Lanthimos’un Istakozu ve ihtimallerin ümidi…

Cannes Film Festivali Jüri Ödülü’ne layık görülen the Lobster, bekar olmanın yasak olduğu bir alternatif gerçeği ya da geleceği anlatır. Bekarsanız, sistem sizi eş bulmanız için bir otele yerleştirir, 45 gün içerisinde otelden biriyle eşleşmeniz gerekiyordur.

ALİN OZİNİAN 28 Mayıs 2023 GÖRÜŞ

Seçimlerin ikinci turu geldi çattı!

Seçimler önemli, o kadar önemli ki sadece gelecek ile değil geçmişle de ilişkimizi sorgulattı bizlere. Ya da sadece bir kısmımıza…

Tuhaf bir girdabın içine girdik son iki hafta. Herkes milliyetçi, herkes dinci (dindar değil), herkes “elini masaya vuran sert adamlar” haline geldi. Hatırı sayılır bir kısım da içindeki mülteci düşmanlığını artık utanıp sıkılmadan çılgınca haykırmaya başladı!

Ha bir de şey var “Teröristler ile sen iş birliği yaptın, hayır asıl sen yaptın! İspatla! Çıkarırım gösteririm!” Mide bulandırıcı bir karşılıklı suçlama.

“Bir şey hissetmediğiniz halde hissediyor gibi yapmak mı zor, yoksa bir şey hissettiğiniz halde hissetmiyor gibi yapmak mı?”

Nereden çıktı bu diyorsunuz, anlatacağım.

Seçimler önemli, seçebilmek önemli. Neyi seçtiğini bilebilmek önemli. Kötünün iyisini seçmek de bir seçim.

“Sen de hiçbir şey beğenmiyorsun!” – “E, siz de yeni, makul, evrensel bir şey sunamıyorsunuz, panik halinde 100 yıldır tek bir sorun çözememiş milliyetçiliğe sarılıyorsunuz!”

Neyse. İnsan yalnız yaşayabilir mi? Güzel bir soru bu bence kafayı dağıtmak için.

Dogtooth (Köpek Dişi), The Killing of a Sacred Deer (Kutsal Geyiğin Ölümü) filmlerinden hatırlayacağımız Yunanistanlı yönetmen Yorgos Lanthimos’un 2015’te vizyona giren “The Lobster (Istakoz), bu soruyu sordurtur bize.

Filmden bahsedeceğim, izlemedim, okursam tadı kaçar diyenler yazıyı şimdi terk edebilir, çünkü anlatacağım bu filmi. Yaklaşık 10 sene olmuş, izleseydiniz!

Cannes Film Festivali Jüri Ödülü’ne layık görülen The Lobster, bekar olmanın yasak olduğu bir alternatif gerçeği ya da geleceği anlatır. Bekarsanız, sistem sizi eş bulmanız için bir otele yerleştirir, 45 gün içerisinde otelden biriyle eşleşmeniz gerekiyordur.

Günümüzde toplumun ikili ilişki anlayışına, modern dünyanın kurallarına yapılan bir eleştiri, bir kara mizahtır film. Otel ziyaretçilerinin ekipler halinde ormana götürülüp bayıltıcı silahlarla bekar avına çıkarılması, gerçek bir distopyanın ortasında olduğunuz hissi verir.

Avladığınız bekar sayısı kadar, ek gün kazanırsınız gece avlarında. Eğer bu süre içerisinde eş bulamazsanız başta belirlediğiniz bir hayvana dönüşür ve doğaya salınırsınız.

Uygun bir eş bulabilirseniz şayet, şehirde yaşamaya başlarsınız. Yalnızca evli olanların “şehirli” olabilmesi evlilik kurumunun “seçkinliğine” de bir vurgudur.

Toplumsal normların yanı sıra, uyum ve itaati ve hatta “gönül ilişkilerini” sorguladığımız nefis bir filmdir bence Istakoz. Aile, eş ve aşk kavramları beyninizde dönüp dolaşır film boyunca.

The Lobster, umarsız hayat arkadaşı bulma çabasının absürtlüğünün altını çizerken, oteldeki “evlilik propagandasını” mizahi bir şekilde ele alır. Yalnız bir erkeğin yemek yerken boğulacağı veya yalnız kadının tecavüze uğrayacağı gibi korkunç ihtimaller basit canlandırmalarla anlatılır.

Evlilik güvenlidir, evlilik iyidir, evlilik lazımdır.

Baş karakter David, odasına gelen otel müdürüne, eş bulamaması durumunda – uzun yaşadıkları ve ömür boyu üreyebildikleri için bir ıstakoz olmayı seçeceğini beyan eder.

“Birini bulamazsanız bir hayvana dönüşmeniz sizin mutsuz olmanızı ya da moralinizin bozulmasını gerektiren bir şey değil. İkinci bir şansa sahip olacaksınız. Eşinizi seçerken sizinle aynı türden bir hayvan seçmeye ihtiyacınız var. Bir kurt ve bir papağan asla birlikte yaşayamaz ve bir deveyle su aygırı. Bu mantıksız olurdu”. der duygusuz müdür.

