Mustafa ağabeyi tutuklatan erdem…

KRONOS 09 Mayıs 2017 PORTRE

İLHAN GÖKALP

Ortaokulda, çok sevdiğim fen bilgisi öğretmenim, her öğrenciye “Hangi gazeteyi okuyorsun?” diye sorana ve sıram geldiğinde ben, “Zaman” diyene kadar, bir gazetenin ürperti veren bir etki uyandırabileceğini fark etmemiştim.

Beni gerçekten çok seven öğretmenim “Zaman” cevabını ciddiye almış ve beni idare odasına davet edip durumun vahametini anlatmaya, kendisi de hangi saik ile ‘o’ gazeteyi okuduğumu anlamaya çalışmıştı. Ecevit şapkalı, ‘çirkin kral’ edalı babamı, Ortadoğulu Hristiyan bir ailenin kızı olan annemi görünce merakı daha da derinleşmişti: Neden ‘o’ gazete? “Babam çok gazete okur” izahatım ile kapanmıştı o fasıl. Yıl 1998’di ve İstanbul’un fikir suçundan mahkum ve mağdur belediye reisi için “Bu şarkı burada bitmez” deyip gözyaşı döküyorduk o zamanlar… Hem de Ahmet Kaya’nın mahpushane şarkılarıyla ve Zeytinburnu’nda… Anakin Skywalker daha 8 yaşında bir çocuktu. Ve Qui-Gon ile Obi Wan çok ümit bağlamıştı ona. Gel zaman git zaman, yıl 2010 olduğunda ortaokulda okuduğum gazetenin Londra temsilcisiydim.

Yurtdışında görev yapan her muhabir gibi bir taraftan gazete merkezine İngiliz siyasetinin satırbaşlarını özetlemeye çalışıyor, bir yandan da Türk yetkililerin Londra temaslarını takip ediyordum. Bütün bu hengamede Ankara’dan Londra’ya uzanan elini, himmetini, şefkatini her zaman üzerimde hissettiğim biri vardı: Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal.

Tanıdığım dönemde Mustafa Ağabey, Ankara’da ‘farklı mahallelerin’ sakinlerinin, örnek insanlığı ve dostluğu nedeniyle övgüyle bahsettiği biriydi. Londra’ya gelen cumhurbaşkanı, başbakan ve bakan heyetlerine çoğunlukla gazetenin merkezinden Mustafa Ağabey ya da Ekrem (Dumanlı) Ağabey katılırdı. Kimler olmazdı ki ekipte? Mesela İsmail Küçükkaya… Bir kez şöyle demişti Küçükkaya: “Ekrem Bey camiada sayılır, Mustafa Ünal bir arkadaş olarak çok sevilir.” Hakan Çelik malumun ilamını şöyle ifade ediyordu: “Gerçekten de fotoğraf kullanımı ve sayfa düzeni başta olmak üzere bir referans olan Zaman’ın başarısında Ekrem Dumanlı ve Mustafa Ünal’ın katkısı çok büyüktü. Dumanlı, gazeteciliğe akademik titizlikle yaklaşan ve gazetesine saygınlık kazandıran bir isimdi. Mustafa Ünal ise, Ankara ve Türkiye’nin siyasi ve toplumsal dinamikleri çok iyi takip eden, önemli bir gazeteciydi.” Ama en önemlisi çok kıymetli bir dosttu. Özellikle benim için…

Mesela eski AB Bakanı Egemen Bağış, birkaç defa geldiği Londra’da Mustafa Ünal’ın heyete katılmasını çok istediğini ve onun dostluğu ile iftihar ettiğini söylemişti. Sonrasında okudum, Metehan Demir’i suçladığını, Mustafa Ünal ve Adem Yavuz Arslan ile dostluğu nedeniyle… ‘Yazık’ bile diyemiyor insan…

