‘İran’da devlet İslamcı ama toplum seküler; reform olmazsa rejim düşebilir’

İranlı gazeteci Peyman Arif ülkesinde yaşanan kitlesel protestoları Kronos'a değerlendirdi: Devlet İslamcı olmasına rağmen toplum seküler.

MEHMET ŞAHİN 09 Ekim 2022 SÖYLEŞİ

İran'da Mahsa Amini'nin öldürülmesi sonucu başlayan gösteriler devam ediyor. (FOTOĞRAF: AFP)

Mehsa Emini… Ahlak polisinin kıyafeti nedeniyle gözaltına aldığı genç bir kız hayatını kaybetti ve İran’da protestolar başladı. Daha önce de farklı çaplarda gösteriler olmuştu ama bu defa yaşananlar faklı mı? Binlerce insan gözaltına alındı ama geniş kitleler canları pahasına ülke genelinde rejimi protestoya devam ediyor. Konuyu Avrupa’dan da olsa kendi ülkesini yakından takip eden bir gazeteci Peyman Aref’le konuştuk…

Halk hem özgürlüğünü arıyor hem canını korumaya çalışıyor. Binlerce gözaltı var ve eylemler devam ediyor. Neler oluyor İran’da?

Protestolar bir türlü bastırılsa da o özgürlükçü istekler, şeriat devletini istememe hâli bastırılamıyor, bastırılamaz da … Özellikle Z kuşağı böyle şeriat, muhafazakârlık, İslamcı devlet sevmiyor, bu apaçık ortada. 40 senedir baktığınızda zorunlu örtünme, zorunlu şeriat uygulama, alkol yasağı, vesaire… Hatta Ramazan ayında dışarıda yemek yasağı bile… Düşünebiliyor musunuz? Ramazan ayında evinizin dışında yemek yiyemiyorsunuz, yani zorunlu oruç tutma, zorunlu örtünme hatta devrimin ilk senelerinde devlet elemanlarının zorunlu sakal bırakmaları, oraya kadar gitmiş. Tam Talibanvari bir yönetimden bahsediyoruz. Z kuşağı, yani 90’ların sonu 2000’lerin ilk yıllarında doğmuş jenerasyon internetle büyümüş, evrensel bir dünyada, evrensel bir durumda büyümüş, liberal demokratik değerlere sahip, seküler bir nesilden bahsediyoruz. Tabii ki bunları artık istemiyor, ‘yeter’ demek istiyor buna. Hatta ben şu kanaatteyim ki, İran gibi uygar bir ülkede 79’dan sonraki nesil de rahat rahat boyun eğmeyecekti o İslamcı yönetime, o şeriat uygulamalarına.

Ne oldu?

“İRAN’DA YAPISAL REFORM YAPILMAZSA, İŞ REJİMİN DÜŞMESİNE KADAR GİDEBİLİR”

İslamcılık İran’da Türkiye gibi, Malezya gibi bazı Müslüman ülkelerin tersine seçimle değil devrimle geldi, devrimle yönetimi elde etti. Dolayısıyla devrim, ondan sonra da İran-Irak Savaşı bu jenerasyona bir tür şok verdi. Bir tür sosyal şoktan bahsedebiliriz bence. Dolayısıyla o jenerasyon bu şok neticesinde kabul etmiş ve bir süre susmuş, itaat etmiş olabilir ama yeni jenerasyon, yeni nesil, yeni kuşak, Z kuşağı kabul etmiyor. Dolayısıyla ne istiyor? Şimdi yeni nesil, özel alanındaki yaşam tarzıyla kamu alanında olan yaşam tarzı arasında olan açılmış makası kapatmak istiyor. Bunlar artık iki türlü yaşam istemiyor. Özel hayatında bir türlü yaşayacak, kamusal alana çıktığında bilmem örtünecek, zorunlu oruç, zorunlu örtünme falan filan… Buna baş eğmiyor, susmuyor, itiraz ediyor ve nereye kadar gidecek bu iş sorarsanız, bence rejim yapısal reform yapmak zorunda ya gerçekten yapısal reformlar yapacak veya iş rejimin düşmesine kadar gidebilir.

