Kılıçdaroğlu “YSK ve Erdoğan açıkça seçimleri çalmıştır” diyebilir mi?

Erdoğan’ın 14 Mayıs seçimini kazanıp kazanamayacağını belirleyecek tek kişi vardır: O da Kılıçdaroğlu’dur. Kılıçdaroğlu, YSK'nın Erdoğan’ı galip ilan etmesi durumunda halkın karşısına çıkıp “YSK milli iradeye bir darbe yapmıştır. Erdoğan seçimleri açıkça çalmıştır.” diyecek midir?

ÖMER MURAT 06 Mayıs 2023 HABER ANALİZ

Seçime on gün kala dış basında haliyle Türkiye hakkında pek çok değerlendirme ve haber yayınlanıyor. Bunların hemen hepsinde ülkenin Erdoğan tarafından ne kadar otokratik bir rejimle idare edildiği anlatılıyor ve AKP liderinin seçim sonuçlarını hileyle veya ortalığı karıştırarak tanımama ihtimalinin bulunduğu vurgulanıyor. Demokrasi ve insan hakları alanında dünyanın önde gelen sivil toplum kuruluşları arasında yer alan Freedom House’dan iki uzman tarafından kaleme alınan ve Foreign Policy adlı dergide 3 Mayıs’ta yayınlanan “Türkiye’deki seçimler özgür ya da adil almayacak. Ancak muhalefet yine de kazanabilir” başlıklı makalede Erdoğan’ın 2019 belediye seçimlerinden önce de seçim sonuçlarını nasıl manipüle ettiği şöyle hatırlatılıyor:

“2014 yılında, AKP’nin adayı başkent Ankara’daki belediye başkanlığı yarışını kaybedecek gibi göründüğünde, resmi devlet ajansının [Anadolu Ajansı’nın] oy sayımına ilişkin raporları aniden birkaç saatliğine durdu ve sonra sadece AKP adayının kazandığını gösterecek şekilde yeniden başladı. Muhalefetin seçimle ilgili açtığı dava Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi. 2017 yılında Türkiye’yi parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiren anayasa referandumunun yapıldığı gün öğleden sonra, oylamaya nezaret eden hakimler oy pusulalarının resmi geçerlilik mührü olmasa bile sayılacağını açıkladı. Bu karar nedeniyle kaç tane mühürsüz oy pusulasının sayıldığını kimse bilmiyor ve referandum yüzde 51’in biraz üzerinde bir oyla kabul edildi.”

Bunlara CHP adayının seçim akşamı birdenbire ortadan kaybolduğu 2018 seçimlerini de eklemek gerekir. O seçimde de Erdoğan’ın ilk turda yüzde 50’nin üzerine çıkamadığı, o gece muhalefetle “kapalı kapılar ardında” yapılan pazarlıklar sonucu seçimin ilk turda bitirildiği artık “sağır sultanın bile bildiği” bir sırdır. Muharrem İnce’nin seçim günü partisi tarafından “terkedildiğine” dair söylemlerini bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Ağır bir ekonomik kriz devam ederken yaşanan 6 Şubat depremleri sonrasında Erdoğan hükümetinin gösterdiği acziyet, iktidarın 14 Mayıs seçimlerini kazanabilmesini imkansız derecede zorlaştırdı. Popüler bir adayla muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 55’lere ulaşması mümkündü. Oysa kamuoyu araştırma şirketlerinin ekseriyetinin raporlarına göre Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanma ihtimali artık çok düşük, bu ancak çok az bir farkla belki olabilir ama Erdoğan’ın bu kadar az bir farkla mağlubiyeti kabullenmesi beklenmiyor, bu durumda ikinci tura gidilmesi halinde Kılıçdaroğlu favori aday olarak gösteriliyor. Bazı anket şirketlerine göre ise Erdoğan ikinci turda “burun farkıyla” kazanabilir. (İktidara yakın kimi anket şirketlerinin Erdoğan’ın ilk turda açık farkla kazanacağına dair raporlarını ciddiye almayı gerektiren bir neden görmüyorum.)

Financial Times gazetesinin bugün yayınladığı belirli anket şirketlerinin ortalamasını yansıttığı anlaşılan grafiğine göre Kılıçdaroğlu’nun oy oranı yüzde 48, Erdoğan’ınki ise yüzde 45 oranında. Diğer iki aday (İnce ve Oğan) ise toplamda yüzde 7 civarında oy alıyor.