Türk medyasının Ankara temsilcileri ve yayın yönetmenleri ile bu resmi Londra programları vesilesi ile tanıştım. Resmi program biter bitmez, Mustafa Ağabey’in yer aldığı gezilerde hemen herkes ondan bir yemek, çay-kahve, yürüyüş vesilesiyle, bir gayriresmi program organize etmesini beklerdi. “Mustafa yoksa gelmem”, “Mustafa varsa gelirim” cümlesi adiyattandı…

İsmet Özel’in aynı adlı kitabından bilirsiniz: Emma Goldman’ın 1917’de Jüriye Hitap’ında aktardığı meşhur bir anekdot vardır. Köleliğin devamı ve fakir Meksika’ya karşı savaş için vergi ödemeyi reddedip hapsedilen David Thoreau’yu ziyaret eden Ralph Waldo Emerson, “David sen niye içerdesin?” diye sorar. Thoreau’nun cevabı “Ralph sen niye dışardasın?” olur. Mustafa Ünal’ın içerde olduğu bir dönemde, dışarıda olmak…

Mustafa Ünal, hatırı sayılır bir kalem erbabı, zarif ruhlu bir nezaket insanıdır. Hayatının belki her anında Nâzım Hikmet’ten Cahit Zarifoğlu’na şiirin, mısraların, antika gramafonundan duyulan sanat müziği ve halk müziğinin izleri vardır. O Türkiye toplumunu anlamaya azmetmiş duyarlı bir gazeteci, duyarlı bir insandır.

Doğru olduğuna inandığı her tavrı destekler. Sık sık duymuşumdur, merhum Erdal İnönü’nün temel özgürlüklerden yana tavrını çok takdir ettiğini… 1991 seçimlerinde Leyla Zana’lı, Hatip Dicle’li HEP’i Meclis’e taşıyan ve mecliste çözüm arayan iradesini övdüğünü… Çünkü hep adaleti, barışı öne çıkarır…

Konuşmak bile abes, darbelere ve darbecilere karşı tavrı hep nettir. Meşkuk bir hükümle Ankara temsilcisi olduğu gazetenin gasp edilmesini ‘darbe’ye benzetmiş, mücadele için hukuka dönmeyi salık vermiştir. Gazetecilik dışında hiçbir iş ile uğraşmamış, yazmak ve konuşmak dışında tek bir eylemi olmamıştır… Demokratikleşme ve AB yolunda sivil insiyatifin güçlenmesi için ülke adına doğru bulduğu için AKP’yi desteklemiş, uyarılarını da dile getirmiştir. Gelinen noktada, o dönemde gazetecilik adına yapılan bir dizi vahim hata, tam anlamıyla temel hak ve özgürlüklerden yana tavır almama, vicdanımızdaki azabıdır…

Shakespeare’in sözleriyle ifade edersek Mustafa Ağabey’in tek günahı aşktır, birinin erdemi ise nefrettir. Martin Nieomoller’in duyduğu pişmanlıktır ancak Mustafa Ağabey’in pişmanlığı ve günahı. Hitler’in kişisel kininin tutuklusu olarak 8 yıl hapsedilmiştir Nieomoller. Onun içindeki pişmanlık, 1932’de Almanya’nın menfaatine olduğuna inandığı için Hitler’i desteklemesiyle başlar. Nazilerin ırkçı, ayrımcı Aryan Paragrafı’na 1936’da ilk muhalefeti gösterdiğinde Yahudi kökenli Hıristiyanların haklarını zikretmeyi kafi görür. Yahudilere yönelik gasb ve tasallut ile ilgili bir şey söylemez. Fikri muhalefet totaliter, otoriter ve despot rejimlerde hükmü malum bir cürümdür. 8 yıllık çileli esaret ve vicdanın sancısı Niemoller’e tarihi sözlerini söyletmiştir:

“Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.

Sosyal demokratlar için geldiklerinde sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim.

Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim.

Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim.

Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”

Amerikan Soykırım Müzesi hakperest bir dost olarak gördüğü Niemoller’in sancısını levhalaştırmış ve özrünü kabul etmiştir.

