Erdoğan seçimi kaybederse halkı sokağa çağırabilir mi?

Tahmînî senaryo şu: Seçimleri az farkla kaybedeceği anlaşıldığı anda Erdoğan, AKP’lileri sokaklara dökülerek protesto gösterilerinde bulunmaya ve halkı da “muhalefetin Batı’nın desteğiyle sandıkta darbe yaptığı” iddiasıyla “15 Temmuz’da olduğu gibi darbeyi engellemek üzere” harekete geçmeye çağıracaktır.

ÖMER MURAT 30 Nisan 2023 GÖRÜŞ

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 15 Temmuz’un devamı mahiyetinde 14 Mayıs’ta siyasi bir darbenin gerçekleşeceğinden bahsetmesi seçim günü neler yaşanabileceğine dair ciddi bir ipucu vermektedir. Darbe dediğimiz hadise tanım olarak seçimle gelmiş bir iktidarı, seçim dışı yöntemlerle düşürmektir. Öyle olunca bir seçimin nasıl darbe teşebbüsüne dönüşebileceği sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu açıklamada esasen bazı itiraflar da gizli gibidir. Burada zikredilen 15 Temmuz örneği de çok şey anlatmaktadır. Erdoğan rejiminin iyi bildiğimiz bir özelliği, anayasal düzeni değiştirmeye, ortadan kaldırmaya yönelik kendi yaptığı darbeleri, sanki başkaları kendisine darbe yapıyormuş kılıfı altında gerçekleştirmesidir.

Anlaşılan 14 Mayıs’ta iktidar yeni bir darbeye hazırlanmaktadır: Nasıl ki 15 Temmuz’da Türkiye’de “tek adam rejimi” kurulmasının önünde engel olarak gördükleri orduyu kurumsal olarak zayıflatmak amacıyla yaptıkları darbeyi, ordunun kendilerine darbe teşebbüsünde bulundukları algısına döndürmeyi başardılarsa, şimdi de benzer bir komplo üzerinde durmaları şaşırtıcı olmayacaktır. Nitekim Batı’da da böyle bir senaryo en gerçekçi ihtimallerden biri olarak görülmektedir. Geçen ay Türkiye’deki seçimlere ilişkin The Economist Intelligence Unit (EIU) ve Eurasia Group’un (EG) öngörülerini paylaşmıştım. Erdoğan’ın seçimi “bir şekilde” kazanacağını öngören EIU oy oranlarının yakın olması nedeniyle bu tahmininde seçime doğru değişikliğe gidebileceğinden bahsediyordu, ama güncellediği son Türkiye raporunda böyle bir değişime gerek görmedi: EIU’ya göre seçimi Erdoğan medya ve devlet kurumları üzerindeki hakimiyeti ile seçim ekonomisi uygulaması sayesinde zaten kazanabilir, ama bu gerçekleşmezse “seçim sonuçlarını kabul etmeyerek” yine iktidarda kalmayı sürdürebilir.

Görüldüğü üzere EIU bize Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta bir darbe yapmasını beklediğini söylüyor, ama bunun ayrıntılarına girmiyor, sanırım işin o kısmını muhataplarının izanına bırakıyor. EIU ile seçim sonuçlarına ilişkin aynı fikirde olduğu görülen EG ise “14 Mayıs darbesinin” nasıl gerçekleşebileceğine dair ayrıntılı bir senaryo üzerinde duruyor:

EG Kılıçdaroğlu’nun “açık bir farkla” kazanması halinde AKP liderinin seçim yenilgisini kabullenmek zorunda kalabileceğini belirtiyor ki geçen haftaki yazımda ben de Türkiye’nin geldiği aşamada Erdoğan’ın koltuğundan indirilebilmesinin ancak ilk turda yüzde 55 oy oranlarına yaklaşan bir adayın ortaya çıkması halinde mümkün gördüğümü belirtmiştim.