Bu çapta olmasa da İran’da daha önce de gösteriler oldu. Bu defa rejim karşıtları somut bir kazanım elde edebilecek mi?

Geçmişe baktığımızda 1999 öğrenci hareketi, 2009 yeşil hareket ve 2017, 2019 yani yoksullar hareketi diyebiliriz. Yani 2019’da ne oldu, akaryakıta zam geldi. Zamma karşı yoksul tabaka dışarı çıktı. 2017’de de küçük şehirlerde başladı hareket. 2009’da ne olmuştu? 2009’da orta sınıf sokaktaydı. İran’da siyaseti belirleyen etkin sınıf, bence orta sınıftır. 2009’da orta sınıf sokağa çıktı ama gayet medeni, gayet hiddetsiz, gerçekten şiddetsiz… Haziran 2009’da Tahran’da ben o zaman eylemlerde yer aldım aktivist olarak hatta hapse atıldım ondan sonra, iki buçuk sene. Düşünebiliyor musunuz? Dört milyon insan Tahran’da dışarı çıktı, caddeler doldu taştı gerçekten. Dört milyon insan sessizlik protestosuyla, susma yöntemiyle hatta bazıları bir bant çekmişlerdi ağızlarına. Suskun bir şekilde, gayet şiddetsiz, medeni ve o geçti. Rejim ne yaptı? Baskı yaptı. Şiddetsizliğe karşı şiddet uyguladı. Şimdi tekrar orta sınıf mücadele ediyor sokaklarda görüyoruz. Ama orta sınıf 2017 ve 2019’da sokağa inmemişti. Orta sınıf tekrar sokağa indi ve bu defa o şiddetsizlik söylemine sahip değil. Yani öfke dolu bir söylem var sokaklarda ve şiddet de tek yönlü değil 2009’daki gibi, iki yönlüdür. Yani meşru müdafaa hakkını kullanıyor halk, ‘Eğer bana karşı şiddet kullanırsan, sana tepki veririm.’ diyor. Karşılıklı bir şiddet söz konusu aslında. Dolayısıyla, devrim de böyle olur.

“REJİM KENDİ TABANINI İKİ KERE SOKAĞA İNDİRMEK İSTEDİ AMA TABAN KALMAMIŞ”

Eylemciler polise karşı koyuyor ama henüz rejim tüm unsurlarıyla savunmaya geçmedi. Yönetim dünyadan gelecek tepkilerden mi çekiniyor yoksa göstericilere karşı şiddeti artıracak mı?

Tabii ki artırabilir ama birkaç meseleye dikkat çekmemiz lazım. Birincisi, rejim kendi muhafazakar tabanını sokağa indirmek istedi, indirmek istemedi değil. Cuma namazından sonra, hem cuma namazından sonra hem de Pazar günü iki defa rejim kendi tabanını sokağa indirmek istedi ama taban kalmamış. Yani, cuma namazından sonra Tahran gibi 10 milyonluk bir şehirde kaç yüz veya kaç bin kişi sokağa indi? Yani, 1999’da ben öğrenciyken ilk öğrenci hareketinde çok iyi hatırlıyorum biz kaç bin kişiydik, onlar kaç milyon kişiydi. Bu defa halk kaç milyon kişidir, rejim tabanı kaç bin kişidir? Cuma namazından sonra muhafazakar tabanı indirmek istedi yapamadı, pazar günü indirmek istedi yapamadı. İşin bir boyutu bu. Başka bir boyutu, bu dakikaya kadar sadece polisi görüyoruz. Daha devrim muhafızları sokağa inmedi. Neden devrim muhafızlarını görmüyoruz sokakta? İkinci soru, ‘Âli lider’ hiçbir tepki vermemiş. Yani haftalardır protestolar devam ediyor. ‘Âli lider’ geçmişe baktığımızda bir protesto olduğunda hemen çıkıp halka hitap ediyordu, konuşma yapıyordu hatta ağlıyordu, 1999’da ağladı kendi tabanını motive etmek için, mobilize etmek için. Bu defa ama Hameneyi’i hiç görmüyoruz.

