‘Deprem, AKP’nin yarattığı sahte cenneti, hipnozu bitirdi, geriye suçluluklar kaldı’

Deprem felaketi sonrası iyileşmenin ancak ‘toplumsal’ olabileceğine dikkat çeken psikiyatrist Cemal Dindar, "Deprem bu hipnozu bitirdi ve suçluluklar kaldı. Kardeşi ölmüşken hayatta kalmış olmanın suçlulukları…" dedi.

ÖZLEM ERGUN 26 Mart 2023 SÖYLEŞİ

Resmi rakamlar, 6 Şubat’ta meydana gelen Maraş merkezli 7.7 ve 7.6’lık depremlerde 50 bin insanın can verdiğini, yaralananların sayısının ise 100 bini aştığını söylüyor.

Depremlerin üzerinden yaklaşık iki ay geçmişken, hayatta kalabilmiş insanların temiz ve sağlıklı suya erişimi ile barınma gibi temel yaşamsal ihtiyaçları halen tam anlamıyla karşılanabilmiş değil.

AFAD Başkanı Yunus Sezer’in geçen hafta yaptığı açıklamaya göre, deprem bölgesinde 2 milyon 4 bin 276 kişi hâlâ çadırda kalıyor, 82 kişiye ancak 1 duş-tuvalet düşüyor.

YAPAY BİR KİTLE OLUŞTURMAK İÇİN ‘NORMALLEŞME’

Deprem bölgesinde hayata tutunma çabası, aradan geçen haftalara rağmen milyonlarca insan için bunca çetinken, ‘normalleşme/normale dönme’ sıklıkla işittiğimiz ifadelerden…

“Bir toplumda, hatta küçük bir grupta bile eşitsizlik arttıkça normalin tanımı aynılıklara, yapay bir kitle oluşturmaya yönelik yapılır” diyen psikiyatrist Cemal Dindar’ın, dikkat çektiği bir başka kavram seti de popülist sağın ‘şifre kavramları.’ Kullanışlı kabul edildiğinden olsa gerek, hemen her dönem dolaşımda olan ‘ortak akıl’, ‘aydınlık yarınlar’, ‘yüce millet’, ‘helalleşme’ vs…

Bu türden bir ‘içeriğin’ Türkiye sağında hiç sekmeden devam ettiği hatırlatan Dindar, söz konusu ideolojik çatının bu kez pek de işlemediğini, bu ideolojinin kendini üretemediğini söylüyor.

Neo-liberal dönemin insan anlayışında, insanın hakikatini ruhsallığında arama eğiliminin baskın geldiğine ancak toplumsal felaket ortamlarında iyileşmenin ‘toplumsal’ olabileceğine dikkat çeken psikiyatrist-yazar Cemal Dindar sorularımızı yanıtladı.

KURGU OLAN NORMALİN SINIRLARIDIR

Normalleşme kapalı toplumların, toplama kamplarının, cezaevlerinin normudur. Kabullenme ve boyun eğmeyi içerir” diyorsunuz. Kastınız nedir? Bu büyük yıkım tablosunda normalleşmekavramı neden sorunlu? 

Foucault’a atıfla çok sık tekrarlanan bir söz vardır: “Normal insan kurgudur.” Gerçekte normal toplum da bir kurgudur ve kurgu olan toplumsallığımız değil, normalin sınırlarıdır. Bir toplumda, hatta küçük bir grupta bile eşitsizlik arttıkça normalin tanımı özdeşleşmelere, aynılıklara, yapay bir kitle oluşturmaya yönelik yapılır. Bunun da ideal formuna kavuşturulduğu yerler ordu, kilise, cezaevi, okul ve benzeri kurumlardır.

TRAVMA: FAİLİ HATTA FAİLDEKİ PATOLOJİYİ GİZLEYEN BİR YAN VAR

Böylesi büyük bir yıkımın ardından insan ruhsallığını salt travma’ söylemine sıkıştıran okumanın handikapları nedir? 

Öncelikle önerim ruhsal travmayı mutlak reddeden bir tutum değil. Kavram kendi sınırlarında taşıyamayacağı bir anlam aşırılığı ile doldurulmuş durumda… Eleştirim buna. Hayatta olağan hayal kırıklıklarını bile travma olarak adlandırıyor insanlar. Günümüzün narsistik kültürüne de çok uygun. Hiç kimse en ufak bir örselenme yaşamak istemiyor ve ötekinin örselenmesini de kendi yaşamının doğruluğu olarak gören epey insan var.

Dolayısıyla yaşamın içinde deneyimin harcı olan hayal kırıklıkları bile travmatik bir eda ile yaşanıyor. Ayrıca travma söyleminin özellikle toplumsal olaylar söz konusu olduğunda, olayın gerçek niteliğini ve failini, hatta faildeki patolojiyi gizleyen bir yan var. Katliama ‘katliam’, iş cinayetine ‘cinayet’ demek toplumdaki bireylerin vicdanlarına seslenmenin ön koşulu bence…

KENDİ AKLINI, ÇOĞUNLUĞA ORTAK AKIL‘ DİYE ONAYLATMAK…

Türkiyede şu sıra ve bir kez daha popülist sağın şifre kavramları’ olarak dolaşımda olan laflardan bazıları ‘ortak akıl, aydınlık yarınlar, yüce millet, helalleşme’… Bu türden bir erik, popülist sağın toplumla kurmayı tahayyül ettiği ilişki açısından ne söyler? Yıkım bu denli büyükken, böylesi vaazlarının toplumda karşılığı olabilir mi?  