Kılıçdaroğlu böyle bir oranı yakalayabilecek mi? Elimizdeki son anketler de böyle bir neticeyi beklemenin pek de gerçekçi olmadığını gösteriyor: Türkiye dahil Ortadoğu ülkelerine odaklanan, Washington merkezli bir haber sitesi olan Al-Monitor tarafından, analiz şirketi Premise Data’ya yaptırılan ankete göre Erdoğan’ın oy oranı %45,2, Kılıçdaroğlu’nunki ise %44,9. Türkiye genelinde 18-24 Nisan 2023 tarihleri arasında gerçekleştirilen anketin hata payının +/-3 olduğunu göz önünde bulundurduğunuzda iki aday arasında istatistiksel olarak eşitlik söz konusudur. EIU’nun da vurguladığı üzere Kılıçdaroğlu yüzde 13’lerde seyreden kararsız seçmeni şimdiye kadar ikna edememiş gibi gözükmektedir. Öte yandan geçen ay Kılıçdaroğlu adaylığını açıkladığında, CHP liderinin ilk turda açık ara farkla kazanacağını gösteren anketler paylaşarak sosyal medyada sevinç naraları atılmasına sebep olan, muhalefete yakınlığıyla bilinen iki kamuoyu araştırma şirketi son anketlerinde daha farklı bir tablo ortaya koydular: 24 Mart’ta Kılıçdaroğlu’nun oranını yüzde 51,3 gösteren Artıbir şimdi yüzde 49,4 bulmuş. Yine geçen ay CHP liderini yüzde 53,1 gösteren ORC Araştırma ise şimdi yüzde 49,3 bulmuş. Her iki anket şirketine göre Erdoğan’ın oy oranı ise yüzde 42-43 civarında.

Muhalif adayın açık arayla ilk turda kazanma ihtimali giderek suya düşüyor. Bu durumda Kılıçdaroğlu’nun ilk veya daha muhtemelen ikinci turda az farkla kazanması ihtimali öne çıkıyor. EG’ye göre seçim sonuçlarının böyle tecelli etmesi halinde Erdoğan’ın sonuçlara itiraz ederek seçimi yeniletmesi, başta Yüksek Seçim Kurulu olmak üzere yargı ve güvenlik bürokrasisi üzerindeki hakimiyeti nedeniyle hem mümkün, İstanbul seçimlerinde neler yaptığı göz önünde bulundurulduğunda hem de muhtemel. Ama EG, AKP liderinin yeniden düzenlenecek “hür ve adil bir seçimde” kaybetmesinin yüksek bir ihtimal olduğunu bildiği için, seçilmesini sağlamaya yönelik bir “kriz çıkaracağından” bahsediyor.

Peki bu kriz nasıl çıkartılacak? EG’nin çizdiği tahmînî senaryoyu özetleyelim: Seçimleri az farkla kaybedeceği anlaşıldığı anda Erdoğan, AKP’lilere sokaklara dökülerek protesto gösterilerinde bulunma çağrısı yapacak, zaten YSK da sonucu resmen onaylamayacak. [EG, Erdoğan’ın destekçilerini hangi bahaneyle sokaklara çağıracağına değinmiyor ama bunu tahmin etmek zor değil: Kanaatimce seçim gecesi boyunca Anadolu Ajansı ve iktidar medyası Erdoğan’ın açık farkla kazandığına ilişkin yayınlarını uzun süre devam ettirecektir. Böylece AKP kitlesinin psikolojisi “muhalefetin seçimi çaldığı” iddiasına inandırılmak üzere hazırlanacaktır. Erdoğan o arada 2018’deki gibi muhalefeti seçim sonuçlarını tanıması için kapalı kapılar ardındaki pazarlık ve tehditlerle “ikna edemezse” halkın karşısına çıkıp “muhalefetin Batı’nın desteğiyle sandıkta darbe yaptığından” bahsederek taraftarlarını “halk iradesine sahip çıkmak üzere”, “bu darbeyi aynen 15 Temmuz’da olduğu gibi engellemek üzere” harekete geçmeye çağıracaktır.]

EG’nin öngörüsüne göre, Erdoğan’ın çağrısı sonrası parlamento dahil kamu binalarının önlerinde barikatlar kurulacak, sokaklara muhaliflerin de dökülmesi nedeniyle yaşanan karışıklıkları bastırmak üzere polis devreye sokulacaktır. [Yine EG öyle takdim etmemiş olsa da polisin AKP taraftarlarından ziyade muhalifleri sindirmek üzere devreye sokulacağını beklemek gerekir.]

EG, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 15 Temmuz sonrası yapılan büyük çaplı tasfiyeler nedeniyle bölünmüş durumda bulunduğunu hatırlatıyor ve TSK’nın bu hadiseler yaşanırken tarafsız bir konumda kalmaya çalışacağını, ama emniyet güçlerinin sokaklarda güvenliği sağlayamaması ve kontrolü kaybetmesi halinde bu “konforlu alandan” çıkmak zorunda kalabileceğini belirtiyor. [EG, ordunun kışlasından çıkarılması halinde ne tür bir tepki vereceğine değinmemekle birlikte, böyle bir müdahalenin muhalefet lehine olacağını sanmamak gerekir.]