Mustafa Ağabey’i en son Eylül 2013’te Ankara’da gördüm. Sağolsun, o meşhur gramofonu ile koleksiyonundaki plaklardan bir müzik ziyafeti vermişti. Sonrasında yine “Mustafa yoksa gelmem” diyen Ankara gazetecilerinin bir kısmı ile buluşmuştuk. Gazeteden ayrıldıktan sonra yüz yüze görüşmek nasip olmadı ama çeşitli vesilelerle telefonda görüşüyorduk. O hep bir ağabey gibi halimi, hatırımı, iş durumlarımı sorar, ümitvar olmamı tavsiye ederdi. Ankara adaletinin gadrini çeken emekçilere Londra’ya gitme tavsiyesinde bulunmuştu, beni referans vererek.

Mesela, Bayram Kaya, Emre Soncan… “Acaba paramız yeter mi, yüksek lisans yaparken iş bulabilir miyim?” diye fikir alışverişi yaparken ‘darbe girişimi’ gerçekleşti. 2016’daki yazışmalara bakıyorum, Ayşenur Parıldak ve yine gazeteci eşi için şayet Londra’ya gelirlerse manevi destek olmamı da özellikle rica etmiş.

Ben, Niemoller gibi kişisel bir kinin esiri olma ihtimalini hatırlatarak, ısrarla soruyordum: “Siz neden yurtdışına çıkmıyorsunuz?” O ise, “Kaçtı gitti dedirtmem, burada halim iç güveysinden hallice, oksijenim çok azaldı ama sen dua et bana!” demişti. Hayatı boyunca darbeye hayır demiş Mustafa Ağabey üç kere ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyor bir tweet yüzünden. Tıpkı Moskova’da Bir Centilmen kitabının kahramanı Rostov gibi… Rostov yazdığı şiirle bolşevik devrimine karşı çıktığı iddiasıyla müebbetle yargılanır ve mahkum olur. Şiiri neden yazdığını sorar özel yetkili hâkim Vyshinsky. Rostov “yazılmak zorundaydı, yazıldı” diye karşılık verir. Mustafa Ağabey, Yarına Bakış‘taki ilk yazısında “Yazmak acılarımı hafifletiyor” demişti.

Rostov’a nasıl yazdığını da sorar hâkim. O da “birdenbire yazmak ihtiyacı hissettim, sabah uyanır uyanmaz çalışma masama gidip oturuyorum” der. Son yazısında Mustafa Ağabey ise “Yazı için küçük bir tablet yeterli. Hatta maharetli eller için akıllı telefon dahi kâfi. Ama çay dünün de bugünün de vazgeçilmezi. Masanın bir köşesinde duracak. Beyin damarları onsuz açılmaz” demişti. Star Wars: Sith’in İntikamı‘ndaki Obi Wan Kenobi’nin hayalkırıklığıdır Mustafa Ağabey’deki sadece. “Ne kötü bir final. Bugün AKP zindanları masum insanlarla dolu. Yüzlerce, binlerce kişi. AK Parti, AKP’ye dönüşerek adını tarihe altın harflerle yazdırma fırsatını heba etti. Hem kendine yazık etti hem de ülkeye…” derken…

“Ne dünyevî hukuk ne uhrevî hukuk bu kayyım uygulamasına asla cevaz vermez. Kayyım ve yöneticilerinin vay haline” derken de yine hukuk diyordu. Ağırlaştırılımış müebbet için gerekçe yaptıkları tek ‘delil’, “Gör Bak Neler Olacak” başlıklı yazısında anlamayacakları kadar başka bir yerden, bir ümit ışığından söz ediyor oysa. Bir fikri mahkum edebilecek tek merci vicdanıdır. Fakat neler gördü bu modern çağda gözlerimiz, ne zalimliklere tanık olduk. Sezai Karakoç’un dediği gibi

Zalim kelimesinin gözbebeği
İnsan değil alet
Aletin aleti
Kör
– Tanrı onlarsız değil
Ama onlar – Tanrısız

Mustafa Ağabey’in Yarına Bakış‘taki yazısının son cümlesiyle bitsin bu fasıl: “Bize son durak Karacaahmet ve ‘Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız.'”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram