“İşkencecimi sesinden tanıdım”

Başta kadın derneklerinin temsilcileri olmak her kesimden önde gelen insanlar, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Grup Başkanvekili Özlem Zengin'in "Onurlu kadın çıplak aramayı söylemek için bir yıl beklemez." sözlerine veryansın ediyor. Yazar İlhami Işık, "Ben bir erkeğim, o iğrenç olayı ancak 38 yıl sonra söyleyebildim." dedi.

KRONOS 20 Şubat 2021 GÜNDEM

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in “Türkiye’de çıplak arama yok. Çıplak aramaya maruz kalan onurlu, ahlaklı bir kadın bunu söylemek için bir yıl beklemez.” sözlerine cevap veren yazar İlhami Işık, “Ben bir erkeğim. Bana 1980 yılında Siirt Tugayı’nda gözaltında tutulurken, copla tecavüz etmek isteyen o iğrenç olayı ancak 38 yıl sonra söyleyebildim ve yazabildim.” dedi.

31 Mart 2019 Mahalli İdareler Genel Seçimi’nde Saadet Partisi’nden Batman belediye başkan adayı olan yazar İlhami Işık, 1980 yılında Siirt’te nasıl işkenceye maruz kaldığını ve işkenceden 10 yıl sonra kendisine işkence eden askerle İstanbul’da karşılaştığı an neler hissettiğini şahsi Twitter hesabında aktardı.

İLHAMİ IŞIK NASIL İŞKENCE GÖRDÜĞÜNÜ ANLATTI

Işık iki yıl önce yazdığı makaleyi ilave ederek paylaştığı mesajında, “Sesinden tanıdım onu! 2 yıl evvel yazmıştım. Kendi hikâyemi. Zifiri karanlık. Ne ayakta kalabiliyorum. Ne de oturacak bir yer var. İçerisi sürekli suyla ıslatıldığı için, vücudum nereye değse etlerim kopacak gibi oluyor.” ifadelerini kullandı.

Işık’ın makalesinde şu ifadeler yer aldı: “Buz vücudumu mıknatıs gibi çekiyor. Derim buza yapışıyor. Aylardan ocak, yıl 1980! Ve o yıl kış çok ağır seyrediyordu. Siirt tugayına götürülürken. Kar neredeyse diz boyunu geçmişti. Hâlâ yağmaya devam ediyordu… Benim tutulduğum baraka yıkık dökük bir barakaydı, her tarafından rüzgâr alıyordu.”

“BANA İŞKENCE EDEN O CANAVARIN SESİ HİÇ AKLIMDAN ÇIKMAYACAK”

“Gözlerim kapalı olduğu için. İçeride başka bir eşyanın olup olmadığını bilmiyorum. Ama çok soğuktu ve donuyordum. Çünkü yere ve üzerime sürekli şu döküyorlardı. İlk bir-iki gün. Su dökme dışında. Uğrayan veya soran hiç kimse olmadı.” diyen Işık makalede ilk işkenceciyi şöyle tarif etti: ” Üçüncü gün kalın sesli ve sürekli küfür eden birisi bana seslenmeye başlayınca günlerin sessizliği de bozulmuş oldu. Evet! Hayatım boyunca hiç unutmayacağım bir ses. Hiç aklımdan çıkmayacak; ‘Bir insan başka bir insana hem de zevk duyarak böyle zalimce davranabilir mi?’ düşüncesi.”


 

Makale şöyle devam etti: “Bu kalın sesli ve tarifini yapamadığım iğrenç kokunun sahibi olan böyle biriydi. Büyük ihtimal ile bir babaydı. Çocukları ve sevdiği kadını vardı. Evine bir baba şefkatiyle dönüyordu. Ya da çocuklarının başını sevgiyle okşuyordu. Ve bu insan burada bir canavara dönüşüyordu.”

