Erdoğanlaşmak: Sanki korkmuyormuş gibi kükreyip, zoru görünce sinmek

Ukraynalıların ürettikleri “Macronlaşmak” diye bir deyim var. “Bir konu hakkında endişe edip hiçbir şey yapmamak” demekmiş. Belki Türkçe’ye de “Erdoğanlaşmak” şeklinde bir deyim kazandırabiliriz. Manası da şu olabilir: “Sanki korkmuyormuş gibi kükreyip, zoru görür görmez hemen sinivermek.”

ÖMER MURAT 15 Nisan 2023 HABER ANALİZ

Geçen haftaki yazımda Tayvan üzerinde yaşanan ABD-Çin geriliminden bahsederken bu çatışmanın bir gün mutlaka Türk kamuoyunun da dikkatini çekeceğini belirtmiştim. Halkın enflasyon canavarından yakasını kurtaramadığı için henüz Tayvan’a bakacak mecali olmasa da sarayında o tür sıkıntılardan âzâde bir hayat süren Erdoğan için aynı durum geçerli değil. AKP Genel Başkanı, bu hafta ABD-Çin gerilimine ilişkin gelişmelerin Türkiye’ye ne denli etki edebileceğinin bilincinde olduğunu anlamamızı sağlayan çarpıcı bir açıklama yaptı.

Erdoğan 12 Nisan akşamı CNN Türk canlı yayınında, gazetecilerin arkasına yerleştirilmiş dev boyuttaki promptrdan gözlerini ayırdığı enstantanelerden birinde şunları söyledi: “Türkiye ile ilgili Batı’nın hesapları var. Bakın şu anda Macron’un durumunu görüyorsunuz. Macron’un Çin seyahatinin acaba perde arkası nedir? Amerika ile olan ilişkilerdeki durum nedir? Şimdi bütün bunlara baktığımız zaman, bakıyorsunuz, Macron niye Çin’e gitti? Çok mu muhabbeti vardı? İşte bu soru işaretlerinin cevabını veya o dosyanın ara yapraklarında neler olduğunu, bu işi inceleyip şöyle bir görmek lazım. Ve bakın Le Pen, şu anda Macron’un önüne geçmiş. Oradan aldığımız anket sonuçlarını söylüyorum. E nasıl oldu bu? Demek ki bir yerde, grafiklerde bir değişim var. Şimdi Türkiye bu seçimle beraber Batı’ya bir mesaj verecek.”

Erdoğan’ın Macron’a ilişkin açıklamaları yaptığı CNN Türk-Kanal D ortak yayınından…

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Erdoğan’ın Fransız iç siyasetini “oradan anket sonuçları alacak” denli yakından takip ettiğini ilan etmesinin diplomatik açıdan yakışıksız olduğunu fark etmiş olacak ki konuşmanın internet sitesinde paylaştığı transkriptinde “Oradan aldığımız anket sonuçlarını söylüyorum” ifadesini özenle çıkarttı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “Elimizdeki son anket sonuçlarına göre Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın önüne geçmiş. Demek ki Türkiye’de değişim var” demiş olsaydı Erdoğan tüm seçim kampanyasını bu demecin üzerine oturtur, Türk halkına şöyle konuşmalar yapardı: “Eyyy Makroon, yahu sen benim içişlerime karışma hakkını nereden buluyorsun? Erdoğan’ın yenilmesini neden bu kadar bekliyorsun? Görüyorsunuz muhalefetin arkasında Batı var. Biz yerli ve milliyiz. Milletimiz buna en güzel cevabı sandıkta verecektir.”

Gel gör ki AKP Genel Başkanı, artık gayet iyi bildiğimiz gibi, “ele verir talkını, kendi yutar salkımı…” Daha önce ABD Kongre seçimlerinde muhalefetteki cumhuriyetçilerin kazanmasını nasıl dört gözle beklediğini, hatta artık sonuçlar büyük ölçüde belli olduğunda, yani Demokratların kazandığı anlaşıldığında bile belki sonuç değişir diye “hayal kurmayı” sürdürdüğünü hatırlayacaksınızdır.