İşte bu tür hadiseler sonrası bir kaç hafta sonra yenilenecek seçimlerin ne şekilde sonuçlanacağını tahmin etmek, EG’ye göre, pek mümkün değil…

Peki Batı Erdoğan’ın bu tür seçim manipülasyonlarına nasıl tepki verir? Bunu büyük ölçüde muhalefetin Erdoğan’ın “darbesine” ne ölçüde direnç göstereceği belirleyecektir. Muhalefetin Erdoğan’dan korktuğunu belli eder şekilde “alttan alması”, AKP liderini daha da fazla cesaretlendirecektir, bu durumda Batı “Erdoğan her şeye rağmen iktidarda kalmayı sürdürecek, onunla ilişkilerimizi daha fazla kötüleştirmenin anlamı yok” diye düşünecektir. Washington’daki önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olan CSIS’den Jeffrey Mankoff bunu şöyle anlatıyor: “Pek çok Batılı yetkili ve lider Erdoğan’ı idare etmeye ilişkin hayal kırıklığı ve yorgunluk hissediyor. Onu Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştıran, kişiselleştirilmiş ve popülist bir rejime doğru götüren kişi olarak görüyorlar. Bu nedenlerle, gidişini görmekten mutlu olacaklardır.” Bununla birlikte Batı karşıtlığını daha fazla körüklemesi için Erdoğan’a mazeret vermemek maksadıyla Batı’nın sessizliği tercih edebileceğine işaret eden Mankoff, Batı’da AKP liderinin “tüm olumsuzluklara rağmen yeniden seçilebileceğine dair makul bir his bulunduğunu” belirtiyor ve bunun ister istemez şu fikre yol açtığını kaydediyor: “Neden onu daha da yabancılaştıralım?”

Seçime üç buçuk ay kala yaşanan 6 Şubat depremleri, Erdoğan’ın yüzde 70’e yakın destek oranlarına sahip olduğu, AKP’nin “oy deposu”, “muhafazakarların kalesi” olarak nitelenen şehirlerde iktidarın ağır bir darbe almasına neden oldu. Özellikle kritik devlet kurumlarının nasıl zayıflatıldıklarına, tek adam rejimi yüzünden bürokrasinin hayatî bir kriz anında nasıl yol ortasında fara yakalanmış tavşana döndüğüne, adeta felç geçirdiğine herkes şahit oldu. Deprem sonrası ilk kurtarma çalışmaları ve yardımlar koordine edilemediği için muhtemelen binlerce insan hayatını kaybetti. Öyle ki Erdoğan bile kendisinden hiç alışık olmadığımız şekilde deprem bölgesine giderek özür dilemek, helallik istemek zorunda kaldı. Bunun yanı sıra yüksek enflasyon orta ve alt sınıflar üzerinde yıkıcı etkilerini iyice hissettirmeye başladı: Büyükşehirlerde makul fiyatlara kiralık evler bulmak imkansızlaştı, geçen Ramazan ayında 90 TL olan kıymanın kilosu, bu Ramazan’da 300 TL’ye çıktı. Soğanın kilosunun 30 TL’ye çıkması hayat pahalılığının çarpıcı bir sembolü haline geldi. Tüm bunlara ilaveten Erdoğan’ın sağlık durumu o denli bozuldu ki canlı yayında baygınlık geçirdi, seçim mitinglerini iptal etmek zorunda kaldı. Cumhur ittifakının küçük ortağı Devlet Bahçeli’nin sağlık durumunun ise ondan daha iyi olduğu söylenemez.

Özetle yirmi küsur yıllık iktidarının ve tek adam rejiminin tüm yıpratıcılığının üzerine çöktüğü bir Erdoğan’dan bahsediyoruz. Muhalefetin AKP liderinin, tabiri caizse, “ölüsüne” karşı bile ilk turda açık bir farkla seçimi kazanamaması halinde, bu netice, Erdoğan rejiminin hayatiyeti için böylesine etkisiz bir muhalefete ne denli muhtaç bulunduğunun da bir nevi ispatı olacaktır.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com