“ARTIK ACIYI  HİSSETMİYORDUM, AYAK DERİLERİM BETONA YAPIŞMIŞ KALMIŞTI”

İşkence eden memurun kendisini altı olmayan bir sandalyeye bağladığını belirten Işık, şunları dile getirdi: “Elindeki copla hem vuruyor hem de copu vücudumda gezdiriyordu. Kanın aktığını vücuduma değen sıcaklıktan anlıyordum… Neredeyse tüm kemiklerimi kıracak gibi hayvanca vuruyordu! Hiçbir şey de sormuyordu… Sadece küfür ediyor ve vuruyordu! Ben daha yeni yirmi yaşına giriyordum ve herhangi bir suç da işlememiştim!”

İlhami Işık, 1980’de Siirt’te kendisine işkence yapan askeri 10 yıl sonra sesinden tanıdığını belirtti.

Işık, Siirt Tugayı’nda gözaltında işkence sebebiyle bayıldığını ve dayaktan her tarafının uyuştuğunu belirterek, şunları kaydetti: “Artık acı hissetmiyordum… Ayak derilerim betona yapışmış kalmıştı. Çok sonra kendime geldiğimde dışarıda bağrışlar, çağrışalar devam ediyordu. Bir asker nöbette kendini vurmuştu. Ben galiba o asker sayesinde daha ağır ve söylemeye utanacağım işkence yönteminden kurtulmuştum.”

İŞKENCEDEN 10 YIL SONRA İSTANBUL KURTULUŞ’TA BİR GÜN…

İşkencenin üzerinden 10 yıl geçtikten sonra 1991 yılında İstanbul Kurtuluş Mahallesi’nde pazarlamacılık yaparak geçimini temin ettiğini aktaran Işık, “Soldan gelen insanların büyük bölümü 24 saat siyaset ile uğraştıklarından ve bugün yarın devrim olacak hayali kurduklarından ötürü kalıcı bir meslek sahibi olamadı. Bundan ötürü daha çok konuşma kabiliyetine dayalı iki meslekte yoğunlaştılar: Reklamcılık ve pazarlamacılık. Ben de iyi bir pazarlamacı oldum. Tencere-tava satıyordum.” bilgisini verdi.


 

Kurtuluş’ta gecekondu bölgesinde grup olarak satışa çıktıklarını ve bitişik evlerde eşya sattıklarını aktaran Işık, “Yan tarafımızda satış yapan arkadaşların girdiği evden çok tanıdık bir ses kulağımı derinden sarstı! Çok çok tanıdıktı bu ses, fakat kimin sesi olduğunu çıkaramıyordum. Belki de yıllardır görmediğim bir arkadaşımın sesi de olabilir diye düşündüm. Hayır, bu ses bana acı veriyor! Beni rahatsız ediyor!” dedi.

“SESİNDEN ÖNCE O İĞRENÇ KOKUYU ALDIM, EVET OYDU”

O sese doğru yöneldiğinde 50’li yaşlarda bir insanın etrafında küçük çocuklar ve bir-iki kadının ödeme konusunda hararetle tartışdıklarını gördüğünü ifade eden Işık, “Adam emekli maaşının ancak taksitler düşük tutulursa yetebileceğini söylüyordu. Yanındaki kadın ‘öderiz bey’ diyordu. Birdenbire adam beni görünce irkildi. Kekelemeye, garip garip sesler çıkarmaya başladı, yanındaki kadın ve arkadaşlarım da bir şey anlayamadılar bu durumdan. Evet beni tanımıştı! Ben hâlâ onu tanımamıştım. Ve aramızda yirmi otuz santim uzaklık vardı.” ifadelerini kullandı.

Işık makaleye şu satırlarla son verdi: “Sesinden önce o iğrenç kokuyu aldım! Neredeyse kusacaktım. Evet oydu! Yoksulluk içerisinde kıvranan canavar, tanıdım seni! Ama diyemedim bunu ona. Çünkü o artık çürümüş bir zavallıydı!”

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram