Johnson mu tarihe geçecek yoksa dedesi ‘Artin Kemal’ mi?

'Kalafatlı Türk' Johnson istifa etti; dedesi 'Ermeni-sevici' Ali Kemal yeniden gündeme geldi... Peki, Johnson mu tarihe geçecek yoksa dedesi 'Artin Kemal' mi? Bu pazar gününün “açmazı” da bu olsun...

ALİN OZİNİAN 10 Temmuz 2022 GÖRÜŞ

Türk Basının ilk günden bu yana “en çılgın İngiliz siyasetçisi” betimlemeleri ve “Osmanlıya dayanan kökleri” vurguları ile andığı İngiltere Başbakanı Boris Johnson bu hafta istifa etti.

Johnson, Muhafazakâr Parti yeni bir lider seçene kadar başbakanlık görevini sürdürecek ve seçim tamamlandığında seçilen kişi otomatik olarak İngiltere başbakanı da olacak. Muhafazakâr Parti’de yeni liderin belirlenmesinin iki ayı bulabileceği kaydediliyor.

Yakın müttefiklerinden Hazine Bakanı Nadhim Zahawi’nin çağrısı sonrası istifa adımını atmayı kabul ettiği söylenen Johnson, Zahawi’nin durumun sürdürülebilir olmadığı ve daha da kötüleşeceğini belirttiği “Doğru olanı yapmanız ve şimdi gitmeniz gerek” uyarısı üzerine görevini sonlandırdı.

Bu vesile ile Johnson’un dedesi Ali Kemal’i ve Johnson’ın “parlatılan” Türklüğünü hatırlamak iyi olabilir. Johnson ilk seçildiğinde, Ali Kemal’in babası Hacı Ahmet Rıza Efendi’nin memleketi Kalafat’ı gündeme getirmeyi, yerli-milli sağcılar yetmez gibi bir de İngilizlerin sağcıları ile övünmeyi bir borç bilmişti Türk basını.

Sadece basın değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere birçok devlet yetkilisi Johnson’u tebrik etmenin ötesine gitmiş, Türk kökleri sayesinde, “önemli stratejik ortaklar” olan Türkiye ve Birleşik Krallık arasındaki ilişkilerin yeni dönemde de her alanda gelişeceğine inandıklarını ifade etmişlerdi.

Johnson’un, Londra Belediye Başkanı olduğu dönemde The Spectator dergisinden Douglas Murray’ın, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret içerikli şiir yarışmasının” galibi olduğu hatırlanmamış ya da unutulmuştu. Bir Osmanlı torununun, bir Osmanlı sevdalısı için yazdığı nükteli üç beş sözünün hesabı yapılmamıştı.

2019’da, Ankara’ya 100 kilometre uzaklıktaki Kalafat köy meydanında toplanıp Johnson’un başbakanlığını kutlayan ahaliyi hala hatırlıyorum. Misal, Kalafat Köyü Muhtarı “Boris’in kazanmasına çok sevindik. Burada Sarıoğlangiller olarak anılırlar. Toplandık, vatandaşlarla alkış tuttuk” derken bir başka Kalafatlı Adem Karaağaç ise, “Bu topraklardan çıkmış, geni bu topraklara dayanan, geçmişi bu topraklarla bağlantılı olan birisinin İngiltere gibi oyun kurucu bir ülkenin başbakanı olması bizleri gerçekten tarif edilmez duygulara sevk etti” demişti.

Johnson’ın “uzaktan kuzeni” Satılmış Karatekin ise “Boris benim kuzenim. Buraya gelmesini, ata topraklarını ziyaret etmesini, onurlandırmasını istiyoruz” talebinde bulunmuş lakin Johnson bu olup biteni ciddiye almamıştı.

AKP’nin sahiplendiği Johnson’u, muhalefet “kabul” etmemişti. Dedesinin İttihatçılara karşı olması en büyük “suç” olurken, Johnson’un PKK’yi desteklediği iddiaları ortaya atılmıştı.

Hatta bazı cevval köşe yazarları “Oysa dedelerimiz ne güzel söylemiş “ayıdan post, gâvurdan dost olmaz. İşte size ayı, işte gâvur…” demişlerdi.

Bazı “milli mücadele şövalyeleri” Johnson’un İngilizliği “yetmezmiş” gibi tutkulu bir Siyonist olduğunu ve İsrail’i çok sevdiğini belirttmişler, “Sarı tehlikenin farkında mısınız?” başlıkları ile halkı uyarmayı görev bilmişlerdi.

Sahi, Ali Kemal kimdi?