Başı ve sonu ilk bakışta insicamsız gibi görünen bu açıklama bize Erdoğan’ın dış politikada ne denli sıkışmışlık içerisinde bulunduğuna dair çok şey anlatıyor. Le Pen’in yükselişinin Erdoğan’ı neden heyecanlandırdığının analizine geçmeden önce Fransız aşırı sağ liderinin İslam’a ve Müslümanlara dair bakışını hatırlayalım: Le Pen geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında, iktidara gelirse kamusal alanda başörtüsü takılmasını tamamıyla yasaklayacağı vaadinde bulundu. Yani eğer Le Pen kazansaydı, bir bölümü Erdoğan’a oy veren yüz binlerce kadın Fransa sokaklarında başörtüleriyle yürüyebilme hakkını kaybedecekti.

Anlaşılan Erdoğan’ı bu kadınların yaşayacakları sıkıntılar pek ilgilendirmiyor. Çünkü onun gündemi başka… Le Pen’in İslam karşıtlığını görmezden gelmeye hazır olmasının nedeni Fransız politikacının Putin’le yakınlığı… 2011’de aşırı sağcı Ulusal Birlik (Rassemblement National) partisinin başına geçtiğinden beri Le Pen, Putin’i öven, ona destek veren açıklamalarıyla dikkat çekti. Fransa’daki 2017’deki seçimlerin hemen arefesinde Moskova’ya kadar gidip Putin’le samimi pozlar verdi. Le Pen’in partisinin, Kremlin’le bağlantılı görülen bir Rus-Çek bankasından 2014’de kredi aldığı ortaya çıktı.

Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Birlik partisi lideri Le Pen 2017’de Moskova’yı ziyaret ederek Putin’le görüşmüştü.

Nasıl ki ABD Kongre seçimlerinde Trump’ın desteklediği adaylar başarı elde etseydi, bu, ABD’nin Ukrayna’ya desteğini uzun süre sürdürmesinin artık zorlaştığı algılaması nedeniyle Batı ittifakı saflarında gevşemelere yol açarak Putin’i çok rahatlatacaktı, aynen onun gibi, Fransa gibi önemli bir ülkede, Putin’e yakın bir siyasetçinin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması halinde bunun Batı’nın Ukrayna’da Rusya’ya karşı kurduğu ortak cephenin çatlaması sonucunu doğurması kaçınılmaz olacaktır. Erdoğan’ı heyecanlandıran ihtimal budur. E “başörtülü bacılarımız” ne olacak? Canım gerekirse Erdoğan onların uğradığı mağduriyetleri seçim kampanyalarında bolca istismar ederek oya tahvil etmesini de gayet iyi bilir. Nasıl ama? Bir taşla iki kuş…

Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarına katılmayan, aksine bu kavgadan istifadeyle “yolunu bulmayı” hedefleyen Erdoğan bu fırsatçılığı sürdürmesinin imkansızlığıyla her geçen gün daha fazla yüzleşiyor. Batı en başından itibaren Rusya’yla yoğun ticari ve ekonomik ilişkilerin krize düşmüş Türk ekonomisi için kritik öneminin farkında olduğunu, bunun için iki ülke arasında Ukrayna savaşı başlamadan önceki seviyede kalması halinde Türkiye’yi Batı yaptırımlarına katılmaya zorlamayacağı işaretini vermişti. Erdoğan bu mesajı işine geldiği gibi aldı ve otokrat kankası Putin’le temaslarını sıklaştırarak çatışmadan mümkün olduğunca ekonomik açıdan istifade etmeye odaklandı. Bu nedenle Türkiye ve Rusya arasındaki ticari, ekonomik ilişkilerin boyutları hızla arttı. Putin de Erdoğan’ın bu yaklaşımını ödüllendirerek seçim öncesi sıcak paraya çok sıkışmışken onu rahatlatmak için Akkuyu nükleer santralının inşası için bir kaç milyar dolar gönderme ve Türkiye’nin vadesi gelen doğalgaz borçlarını seçim sonrasına erteleme gibi jestlerde bulundu.