Hamaney, gerekirse hükûmet değişikliği gibi makyaj mahiyetinde bir adımla göstericileri yatıştırmak için sessiz kalıyor olabilir mi? 

Evet, doğru. Bence bu rejimin son kartı olabilir. Zira, Reisi zaten meşruiyetinin  tartışıldığı bir seçimde cumhurbaşkanı oldu. İran’da cumhurbaşkanı devletin başında olan şahıs değil, hükûmetin başında olan şahıstır yani başbakan seviyesindedir aslında. Seçimle ama nasıl bir seçim? Adaylar, Anayasa Koruyucular Meclisi filtresinden geçiyor ve 2021 cumhurbaşkanlığı seçiminde öyle dar alanlı bir seçim oldu yani adaylar öyle elenerek yapıldı ki bu seçimler, seçimden önce o seçimden Reisi’nin galip çıkacağı belliydi. Her şey onun cumhurbaşkanlığına hazırlanmış durumdaydı. Hameney, Reisi’yi aslında seçilmiş cumhurbaşkanı değil, atanmış cumhurbaşkanı şeklinde cumhurbaşkanı yaptı. Aslında bir ‘paket cumhurbaşlanlığı’ndan bahsetmemiz doğru olabilir. Dolayısıyla şu paket cumhurbaşkanı, istediği zamanda son kart olarak onu, Reisi’nin istifası, hükümetin düşmesi yani akıldan uzak bir şey değil, olabilir çok da kolayca olabilir. Ondan sonra ne olur? Eğer Hameney vefat etmezse o zaman yeniden bir cumhurbaşkanlığı seçimi… Yani suçlar, kusurlar tamamen Reisi’ye yöneltilip ondan sonra yeni bir seçim yapılır, yeni seçimde yeni bir figür… Mesela, kapanmış bir seçim olur 2021’deki gibi, yani kapılar tamamen muhafazakarların dışında olan adaylara kapalıydı aslında. Biraz genişletilmiş bir seçim yapılıp bir reformcu cumhurbaşkanı gelebilir ki onun vesilesiyle reformlar yapılsın. Zira, şu anda rejim reform yapmak zorundadır. Yapmazsa, rejim düşebilir gerçekten.

“MUHAFAZAKAR KESİM BİLE DİN DEVLETİ UYGULAMALARININ DİNE ZARAR VERDİĞİ KANAATİNE GELDİ”

40 yıl otoriter bir idare için az süre değil. Rejim, muhafızlarıyla kendini korumayı çok iyi biliyor. Öğrenci hareketlerinden bu yana sizin kişisel gözleminiz nedir, bu yönetim böyle ne kadar sürdürülebilir?

İlk büyük çaplı protestolar 79’dan sonra 99’da yapıldı. Yani, rejim 20 yaşındayken. Ben o zaman öğrenciydim ve bir öğrenci aktivisti olarak katılıyordum gösterilere. Hatta o zaman bir öğrenci lideri olarak kendi vazifemi yapıyor, isteklerimi öne sürüyordum. O zaman biz kaç bindik ve rejim yanlıları, rejim tabanı kaç milyondu… Şu anda denklem tamamen değişmiş durumda. Bu tarafın ağırlığı kaç milyon kişidir, o taraf, rejim tarafı kaç yüz bin veya hatta kaç bine inmiş durumdadır… Cuma namazından sonra, dediğim gibi rejim kendi tabanını sokağa indirmek istedi, istemedi değil ama taban kalmamış bile. Yani bakın, özellikle 2009’daki Yeşil Hareket’ten sonra rejim yanlılarının içinde, rejim tabanında gerçekten oransal olarak bir düşüş oldu. Muhafazakar kesim yavaş yavaş şu kanaate geldi ki, dini devlet dine bile zarar veriyor. Şeriatı uygulama, dine zarar veren bir meseledir, dine zarar veren bir yöntemdir. Dolayısıyla şu anda baktığımızda denklem tamamen değişmiş ve böyle bir denklemde hiçbir rejim bence uzun vaadede devam edemez.