Sadece müdür değil, bu “evrendeki” herkes ruhsuzdur. Karakterlerin robotik oyunculukları, duygusuz yaşamlarını desteker ve seyirciyi sıkar. Sıkmalıdır da, çok sıkıcıdır çünkü anlatılan düzen.

Eşleşmek için gidilen otelde de “eş bulmak” pek kolay değildir. Seçeceğiniz eşin karakteristik/bedensel bir özelliği sizinkiyle uyuşmak zorunda. Örneğin burnu mütemadiyen kanayan bir kadınla birlikte olmak isteyen erkeğin de burnu durduk yerde kanamalıdır. Topal birinin eşi topal olmalıdır, sağ elinin baş parmağı olmayan biri, sağ elinin baş parmağı olmayan birini seçmelidir.

Otele yeni giren kişinin 1 gün boyunca tek eli arkadan bağlanır, böylece kişiye hayatta tek olan şeylerin nasıl da işlevsiz olduğu gösterilmeye çalışılır.

Toplumdaki en büyük değer “ilişkilerin ortak özellikler ile kurulmasıdır” – yani ilişkilenmeye önem veren toplum ve üyeleri bunu yaparken somut ve yüzelsel şartları baz alırlar.

“Birini sevebilmek için kendimizi ne derece kandırabilir, ortaklıklar bulmak için ne kadar ileri gidebiliriz?” sorusunu sordurtur bize Lanthimos.

Kahramanımız David, otelden kaçar ve ormana sığınır. “Bak işte kurtulacak” sandığımız David yeni bir distopyada bulur kendini, yangından kaçarken doluya tutulur. Orman, sistemi reddederken, kendi sistemini kurar: “Çift olmamak”.

Otelden farkı yoktur kısaca, ormanda da duyguya, aşka, flörte, cinselliğe yer yoktur.

David terk ettiği dünyanın normlarını kılavuz edinerek ormandaki bir asiden hoşlanır, kendisi gibi bir miyop kadından… ama belli etmemesi gerekir.

İşte önemli soru burada sorulur: Bir şey hissetmediğiniz halde hissediyor gibi yapmak (oteldeki durum) mı zordur yoksa bir şey hissettiğiniz halde hissetmiyor gibi yapmak (ormandaki durum) mı?

Gizli bir ilişki yaşamaya başlarlar. Anlaşabilmek için bir işaret dili geliştirirler. Kısa zaman içinde “ekip lideri” aralarındaki ilişkiyi öğrenir. Miyop kadını, gözlerini düzelttireceğim diyerek kandırır ve kadını kör eder. Böylece David ile miyop kadının ilişkisi çıkmaza girer.

Aralarındaki “ortak özellik” yok olmuştur. David, ortak özelliğini kaybettiği kadınla yeni bir ortak özellik kazanabilmek adına farklı yollar dener, çaresizdir.

Filmin son sahnesinde, ikili, ormandan kaçarak şehre döner, yemek yedikleri restoranın banyosunda David’i elinde bıçakla görürüz son kez.

David kendisini kör edecek midir? Kaçacak mıdır? Körleşmediği halde kör taklidi yaparak sevdiğini kandıracak mıdır?

Aslında kör etmese de kadın farkı bilemeyecektir, ancak David’in o kadar özgür iradesi var mıdır? Yoksa David kendini kör etmeyip bu ilişkiden vaz mı geçecektir?

Lanthimos bizi bu sahnede, günümüz gerçekliği ile baş başa bırakır. Yüzeysel insan bağlantılarını düşündürür. Dış güzellik, kariyer, para ve benzeri gibi sadece somut şeylere dayanarak mı ilişkilendiğimizi sorgulatır.

İlişki kurarken nedir önemli olan? Benzerlikler mi? İnsan benzemediğini sevebilir mi? Benzedikçe mi anlar karşısındakini?

Film boyunca izlediğimiz duygusuzluk ve yüzeysellik halihazırdaki dünyanın yer-yer anlatılan distopyaya nasıl da benzediğini gösterir…

Anlatılan bu absürt ve distopik dünya aslında aşırı gerçek, aşırı ciddi ve aşırı rahatsız edicidir.

Kendimizi benzeyeni sevmeyi, kendimizi benzeyeni anlamayı, kendimizi benzeyeni korumayı öğretti bize sistemler.

Oysa benzemeyenler arasındaki uyum, benzemeyenler arasındaki çekim ne şahanedir. Sana benzemeyeni anlamak, sana benzemeyi korumak ne kıymetlidir.

Sırf bu ihtimale bir kapı aralayabilir ümidi ile bile olsa, zorbanın karşısındaki adaya oy vermeli.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com