Fakat Türk-Rus ilişkilerini çok yakından takip eden Batı, yaptırımlarının Türkiye ve Macaristan gibi liderleri Putin’le yakın ilişkilere sahip müttefik ülkeler üzerinden delinmemesi için tedbirlerini artırdı. Erdoğan hükümeti Batı’nın ikincil yaptırım tehdidini ne zaman görse bugüne kadar hemen geri adım attı, mesela Mir ödeme sistemi üzerinden Rusya’yla finansal ilişkiler sıklaştırıldı, Batı bu ödeme sistemine katılan bankaları yaptırıma tabi tutacağını söyleyince birden kamu bankaları dahil tüm Türk bankaları sistemden adeta “yandım anam” der gibi çıkıverdi. Yine Batı’nın baskıları üzerine bu yıl Erdoğan hükümeti, yaptırımları delme kapısı olduğu anlaşılan Rusya’ya paralel ihracatı sonlandırarak, Türkiye üzerinden Rusya’ya transit gönderilecek ürünlerin önce Türk gümrüğünden geçmesini zorunlu hale getirdi. Benzer şekilde, Rus ve Belarus havayollarının ABD yapımı (Boeing) uçaklarına İstanbul’da yakıt ikmali, yedek parça ve bakım hizmeti verilmesi de sonlandırıldı.

Erdoğan’ın “Batı kampında çözülmeyi” neden dört gözle beklediğini ortaya koyan çok kritik gelişme CNN Türk’te yaptığı açıklamalarla aynı gün yaşandı. Mülakatın akışıyla ve sorulan soruyla bağlantısı olmadığı halde birdenbire Macron’dan bahsetmesi, muhtemelen zihinaltının o hadiseyle dolu olmasıyla ilgiliydi. O gün ABD, Türkiye merkezli en az dört şirketi Rusya’ya yönelik Batı ambargosunu ihlal ettikleri gerekçesiyle yaptırımlar listesine aldı. Reuters haber ajansına konuşan ismi açıklanmayan bir ABD’li yetkili bunun “Türkiye’ye karşı Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana ABD’nin en büyük yaptırım kararı” olduğunu vurguladı. ABD’li yetkili, ayrıca, son yaptırımların “şimdilik” Türkiye’nin denizcilik ve ticaret sektörlerinde faaliyet gösteren Rusya’ya ait veya Rusya bağlantılı şirketleri hedef aldığını, bu yeni merhalenin bir “uyarı atışı” anlamına geldiğini belirtmiş. Yani Erdoğan hükümetine “Şakamız yok, ne yaptığınızı biliyoruz, hemen bu işlere son vermezseniz daha sert tedbirler gelmek üzere” mesajını veriyorlar.

ABD Hazine Bakanlığı’nın açıklamasına göre, söz konusu Türk şirketleri ABD kaynaklı malları Rus ordusu için temin etme girişiminde bulundular. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin hemen ertesinde Mart 2022’de kurulan Azu isimli firma, ABD dahil başka ülkelerden ithal ettiği bilgisayar çiplerini Rusya’ya sattı, firmanın bu şekilde yaklaşık 20 milyon dolarlık satış yaptığı belirtiliyor. Endüstriyel ürünler satan Dexias Türkiye adlı firma ise yaptırım listesindeki bir Rus şirketi olan Radioavtomatika için aracılık yapıp ABD menşeili elektronik ürünler almak maksadıyla Batılı şirketlerle temasa geçti.

Eurasia Group analisti Clayton Allen, Washington’un Türk firmalarını yaptırıma tabi tutarak ortak ülkelere ABD’nin bu tür adımlarından muaf olmadıkları işaretini verdiğini belirtiyor. Allen, Türk firmaların listeye alınmasını “Bu eşiğin aşılması önemli bir gelişmedir, ortak ülkelerle ihtilafa yol açmasını göze alarak yaptırım uygulamak ABD’nin mevcut yaptırım sisteminin uzun süre kalacağına dair beklentisini gösteriyor” değerlendirmesini yapıyor.