Gerçek yüzeydedir ve hemen herkeste bir derinlik sarhoşluğu var. Oysa Kenan Evren’in anılarına bakın, Erdoğan’ın yükseliş dönemi konuşmalarına bakın… Bir kavram setinin Türkiye sağında hiç sekmeden devam ettiğini görürsünüz. Kenan Paşa’nın darbe günü saat 13.00’te yaptığı konuşmayı bağladığı kalıp ‘aydınlık yarınlar’.

Erdoğan da ikinci 12 Eylül’ün başlangıç tarihi sayılabilecek 2010 referandumu sürecinde aynı kavramı çok kullandı. Bu kavram seti, kendi aklını çoğunluğa ‘ortak akıl’ diye onaylatmayı da içeriyor, kendi yücelik iddiasını ‘yüce millet’ söylemiyle ve ‘sen yüce-ben yüce’ hipnoid bağıyla geçerli kılmayı da içeriyor, ya da dinselliği sorumluluklarının sonuçlarını taşımamanın gerekçesi olarak kullanmayı da içeriyor.

Ben ilk kez söz konusu ideolojik çatının bu denli işlemediğine tanık oluyorum. Bu ideoloji kendini üretemiyor.

TOPLUM, OLANLADAN KENDİNİ DE SORUMLU HİSSETTTİ

Depremin hemen ardından ülke çapında örgütlenip harekete geçen dayanışma pratikleriyle birlikte, özellikle Suriyeli mültecilere/göçmenlere yönelmiş ayrımcılığı hatta şiddeti de gördük. İki ucu olan bu tabloyu toplum ve iktidarın inşa ettiği/etmeye çalıştığı politika açısından nasıl okuyabiliriz?

Deprem sonrasındaki dayanışma pratiğinin toplum ruhsallığında iki boyutu olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri devletin mevcut örgütlenme biçiminin pek de derde deva olmayacağı öngörüsü, toplumun genelinde ve deprem öncesinde edinilmiş bir ders olmuş.

İkincisi, toplumun hemen her kesimi belli ki ortaya çıkan yıkımdan kendini sorumlu hissetti. Neo-liberal dönemin ve AKP’nin ilk dönemlerinin sunduğu sahte cennet havasının etkisine çok büyük kesim kapıldı, üstelik nemalandı.

Deprem bu hipnozu büyük oranda bitirdi ve geriye büyük bilinçli-bilinçsiz suçluluklar kaldı. Fikrimce toplumun büyük kesimi, olanlardan kendini sorumlu da hissetti… Deprem öncesinde yeterince kaderine sahip çıkamamanın, yeni-sağa uzun dönem boyun eğmiş olmanın ve elbette kardeşi ölmüşken hayatta kalmış olmanın suçlulukları…

NE0-LİBERAL DÖNEM: İNSANIN HAKİKATİNİ RUHSALLIĞINDA ARAMA EĞİLİMİ

Toplumsal felaket ortamlarında iyileşmenin de ‘toplumsal’ olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Bahsettiğiniz toplumsallık, acıları sağaltmada neden bu kadar belirleyici?

İnsanın tarifinde toplumsallık temel belirleyen çünkü… Neo-liberal dönemin insan anlayışında, insanın hakikatini ruhsallığında arama eğilimi baskın geldi. Sosyalizmin bir alternatif olarak verili olduğu dünyadaki toplumsal gerçekçiliğin rövanşı, diyeceğimiz bir tür psikolojik gerçekçilik tutumu var. Siyasette sanatta da öyle… Hatta psikanalizde bunun aşırılığının en iyi işareti, nesne ilişkileri kuramı…

Toplumsallığından edilmiş insanın iç dünyasında kurgusal bir toplum tasarımı kuramsallaştırıldı. İyileşmek istiyorsak toplumsal bağlarımızı eşitlikçi bir temelde yeniden düşünmeli ve bunu dünyamızı dönüştürecek bir eylemlilikle buluşturmalıyız. Goethe’nin Faust’ta dediği gibi, başlangıçta eylem vardı.

EN AZ ÇEYREK YÜZYILLIK İDEOLOJİK ÇATIŞMA

Depremin ardından Türk Psikologlar Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği gibi meslek örgütleri ile gönüllü psikologlar, bölgeye yönlendirilmek için bürokratik süreçlerle uğraşırken, Diyanet deprem bölgesine manevi danışmangönderdiği duyurdu. Depremzedelerle ilk psikolojik teması kurma konusunda böylesi girişken bir Diyanetin (bölgede Alevi nüfusun yanı sıra Hristiyan inancına mensup halkın da olduğu düşünüldüğünde) bu uygulamasını nasıl okuyabiliriz?

Dernekler ile Diyanet’in bu örnekteki karşıtlığı Türkiye’nin en az çeyrek yüzyıldır içinde olduğu ideolojik çatışmanın resmi… Zorluklarla baş etmede dinin bir işlevi olabileceğini kabul etmek başka bir şey, onun tek geçerli doğru baş etme yöntemi olduğunu ileri sürmek daha başka bir şey. Ülkemizde mevcut yönetim erki bu ikinci aşamaya geçmiş görünüyor ve bunca bilimsel bilgi ve toplumsal yarar ortadayken bunda diretmek bir tür toplumsal psikoz hali…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com