Halkın bu defa öfkeli oluşu rejimin de korunma ısrarı, bir çatışma fikrini akla getiriyor. Rejim yanlıları ve protestocuların sokakta karşı karşıya gelme ihtimali var mı?

Var. Hatta protestolarda gördüğümüz gibi, halk rejim yanlısı şahısları darp etti, linç etti. Yani, maalesef ki öyle iki yönlü bir şiddete doğru gidiyoruz. Yani bu kaçınılmaz bir meseledir aslında. Devrimlere baktığımızda böyle bir şeyle karşı karşıya geliyoruz ama bunun suçlusu kimdir? Halk mıdır, rejim midir? Bahsettiğim gibi 2009’da halk kaç milyon kişilik sessiz protestolar yaptı. Yani şiddetsizlik yöntemi, şiddetsizlik söylemi, fikirleri hegemon durumdaydı o zaman. Ama şimdi neden iki taraflı şiddet söz konusu veya 2009’da mesela bir polis halkın eline düştüğünde halk, kendisi onu kurtarıyordu.

Mehsa Emini’nin vefatından hemen sonra rejime yakın kaynaklar bu işin arkasında etnik gerekçeler olduğunu öne sürdü. Rejim de Kuzey Irak’ta bazı Kürt grupları hedef aldı. Protestoların arkasında bir etnik gerekçe var mı?

Baktığımızda, hem ‘var’ dememiz doğru hem ‘yok’ dememiz. Zira, herhalde Mehsa, Kürt bir kızdı. Kürdistan eyaletinin Sakız şehrinde doğmuş, büyümüş. Ailesini ziyarete gidiyor. Tatilden döndüğünde annesi, “Tahran’da ablama da uğrayalım.” diyor. Dolayısıyla, Tahran’da teyzesinin evinde konuk olduğu zaman dışarı çıkıyor 16-17 yaşlarındaki erkek kardeşiyle beraber. Ahlak polisi alıyor ve bildiğiniz gibi nihayet cesedi hastaneden çıkıyor. Ondan sonra ne oldu? Mehsa’nın cansız bedeni Kürdistan eyaletine nakledildi, Sakız şehrine. Orada, cenaze töreninde birtakım sloganlar atıldı. O sloganlar, “Jin, Jiyan, Azadi” özellikle, malum 2014 Kobani olaylarından sonra, YPG ve YPJ’nin sloganlarıydı. Sadece kadın kimliğiyle sınırlı kalmamak için, bir de bölücülük söyleminden mesafe almak hedefiyle ‘Zen, Zendegi, Azadi’ye ‘Merd, Mihan, Abadi’ yani ‘Kadın, yaşam, özgürlük; erkek, vatan, kalkınma’… Böyle bir slogan ortaya çıktı. Ve bu slogan şu anda ülke çapında söyleniyor.

“ARAP BAHARI’NIN KADERİ İRAN’DA YAŞANMAZ, ÇÜNKÜ İRAN’DA DEVLET İSLAMCI TOPLUMSA SEKÜLER” 

Çok cana mal olan ama köklü değişiklikler getirmeyen bir Arap Baharı yaşandı. Şimdi İran için bir Acem Baharı benzetmesi yapılıyor. Çok erken ya da abartılı bir yorum mu?