Geçen haftanın bir diğer önemli gelişmesi ise ABD’de basına sızan Pentagon istihbarat raporlarına göre Rusya’nın Ukrayna’da da savaşan paralı asker grubu Wagner’in, silah ve teçhizat satın almak için Türkiye’de de temaslarda bulunduğunun ortaya çıkmasıydı. Bu temaslar sonucu herhangi bir satışın gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin bilgi raporda yer almıyor. CNN tarafından ele geçirilen bir başka ABD istihbarat belgesine göre ise Türk şirketleri Putin’in bir diğer kilit müttefiki olan Belarus’a yaptırımları delmesi için yardım ediyor. Tüm bunlara ABD’nin seyirci kalacağını sanmak saflık olur. Nitekim güçlü istihbaratı sayesinde “ne döndüğünü” zaten gayet yakından takip ettiğini anlıyoruz.

Biden Yönetimi sadece Türkiye’ye karşı değil, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik sürecinin uzatılmasında Erdoğan’la ortak hareket eden Macaristan Başbakanı Viktor Orban’a karşı da “vidaları iyice sıkıştırmaya” başladı. Bu hafta ABD yaptırımına uğrayanlar arasında Budapeşte merkezli IIB adlı bir uluslararası yatırım bankası vardı. Orban yaptırım sonrası artık bankanın ticari açıdan faaliyet gösterebilmesinin mümkün olmadığını belirterek (adeta diş gıcırtılarını saklamadan) Rusya’ya karşı Batı yaptırımlarına karşı olsa da bunlara uyacağını duyurdu. Orban’ın söylediği şu husus ise Türkiye bakımından da önemli: Macar lider ABD’nin herkesi Rus karşıtı ittifaka dahil etmek için zorlama hedefinden vazgeçmediğini kaydetti. Burada “herkesten” asıl kast edilen ülkeler NATO ve AB üyesi olan Türkiye ve Macaristan. Orban “Perşembe’nin gelişini” de şöyle ifade etti: “”Yaptırımları hiçbir zaman kabul etmedik ancak ABD de dahil olmak üzere başkalarının yaptırım uygulama hakkına da itiraz etmiyoruz.”

Macaristan Başbakanı Viktor Orban geçen ay (16 Mart) Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesi vesilesiyle Ankara’yı ziyaret ederek Erdoğan’la görüşmüştü.

Bu hafta basına sızan bir başka habere göre, ABD Kongresi’nde Orban hükümetiyle bağlantılı önde gelen Macar siyasi şahsiyetleri hedef alan bir yaptırım tasarısı hazırlanıyor. Demokrat ve Cumhuriyetçi Kongre üyelerinin ortaklaşa hazırladığı tasarı Orban’ın partisi Fidesz mensubu isimleri içeriyor. 14 Mayıs’ta iktidarın değişmemesi ve Erdoğan’ın Rusya’ya yönelik yaptırımları delmeye devam etmesi halinde seçim sonrası benzer bir tasarının Türkiye için de hazırlanması hiç şaşırtıcı olmayacaktır.

Erdoğan artık şunu iyice görmeye başladı: Batı ve Rusya arasındaki kapışma uzadıkça ve kızıştıkça kendisinin tam bir çapraz ateşte kalması tehlikesi iyice yükseldi. Erdoğan için Putin’i karşısına almanın bedeli ne kadar ağırsa, Türkiye’nin Batı’nın ikincil yaptırımlarına maruz kalmasının maliyeti de en az o kadar ağır olacaktır. Batı kampında yaşanacak bir çatlama, Erdoğan ve Orban gibi liderleri rahatlatacak, Batı’nın “büyük topları” birbirleriyle uğraşırken onlar Putin’le “işlerini rahatlıkla yürüteceklerdir.”