Ali Kemal’in trajik hikâyesi aslında oldukça karışık ama bir o kadar da ilgi çekici olaylara götürüyor bizi. Tarihin iniş-çıkışları, hayatın cilveleri ve doğunun alışılagelmiş iki yüzlükleri ile dolu bu hikâyede devlet anlayışına işlemiş ve bugün hala başvurulan kadim gelenekler, yaftalamalar, hukuksuzluklar, acımasızlıklar ve zulüm var.

Johnson’un dedesi Ali Kemal dönemim batı hayranı, liberal sayılabilecek fikirlere sahip bürokrat ve gazetecilerinden. Osmanlı’nın son döneminde eleştirel yazılar yazmaktan çekinmeyen, İttihatçı siyaseti onaylamayan, gayrimüslimlere yapılan zulüm ve katliamlardan rahatsızlık duyan, yeni bir ülkenin temellerinin böyle atılmayacağına dikkat çeken, Ermeni Soykırımı’nı kınayan ve failleri olan İttihatçıların yargılanmasını isteyen biri. Dolayısı ile lakabı “Ermeni Artin” ve dönemin “hainlerinden” biri.

Ali Kemal, Damat Ferit Paşa kabinelerinde Maarif ve Dâhiliye Nazırı olarak hizmet vermiş, Milli Mücadele’yi ve Mustafa Kemal’i çok sert eleştirmiş, İttihatçıları kasaplıkla suçlamış gazeteci Ali Kemal planlı bir linç neticesinde öldürülmüş. Failler cezasız kalmış hatta bazıları ödüllendirilmiş.

Ali Kemal o dönem yapılan yanlışların farkında, Batılılar ile atılan imzalar ile yerine getirilmesi gerekenlerin yapılmadığının, bunun sorun olacağını çok iyi biliyor. 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu, Vilayet-ı Sitte denilen Doğu Anadolu’daki Ermeni illerinde ıslahat yapacaktı. Yasalar gereği Ermenilerin nüfusları yetmediği bahane edilerek bu madde hiçbir zaman uygulanmadı. 1914’te Batılılar tarafından yapılan uyarılardan önce Ali Kemal bu ıslahatın artık çok geciktiğini yazınca Ermenice “Harutyun” adının kısaltması olan Artin lakabı ile anılmaya başlıyor.

Ali Kemal’in niyeti ıslahat gecikirse işlerin kötüye gideceği konusunda uyarıda bulunmak, ama belli ki 1915’e bir kala İttihatçıların bu konudan hiç de rahatsız olmadıklarını, “Ermeni Sorunu”nun kökten çözeceklerini aklından bile geçiremiyor.

Ali Kemal’in bu doğrucu tavrı 1922’de hakkında yakalama kararı çıkarılmasına sebep oluyor. Aynı yıl, 6 Kasım’da Ali Kemal Tokatlıyan Han’daki berberinin koltuğundan İstanbul Polis Müdür Muavini Sadi Bey tarafından derdest edilip İzmit’e götürülüyor.

Olayın başkahramanı 1921 baharında başlayan Koçgiri İsyanı’nı kanla bastırmadan önce “Dzo diyenleri (Ermenileri) ortadan kaldırdık, şimdi sıra Lo diyenlerde…” sözleri ile tarihe geçen Sakallı Nureddin Paşa.

Sakallının maceraları Karadeniz’de yola getirdiği Pontuslular, Dersimli Kızılbaş aşiretlerin “bir daha ayağa kalkamayacak şekilde dağıtılması ve Anadolu’nun değişik yerlerine serpiştirilmesi” için verdiği emirler, Topal Osman’ın da yardımıyla temizlediği yüzlerce “asi”, sürdüğü binlerce “vatan hainleri” ile dolu.

İzmit’te Nureddin Paşa’ya teslim edilen Ali Kemal, Paşa’nın sorgulaması ve suçlamaları sırasında adaletin huzuruna çıkmaktan korkmadığını söylese de, Paşa’nın emri ile çok kısa sürede toplanan ve “öldürsünler, linç etsinler!” emri verilen kalabalık, “vatanın haini” için gerekeni yapıyor. Ali Kemal güvendiği adalet tarafından hiçbir zaman yargılanamıyor.

Öldüresiye dövülen, kafası ezilen, tanınmayacak hale gelen Ali Kemal’in elindeki yüzük, üzerindeki para, kıyafetleri de gasp ediliyor. Saldırılardan kurtulmak için İstiklal Mahkemesi Savcısı Necip Ali Bey’e sarılan Ali Kemal’in göğsüne bir de bıçak sokuluyor. Ardından ayaklarından bağlanarak sokaklarda dolaştırılıyor. Tanıdık mı?