Biraz abartılı ve biraz erken geliyor bana ama eğer gerçekten böyle bir bahar yaşanırsa İran’da, bence Arap Baharı’nın kaderi İran’da yaşanmaz. Neden yaşanmaz? Zira, Arap Baharı’nda kim kazandı, İhvan kazandı. Yani, Arap Baharı’nın sonucu İhvan-ı Müslimin’in yani Müslüman Kardeşlerin öne çıkması ve siyasi gücü elde etmesi oldu. Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da yani Trablus yönetiminde, Suriye’de, hatta Suriye’de muhalif kesime baktığımızda, İslamcı, İhvan kökenli, Müslüman Kardeşler kökenli gruplar gerçekten çok güçlüydü şu anda da İdlib’de devam ediyorlar. Ama İran’da artık İslamcılık söz konusu değil. Yani İran’a baktığımızda rejim, devlet İslamcı olmasına rağmen toplum gerçekten seküler bir toplumdur. Çok da seküler bir toplumdur. Yani Orta Doğu’nun tam tersi. Orta Doğu’da toplumlar İslamcı, devletler sekülerdir. Mesela, özellikle Arap Baharı’ndan önce Mısır, Mübarek rejimi seküler, Mısır toplumu gerçekten çok muhafazakar, İslamcı falan. Libya aynı, Tunus aynı…

15 Temmuz’da da Türkiye’deydiniz, neden şimdi değilsiniz? İki rejimle de problem yaşamış bir gazeteci olarak, İran’daki protestolarla Türkiye’de yaşananlar arasında paralellik kuran yorumlar sizin de dikkatinizi çekmiştir…

Evet, 15 Temmuz’da Türkiye’deydim, BBC Farsça’da Türkiye uzmanı olarak çalışıyordum. 16 Temmuz’da bir röportajda, “Darbe karşıtı hareket kendisi bir İslamcı, Selefi darbeye dönüşebilir.” diye bir cümle kurdum. Maalesef o dönem olağanüstü hal ilan edilmişti ve Erdoğan yönetimi istediğini yapıyordu.  Gece saat bir civarında evim basıldı, Ankara Çayyolu’nda ve gözaltına alındım, birkaç hafta da nezarette kaldım. Gerçekten çok dehşet verici tecrübelere şahitlik yaptım o sıralar ve Türkiye’den sınır dışı edildim, şu anda da Türkiye’ye giriş yasağım var.

“TÜRKİYE’DE İSLAMCILIĞIN HÂLÂ BİR POTANSİYELİ VAR AMA İRAN’DA POTANSİYEL BİTMİŞ DURUMDA”

Türkiye halkı 20 sene İslamcılar eliyle yönetildikten sonra hem İran halkı 40 sene İslamcı bir yönetim tarafından yönetildikten sonra her iki toplum da İslamcı yönetimden yorulmuş bir halde. Ama, İran’da bu söylem gerçekten meşruiyetini tamamen kaybetmiş durumdadır şu anda. Yani İslamcılık hiçbir avantaja sahip değil, teorik olarak, pratik olarak. Yani meşruiyet kazandıran hiçbir kartı kalmamış. Ama Türkiye’de son kart olarak milliyetçilik kullanılıyor. Hep böyle dışarıda milliyetçi tavırlar alarak, milliyetçi kanat seferber edilerek, halkı kendisinin arkasına çekme peşinde Erdoğan yönetimi. Yunanistan’la kavga, Doğu Akdeniz’i “Mavi Vatan yapıyoruz” diye, Mısır’la, İsrail’le, Ermenistan’la… Hristiyan dünyası aleyhine tavır almakla falan. Yani Türkiye’de bence henüz İslamcılık bir potansiyele sahiptir. Ama İran’da bu potansiyel bitmiş durumda meşruiyet açısından. Bu yönetimin devamı varsa, hiçbir meşruiyet olmadan sadece ve sadece güç ve şiddet üzerine devam etmektedir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram