Kuru ekmekler, fasulye ve özgürlük

“Doğruyu söylememek de yalan mı söylemektir!?” diyor birdenbire dört yaşıtımdan üçüncüsü, şaşırıyoruz biraz. Dördü arasında en güçlü, güçlü gözüküp en acı çekeni, en duygusalı o. Hep öyleydi.

ALİN OZİNİAN 04 Aralık 2022 GÖRÜŞ

“Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç…”
Victor Hugo, Sefiller

Ne yiyeceklerini bilmeden oturuyorlar bizim sofrada yaştaşlarım.

Üniversiteden arkadaşım dördü de. En sevdiklerim. Artık eşime de arkadaşları gibi davranıyorlar, oysa onlar benim arkadaşlarım.

Evlenince tuhaf şeyler yapıyor insanlar; her şeyi paylaşmaya çalışmak gibi. Biz yapmıyoruz oysa, “benim” arkadaşlarım yapıyor. Kibarlık olsun diye, kötü niyetleri yok.

Yemekleri yaptım, sofrayı da düzelttim. Servisi “bey” yapacak, ben de misafirler ile bekliyorum.

Cuma geceleri güzel olur, hayatın en anlamsız dönemlerinde bile Cuma geceleri güzel olur.

“Korkmuyor musun sen tek başına bu dağın başında öğlenleri yalnızken?” diyor dört yaşıtımdan biri.

“Bugün kurt uludu şu camdan gördüğün sokakta, bizim köpekler bile irkildi, sokakta olsam beni ısırır, bacağımdan bir parça koparır mı acaba diye düşüncelere daldım. Az insan olan yerlerde yaşamak belki de güvenli değil, belki de hata yaptık diye hiç düşünmedim ama — çünkü ben artık en çok insandan korkuyorum” diyemedim, “Yok, korkmuyorum…” dedim sadece.

Benden khaş (geçen hafta yazdım bunun ne olduğunu size) yani inek paçası pişirmemi isteyen arkadaşlarıma, “fasulye paçası” servis ediyoruz. Şaşkınlar, yeni bir şey deneyecekleri için de heyecanlı.

Bu fasulye paçasının, kuzu paçasıyla uzaktan yakından ilgisi yok, tek ortaklıkları üzerine dökülen kırmızı biberli, sirkeli, dövülmüş sarımsak sosu. Yarım kilo kuru fasulyeyi geceden ıslatırsanız, diğer gün de bol suyla haşlarsanız “paça imitasyonunuz” neredeyse hazır.

Yemeklerinden birer kaşık aldılar, yüz ifadelerini sevdim, beğendiler işte! İlk kadeh votkayı benim şerefime kaldırdılar. Adettir, yemek yapana saygı duyulur.

“Sevdin bu insanlardan uzakta yaşamayı sen, yabani olacaksın yakında başımıza!” diyor dört yaşıtımdan bir diğeri.

“Nietzsche’nin Zerdüşt’de — Şimdi tanrıyı seviyorum: sevmiyorum insanları. Tamamlanmamış bir şey insan benim gözümde. İnsanları sevmek mahvediyor beni – dediğini hatırlatmadan, insanı keşfetmenin zorluğundan, insanın kendisini keşfetmesinin yapıcılığından ya da yıkıcılığından bahsetmeden – gülümsüyorum, “Yok” diyorum, “Olmam ben yabani. E beğendiniz mi bu tarifi?”

Benim uydurduğumu sanıyorlar, öyle değil ama, bu tarif Takuhi Tovmasyan’nın “Sofranız Şen Olsun” kitabından. Alın, okuyun, aile hikayeleri ile birlikte bir sürü değişik tarif öğrenin.

Tarifin en hoş tarafı bence fasulye yemeğinin kızartılmış kuru ekmek dilimleri üzerine dökülmesi, fasulyenin özünü içine çeken bu ekmekler pek bir lezzetleniyorlar…

Paça isteyen konuklara fasulye servis etmem konusunda hala tedirgin eşim: “Beğendiniz ama kandırdı sanki sizi Alin” diyor.

Gülüyorlar. Memnunlar hallerinden. Her zamanki gibi finale doğru, mevzu yine üniversite anılarımıza geliyor. Gülüyoruz, hüzünleniyoruz, senelerin ne hızlı geçtiğini yan yana geldiğimiz her sefer daha da sert idrak ediyoruz.

“Doğruyu söylememek de yalan mı söylemektir!?” diyor birdenbire dört yaşıtımdan üçüncüsü, şaşırıyoruz biraz. Dördü arasında en güçlü, güçlü gözüküp en acı çekeni, en duygusalı o. Hep öyleydi.

Herkes uzun uzun fikrini söylüyor, büyük anlaşmalar, minik fikir ayrılıkları uçuşuyor masada.

Yalanın ahlaksızlığını, yalanın yıkıcılığını, yalanın yok ediciliğini konuşurken hepimiz, soruyu soran yalanın kaçınılmazlığını atıyor tak diye masaya!

Bir tur daha dönüyor; uzun uzun beyanlar, büyük anlaşmalar, minik fikir ayrılıkları…

Gustav Klimt, The Kiss tablosu.

“Bana yalan söyledikleri için üzülmüyorum ben, bir daha onlara inanmayacak olmam kalbimi kırıyor sadece” diyor, dört yaşıtımdan dördüncüsü.

Susuyoruz.

Aramızda en çok o, kaybolmayı göze alıp kendi yolunu aradı bu yıllar boyunca, bazen cesaret etti buna, bazen de mecbur bırakıldı. Bizim onu yüreklendirdiğimiz de oldu.

Susmamıza içerliyor, bizi üzdüğünü düşünüyor.

Tanıdığım günden bu yana, kendine aramızdaki itfaiyeci görevi atayan arkadaşım yangını söndürmek istiyor anlaşılan- “Her şeyi ama her şeyi yapıp güzelleştirmediğin sofra ne seni, ne başkalarını doyuruyor, aç kalanın o sofradan kalkmaya hakkı var!” diyor.

Neyi kaçırdım diye düşünüyorum, ne gerek var şimdi bu lafa?

Kahvelerimizi içerken, dördüne de benden ne saklıyorsunuz der gibi bakıyorum. Kaçırıyorlar gözlerini. Kapıdan çıkarken yanağımdan öpüyor, “dördü arasındaki en güçlü, güçlü gözüküp en acı çekeni ve en duygusalı” – ve usulca “Bitmemiş özgür olmak için, bağımsız olmak için ödemem gereken bedeller” diyor.

Arabasına binerken “ararım” işareti yapıyor eliyle.

Dağılmadan hiç toparlanamadık ki biz zaten diye düşünüyorum el sallarken…

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com