Linçten sonra büyük ihtimalle yapılan eziyet belli olmasın, biraz da ibret olsun diye darağacına çıkarılan ve asıldı süsü verilen Ali Kemal’in göğsüne “Artin Kemal” ibaresi dövülüyor.

Nureddin Paşa bu şanlı askerlik vazifelerinden sonra çekişmeler olsa da TBMM mebusu olarak hayatına devam ediyor. Nureddin Paşa’ya yapılan eleştiriler kesinlikle Kürtlere, Ermenilere ve Rumlara karşı giriştiği acımasızlıklar ile ilgili değil, kişisel gücünü kadrolaşma üzerine kullanması ile ilgili.

Bu suçlamalardan kendisini kurtaran, Meclis soruşturmasından vazgeçilmesini sağlayan ise Mustafa Kemal. Soruşturmadan vazgeçilmesi ardından göstermelik olarak Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa tarafından yargılanan Nureddin Paşa cezalandırılmıyor, sadece askerlik görevine son veriliyor ama bürokraside hala söz sahibi olabiliyor.

Bu kollamanın sebebi kuşkusuz Paşa’nın devletin pis işlerini eli titremeden halletmiş olması. Devletin kadim alışkanlıkları var, demiştik. Yıllar sonra “devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözlerini diyecek torunların Sakallı’dan etkilenmediklerini kim iddia edebilir?

Hikâye burada bitmiyor. Nureddin Paşa’nın bıraktığı yerden küçük damadı CHP’li Abdullah Alpdoğan Paşa devam ediyor. 1935’te Tunceli IV. Umumî Müfettişi olan ayrıca “Dersim kasabı” olarak da anılan katliamcı “Dersim sonuçtur, başlangıcı Koçgiri isyanıdır” diyenlerin kahramanı oluyor.

Diğer cephede de olayların örgüsü yine karışık. Ali Kemal’in öldürülmesinden sonra ailesi ve oğlu Zeki Kuneralp sınır dışı ediliyor, İsviçre’de hukuk eğitimi görüyor. Daha sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün özel izniyle Türkiye’ye dönüyor ve Dışişleri Bakanlığı’nda diplomatik görevlerde bulunuyor. Bükreş, Prag, Paris, Bern, Londra derken 1978 yılında Madrid’de Zeki Kuneralp’in eşi Necla Kuneralp, bacanağı diplomat Beşir Balcıoğlu, eşi ve şoförleri ASALA’nın üç üyesinin ateş açması sonucu hayatlarını kaybediyorlar.

Ermenilerin hakkını savunan ve bu duruşundan dolayı linç edilerek hayatını kaybeden, Ermeni Artin damgası ile hatırlanan gazetecinin oğlunun ailesi ASALA tarafından hedef alınıyor.

Kaderin oyunu devam ediyor; Emin Mahir Balcıoğlu yani Madrid’de şehit olan diplomat Beşir Balcıoğlu’nun oğlu 2001 yılında, henüz o kadar da “moda olmamışken” Türk-Ermeni diyaloğu üzerinde çalışmalar yapıyor. Türk ve Ermeni sanatçılar ortak sergisini hazırlıyor.

Saldırıda anne, baba ve teyzesi Necla Kuneralp’i de kaybeden Balcıoğlu, yaşadığı korkunç acıyı kalbinin derinliklerine gömüp, Ermeniler ile Türkler arasında barış kurulabilmesi için uğraşıyor. Hürriyet’le yaptığı söyleşide “İlk zamanlar bir parçalanma yaşadım ama asla bu işi bir millete mal etmedim. Rahmetli babamın da bunda payı büyük çünkü bize tarihe yönelik olarak düşmanlık değil sevgi ve hoşgörü aşılamıştı. Asala konusu işlenirken bu işin ayrıntısına girilmiyor, sadece yüzeysel olarak Ermenilerin yaptığı bir eylem olarak gösteriliyordu. Oysa yapan Ermeniler değil, bir grup kemikleşmiş, yüreği taşlaşmış adamdı. Ağca Papa’yı vurdu diye tüm Türklerin suçlu gösterilmesi gibi bir şeydi bu” diyerek bizi şaşırtmaya devam ediyor…

Ne tuhaf ki; eşitlik ve adalet isteyenlerin çocukları eşitlik ve adaleti, güç ve kan isteyenlerin çocukları güç ve kanı talep etmeye devam ediyor.

Johnson mu tarihe geçecek yoksa dedesi Ali Kemal mi? Bu pazar gününün “açmazı” da bu olsun…