İşte Macron’un Çin ziyaretinin ve dönüş yolunda sarf ettiği sözlerin Erdoğan’ı bu kadar heyecanlandırmasının nedeni bu… Macron geçen hafta Çin’e üç günlük bir resmi ziyarette bulundu. Fransız Cumhurbaşkanı’na Fransız iş dünyasının liderlerini içeren geniş bir heyet eşlik etti. Dönüş yolunda, uçakta basına verdiği mülakatta, ABD Başkanı Biden’a taş, Çin lideri Şi Cinping’e gül attığı şeklinde yorumlanan bazı açıklamalar yaptı: Macron, Çin’in Tayvan’a yönelik planlarına ilişkin endişelere atıfla “Avrupa’nın kendisiyle ilgili olmayan krizlere kapılmaması” gerektiği uyarısında bulundu. Ayrıca kıtanın daha büyük bir gücün gündemine hizmet eden “vassal” (tebaa) olmak yerine “özerkliğini” inşa etmesini umduğunu söyledi. Burada isim vermese de bahsettiği “büyük gücün” ABD olduğu âşikârdı.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron Çin ziyareti sırasında Çin Cumhurbaşkanı Şi Cinping ile Guangzhou kentini ziyaret etti.

Bu demeç oldukça hassas bir zamanda yapıldığı için Batı başkentlerinde büyük tepkiye yol açtı. Tayvan Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy tarafından evvelki hafta  Kaliforniya’da ağırlanmıştı. Çin bu görüşmeye tepki olarak bu hafta Tayvan etrafında askeri jetler uçurarak gövde gösterisi yapıyordu. Avrupa’da pek çok siyasetçi ve yorumcu Macron’un ABD ile Avrupa’nın arasını açmayı hedefleyen Cinping’in ekmeğine yağ sürdüğü eleştirisini yaptılar. AB’nin önde gelen ülkeleri ve İngiltere’den milletvekillerini çatısı altında toplayan “Çin Üzerine Parlamentolar Arası İttifak” adlı grup bir açıklama yayınlayarak Fransız lidere ağır eleştiriler getirdi. İlginç şekilde Macron’un kendi partisinden bir vekilin de imzaladığı açıklamada şu ifadelere yer verildi: “[Macron’un demeci] Avrupa’daki yasama organları ve ötesindeki hissiyatla ciddi şekilde uyuşmamaktadır. Tayvan’ın küresel ekonomideki hayatî yerini göz ardı etmekle kalmamakta, aynı zamanda uluslararası toplumun Tayvan Boğazı’nda barışın korunması yönünde on yıllardır sürdürdüğü taahhüdü de baltalamaktadır.”

Peki Erdoğan’ı çok umutlandırdığı anlaşılan bu gelişme Batı kampında bir çatlamaya mı işaret ediyor? Bunu söyleyebilmek için çok erken. Çünkü Macron “ayakları yere bastığında” söz konusu demecindeki tonu yumuşatan, aslında yeni bir durum olmadığını vurgulayan üst üste yeni açıklamalar yaptı. “Tayvan konusunda Fransa’nın ve Avrupa’nın pozisyonu aynıdır. Biz statükodan (yani mevcut durumun devamından) yanayız. Bu siyaset dâimidir, değişmemiştir.” dedi. Hatta konuya Biden’la farklı bakmadıklarından bahsetti, kendisinin Tayvan üzerinden Çin’le “söz dalaşına” girilmesini tasvip etmediğini, esasen bu duruşunun ABD Başkanı tarafından da paylaşıldığını kaydetti. Biden’ın da halihazırdaki gerginliklere rağmen meselenin tırmandırılmasından kaçınma isteği gösterdiğini belirtti. Çin ziyaretini Biden’la koordinasyon halinde gerçekleştirdiğini, Fransa ve ABD’nin Tayvan üzerindeki gerilimleri barışçıl bir şekilde çözmeye bağlılık da dahil olmak üzere aynı görüşleri paylaştıklarını vurguladı.

Yaşananlar kimilerine Ukraynalıların geçen yıl ürettikleri “Macronlaşmak” adlı deyimi hatırlattı. Deyim “Bir konu hakkında endişe edip hiçbir şey yapmamak” anlamına geliyormuş. Belki Türkçe’ye de “Erdoğanlaşmak” şeklinde bir deyim kazandırabiliriz. Manası da şu olabilir: “Gelişi Çarşamba’dan belli olan zordan sanki korkmuyormuş gibi kükreyip, boş hayaller satarken, zoru görür görmez hemen sinivermek.”

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com