Muhalefetin yüzde 90 ihtimalle kazanması gereken bir seçimin bu noktaya gelmiş bulunmasının ilk sorumlusunun kendi adaylığını dayatan Kılıçdaroğlu olduğuna kuşku yoktur. Erdoğan, İmamoğlu’nun adaylığından ne kadar korktuğunu ve karşısında aday olarak CHP liderini görmek istediğini bu kadar belli etmişken, İYİ Parti lideri Akşener’le birlikte buna karşı mücadele etmek yerine, AKP liderinin yargı üzerinden yaptığı hamleleri Kılıçdaroğlu kendi adaylığını ilerletmek için kullandı. Önce Akşener’i adaylığı için ikna edip sonra Altılı Masa’nın diğer küçük sağ partileriyle müzakereler yürütmesi gerekirken, CHP lideri oy oranları yüzde 0,5 ila 1,5 arasında değişen partilere bol keseden vekillikler dağıtarak tersi bir yolu tercih etti. Akşener’in “ölümle sıtma arasında bırakıldıklarını” ilan ederek masayı kısa süreliğine devirdiği, muhalefetin rüzgarını kesen kaza bu yüzden yaşandı. Normalde Altılı Masa’daki sağ partilerin İYİ Parti çatısı altında seçime girmesi, AKP’den kopan kararsız sağ seçmeni çekebilmek bakımından en doğru strateji olurdu, ama adaylık sürecinde yaşanan bu kapışma yüzünden tüm sağ partiler CHP listesinden seçime girdi. Böylece Erdoğan’a ne kadar kızgın olursa olsun, CHP’nin altı okuna mühür basmaya “eli gitmeyecek” kritik bir seçmen kitlesi kaybedildi. Bu itibarla, Erdoğan’ın seçimi ikinci turda “bileğinin hakkıyla” kazandığı bir netice ortaya çıkarsa, bu neticenin başmimarı Kılıçdaroğlu olacaktır.

Daha önce pek çok yazımda nedenlerini uzun uzadıya işlediğim gibi Türkiye’de iktidarın seçimle değişme ihtimali kaldığını düşünmüyorum, bu sebeple Erdoğan’ın aklını tümden yitirmişse ilk turda, ama daha muhtemelen ikinci turda “hile hurdayla” yüzde 50’yi geçeceği neredeyse kesin gibidir. İşte beklenen bu durum yaşandığında muhalefet ne tür bir tepki verecektir? Asıl soru budur.

Yukarıda değinilen, Erdoğan’ın seçimleri “hileyle” kazandığı örneklerde ana muhalefetin karnesi hiç de parlak değildir. Bu hadiseler yaşanırken CHP’nin genel başkanlığını Kılıçdaroğlu yürütmekteydi. Muhalefet sandıklara sahip çıkmadığı gibi, Erdoğan rejiminin siyasî meşruiyet krizini derinleştirecek şekilde sonuçların hileli olduğunu ilan etmekten de kaçındı. Erdoğan’ın Türkiye’ye otoriter başkanlık sistemini getiren referandumu aslında kaybettiği, ama hileyle kazandığı uluslararası akademik dergilerde bile delilleriyle ele alınırken, muhalif cenah referandumu sorgulamak yerine halkın “koyun” olduğunu seslendirmeyi daha işine gelir buldu. Bu, iktidarla örtülü bir ittifak yürüttüklerini gizleme biçimi değildiyse, kendi sorumluluklarını yerine getirmemiş olmanın doğurduğu suçluluk psikolojisinden kurtulma çabasıydı.

