aşırı sağın, aynı zamanda göçmenlere karşı tepkisi ile de birleşerek laiklik bir mücadele aracına dönüştü.

TÜRKİYE HİÇBİR ZAMAN FRANSA’DAKİ GİBİ LAİK OLMADI

Laikli radikal İslamcılıkla ile mücadeleye mi dönüştü? Örnek verebilir misiniz?

Laiklik üzerinden yeni tartışmalar başladı. Örneğin okullara çocukların başörtüsü ile gelebilmeleri konusu tartışıldı 2004’de. Akabinden bunu yasaklayan bir yasa çıktı , tabi sadece başörtüsü ya da İslami simgeler denmedi, denemezdi anayasadaki eşitlik ilkesi gereğince. İlk, orta kamu okullarında ve kamu liselerinde öğrenci ve öğretmenler tarafından dini simgelerin kullanıması yasaklandı. Başörtünün yanı sıra, Yahudi erkek çocukların kipası, Hristiyanların büyük haç takması da yasaklandı. Bu tabii ki özünde başörtüsü ile mücadele etmek için yapıldı.

Diğer yandan, İtalya’da ve Almanya’da okullarda, sınıflarda haç bulunur, Fransa’da sınıflarda tek simge Fransa haritasıdır, bu hep böyleydi. Ama laikliğin artık, militan laiklik şekliyle Cihatçılar ile mücadele ediyor. Örneğin 2000lerde aşırı sağcılardan, sokakta da başörtüsü takılmasının laiklik karşıtlığı olduğunu dillendirdiler. Hatta üniversitelerde de yasaklanması gerektiğini savundular, tabi ki bunun laiklik ile bağdaşır tarafı yok ve tepki gördü.

Bazı belediyeler okul yemekhanelerinde öğrencilere domuz eti servis edilmemesi konusunda hasas davranıyorlar, şimdi o da tartışılıyor. Bu laiklik karşıtlığıdır diyenler, yemeyen yemesin diyenler var. BU tür dışlayıcı, kovucu tavrın yanında tabi ki ılımlı laikliliği hala savunanlar, laikliğin esas itibarı ile  devletin bütün dinlere eşit durması ve dinlerin hiçbir şekilde siyasal alanı müdahale edememesi olarak yorumlanması gerektiğini hatırlatanlar var. Onlara göre, 18 yaşını doldurmuş yetişkin bir kadın, üniversitede başörtüsü takabilmeli. Bunun yasaklanması onlara göre laiklik ilkesine aykırı.

 LAİKLİK İLE DEVLET İSLAMI KONTROL ETMEK İSTEDİ

Başörtüsü, laiklik ilkesini bahane edilerek üniversitelerinde yasaklanmış bir ülde Türkiye. Şu anda ise kendini tüm müslümanların temsilcisi gibi gören bir Cumhurbaşkanı var. Fransa için yaptığınız tahlili Türkiye için de yapsanız. Türkiye hala laik mi Türkiye?

Türkiye laik bir ülke değil aslında başından beri değil. Fransa’daki laiklik ilkesi ile uzlaşmış bir ülke hiç olmadı. Din ve devlet işlerinin kesinlikle birbirinden ayrılmasıdır laiklik, bizde öyle bir ayrım hiç olmadı biliyorsunuz. Şeyhülislamlık feshedildiğinde anında Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu ve Başbakanlığa bağlandı. Bu açıdan, merkezi devlet idaresi, Diyanet İşleri Başkanlığının görevini din hizmetinin daha doğrusu Sunni-Müslüman din hizmetini yönetmeye başladı.

Bu anlamda Almanya’ya daha benzer Türkiye, Almanya’da da din görevlilerinin, rahipleri gönüllü olarak verilen vergiler ve bağışlar ile finanse edilir.  Dolayısıyla Türkiye’deki laiklik ismini Fransa’dan almıştır ama ama uygulama açısından hiçbir benzerlik taşımaz.

Türkiye’nin ilk dönemindeki laiklik, Fransa’nın 1905 yasası öncesindeki döneme daha benzer. Pozitivist, modernist bir kesimin din ile olan mücadelesine benzer Türkiye’nin laikliği. Bu adına laiklik ilkesi denen ilke ile, devlet dini denetimi, kontrolu altına almıştır. Hatta bir tür adı konmamış devlet dini haline gelmiştir Sunni-İslam. Sadece Lozan Antlaşması sayesinde Hristiyanların ve Yahudiler dini açıdan devletten kopabilmiştir, daha özgür olmuştur. Aleviler ile durum daha da karmaşıktır misal. Ama Hristiyan ve Yahudiler için de bir eşitsizlik söz konusudur, çünkü Müslümanların vergileri sayesinde alabildiklerli din hizmetlerini bu vatandaşlar vergi verdikleri halde sahip olamamıştır. Din servisi için, verdikleri vergilerin yanı sıra bir de bağlı oldukları kiliselere bağış yapmışlardır.

Aslında azınlıklar hakkında bahsettiğiniz o özgürlük de tırnak içerisinde bir özerklik, diğer yandan azınlıklar laik ama antidemokratik bir siyasete maruz kalmış oluyorlar diyebilir miyiz?

Tabii, Ermenilerin patrik seçiminden tutun da farklı konularda yapılan müdahaleler ortada. Dediğiniz gibi onlara uygulandığını varsaydığımız laiklik ilkesi de antidemokratik bir yola götürüyor. Ama Alevilere karşı o bile yok, Alevilerin ibadethanesi resmi olarak kabul bile görmüyor, göz yumuluyor. Tam da bu, laiklik çok ters bir şekilde bir tür eşitsizlik ilkesi olarak uygulanabiliyor. Dahası, Türkiye’deki laiklik ilkesi bir açıdan Türkleşmiş bir İslam yaratmak için de kullanıldı. Arap dünyasından kopmuş, bir İslam anlayışı yaratılmaya çalışıldı. Bu açıdan da Kuzey İskandinav ülkelerine benzetebiliriz. Onlar laik falan değillerdir, orada devlet dini vardır, milli bir kilise vardır. Türkiye’de yapılmaya çalışılan budur.

Diyanet İşleri Başkanlığı din hizmetler aracılığı ile bir hegemonya yaratmıştır, aslında Erdoğan bunu çok iyi kullanabilir isterse. Diyanet İşleri’ni biz kurmadık, İmam Hatipleri çoğaltıysak bile biz açmadık, “Biz karşı devrim yapmıyoruz ki” diyebilir.

DİN DERSİNİ ZORUNLU KILAN ASKERLER OLDU

Kamu okullarındaki zorunlu din dersini de buna örnek verebilir miyiz?

Evet, tabii. Zorunlu din dersini askerler getirdi 1980’de. Bunlara baktığımızda aslında Erdoğan’ın ve AKP’nin Sünni İslamı kamu alanında egemen kılma arzularına hizmet eden tüm sistemi ve araçları “Alaturka Laiklik” sisteminde mevcuttur. Erdoğan bunları kendi arzusu yönünde genişletip, kullandı sadece. Tabii başlarda şöyle bir umut vardı, halk kalkınır, modernleşirse dinden doğal olarak uzaklaşır diye düşünenler vardır, böyle bir pozitivist projeksiyon mevcuttu.

Alin Ozinian’ın Prof. Ahmet İnsel ile yaptığı söyleşinin öne çıkan bölümlerini izlemek için videoya tıklayınız

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com