Kılıçdaroğlu muhalif halk kitlelerine seçim akşamı sokaklara çıkmama çağrısında bulundu. Erdoğan’ın o akşam güvenlik güçlerini devreye sokabilmek için sokakları karıştırabileceği endişesi nedeniyle bu çağrının makul görülebilmesi, Kılıçdaroğlu’nun o akşam ne tür bir tavır sergileyeceğiyle yakından ilgilidir. İstanbul seçimlerinde “atı alanın Üsküdar’ı geçememesi”, muhalefetin sandıklara sahip çıkması kadar İmamoğlu ve Kaftancıoğlu’nun saat başı halkın karşısına çıkarak kendilerine ulaşan son sonuçlar hakkında bilgilendirme yapması sayesinde oldu. YSK’nın öyle olmadığı halde Erdoğan’ı galip ilan etmesi durumunda Kılıçdaroğlu halkın karşısına çıkıp “Türkiye’deki tüm sandıklardaki müşahitlerimizin ıslak imzalı tutanakları elimizdedir. Sandık tutanaklarına göre seçimin kazananı biziz. YSK milli iradeye bir darbe yapmıştır. Erdoğan seçimleri açıkça çalmıştır.” diyecek midir? Bunu yapmayıp “ortadan kaybolması” veya topu orta sahada çeviren, taça atan açıklamalarda bulunup muhalif kitleleri sakinleştirmeye çalışması, Erdoğan’ın iki yıldır seçim kanunu değiştirip, İmamoğlu’nu siyasi yasaklı hale getirerek binbir sinsi hamleyle ulaşmaya çalıştığı sonucu nihayet elde etmesini sağlayacaktır.

Çünkü muhalefetin sonuçlarını kabullenmediği çalınmış bir seçim, Erdoğan rejimini “komaya sokacak” bir yol kazası olacaktır. Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrasında kurduğu rejim sağlığı kadar bile güçlü değildir, böyle bir meşruiyet krizini kaldıramayacaktır. Genel olarak Batı’nın Erdoğan’ın seçimleri yeniden kazanabileceğine kendisini hazırladığı görülmektedir, fakat muhalefetin seçim sonuçlarını tanımaması Batı’yı da Erdoğan’a karşı bir tavır alma zorunluluğuna itecektir. Foreign Policy’deki makaledeki şu bölüm bu bakımdan aydınlatıcıdır:

“Hiçbir aday oyların yüzde 50’sinden fazlasını kazanamadığı için seçim ikinci tura kalırsa riskler artacaktır. Tarihi bir oylama öncesinde zaten gergin olan ülkedeki tansiyon turlar arasındaki iki hafta boyunca iyice yükselebilir. Bu da uluslararası toplumun, [Erdoğan tarafından] seçim gününden çok önce gerçekleştirilen müdahale biçimlerinden, seçim günü veya sonrasında gerçekleşenlere kadar seçim ihlallerini yerinde izlemek ve belgelemek için önemli miktarda kaynak ayırması gerektiği anlamına gelmektedir. Ayrıca [uluslararası] gözlemciler ihlaller gerçekleşir gerçekleşmez bunları kamuoyu önünde kınamaya ve Erdoğan ile AKP’ye sonuçlara müdahale etmenin ya da itiraz edilen bir sonuç olması halinde protestoları şiddetle bastırmanın somut sonuçlarını (dış ilişkilerde değişiklikler ve seçim ihlallerine karışan yetkililere yaptırımlar gibi) açıkça ifade etmeye hazır olmalıdır.”

Muhalefetin seçimlerin çalındığını dünya aleme ilan etmesi halinde, Rusya ve Çin’le kapışmasına odaklanmış Batı’nın Türkiye’yi fiilen artık bir demokrasi olmadığı halde NATO gibi kuruluşlar içerisinde tutma garabetine göz yummayı sürdürebilmesi çok zorlaşacaktır. Ne Türkiye’nin ekonomisi, ne de Erdoğan’ın iyice yıpranmış sinirleri Batı’nın düşük düzeyli bile olsa göstereceği tepkileri kaldırabilecek durumdadır. Kılıçdaroğlu bu saatten sonra YSK’nın hukuka uygun hareket etmesini sağlayabilme gücünden mahrum olabilir. Ama kendisine oy veren on milyonlarca insanın iradesini savunmak üzere seçim akşamı ortaya çıkarak “Bu seçim çalınmıştır” diye ilan edip etmemek tamamen onun elindedir. Bunu yapması halinde Erdoğan’ın kucağında sadece bir “Pirus Zaferi” kalacaktır.

İşte tüm bu nedenlerle Türkiye’de Erdoğan’ın 14 Mayıs seçimini hedeflediği gibi kazanıp kazanamayacağını belirleyecek tek kişi vardır: O da Kılıçdaroğlu’dur.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat