Gazeteci Parıldak: Kırgınım

SEVİNÇ ÖZARSLAN 17 Ağustos 2018 GÜNDEM

Dolar’ın, Euro’nun inmesi çıkması, yaklaşan ekonomik kriz, bitmeyen siyasi gündemler… Herkes siyasetle, siyasilerle o kadar meşgul ki, içeridekiler için, ölenler, öldürülenler için bir şey yapılmıyor, yapılamıyor. Size çok daha gerçek bir cümle söyleyeyim. Ayşenur Parıldak’ın 6 metrekarelik hücresinden sorduğu o soruyu ileteyim: “Türkiye’de ve yurt dışında bizim lehimize olabilecek adımlar görüyor musun?” Yani, bizim için bir şey yapılıyor mu diye soruyor mektubunda. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Ne evet, ne hayır. Evet bir şeyler yapılıyor belki ama dişe dokunur bir şey maalesef yok. (Bu benim cevabım. Herkes kendi vicdanında, sırf Zaman gazetesinde çalıştığı için 7 yıl 6 ay ceza alan bu masum insanın sorusuna cevap arayabilir.)

Uluslararası Af Örgütü Amnesty International, yaklaşık bir yıl önce İngiltere Huddersfield’da Türkiye’deki mağdur gazeteciler için dayanışma sergisi hazırlamıştı. Bir kilisede açılan ‘Sessiz Çığlıklar’ adlı sergide, hapisteki tüm gazetecilerin fotoğraflarına yer verilmişti. Fransız gazeteciler ise bu yılın başında tutuklu meslektaşlarına mektup yazarak dayanışma içinde olacaklarını duyurmuştu. Alman Die Welt gazetesinin her gün bir gazetecinin hikâyesini sayfalarına taşıdığı “Deniz Yücel çıktı ama daha birçok gazeteci içeride” kampanyası kendilerinin başlattığı bir proje… Yani kimsenin çabasıyla olmadı. Bildiğim kadarıyla yapılanlar bunlardan ibaret.

Bilmem kaç bin takipçi için analizler yapmak, hayatını kaybedenlerin listesini tutmak ya da sadece haberlerini vermek hücresinde kahrolan Ayşenur ve onun gibi nice masum insanın derdine deva olmuyor. Nehirlerde boğulan insanların acısını dünyaya duyurmuyor. Duysa bile kimse harekete geçmiyor. Sosyal medya kahramanlıklarını, didişmelerini bir kenara bırakırsak… daha fazlasına ihtiyaç var. Fakat çoğumuz ‘oturduk kaderin karşısına, şimdi ne diyecek’ diye bekliyoruz. Ya da ahkam kesiyoruz.

‘ZİHİNLERDEKİ ALGIYI YIKMAK İSTİYORUM’

Bir yıldır mektuplaştığım Ayşenur’un yazdığı son iki mektup ben de gitttikçe onların acılarından ne kadar uzaklaştığımız hissine neden oldu. Ayşenur, hâlâ unutulmaktan çok korkuyor. Korkusu bulunduğu ortamın fiziki koşullarından kaynaklanmıyor. Yapmak istediği ya da dışarıdaki herkesten beklediği başka bir şey var. Buyrun, sizi onun cümleleriyle baş başa bırakayım*:

“Hala unutulmaktan çok korkuyorum. İnsanların ‘bir şey yapmışlardır, yapmasalardı bu kadar uzun süre kalmazlardı’ demelerinden… İstinafta dosyam onanmış, delil olarak sadece 41 kere giriş yapılmış, adıma kayıtlı bir ‘vınn’ hattı var. Nereye indirildiği belli değil. 1,5 yılda 41 kez giriş yapmış olmayı yeterli saymış yargı. Ama insanların hangi delillerle tahliye, beraat ettirildiğini görüyorum. Hücremde kahroluyorum. Kısa vadede buradan çıkmak değil, insanların zihinlerindeki bu algıyı yıkmak istiyorum.”

“…41 kez giriş ya! Onu da tutuklandıktan 6-7 ay sonra ortaya attılar. 6-7 ay delil aradılar. Ben bu kötülükte baş edemiyorum… Çok yoruldum. Beni iyileştirebilecek derin bir uyku istiyorum sadece. “Sayım” bağırışlarıyla uyandırılmadığım bir uyku…”

“… Çıkabilecek bir infaz yasasından bahsediyorlar ama bunu niye yapsınlar, bilmiyorum. Belki işleri bitmiştir bizimle, artık uğraşmaktan vazgeçmişlerdir. Umarım öyledir; zira çok yoruldum… Ölesiye yoruldum. Söylenecek çok şey var, ben ve benim gibilerle ilgili ama boşver. Umarım Allah bizi görüyordur ve çektiğimiz çileler bir şey içindir. Ve ben de hikmetini görebilirim. Aksi halde bu şekilde daha fazla dayanamamaktan korkuyorum.”

Ve “Neden ben?” diye soruyor Ayşenur: Önce evliliğim, sonra eğitim hakkım ve özgürlüğüm… Başkalarının yaktığı ateşte yanıyorum. Ateşe odun taşıyanlar ya hiç hapse girmedi ya da çıkıyorlar. Neden ben? Hukuk mesleğinin sağlayacağı tüm imtiyazları elimin tersiyle itip başkalarının boyunduruğuna girmeyi reddettiğim için mi bu ceza? “Hiç akletmez misiniz” ayetine inanarak kendi aklımı başkalarına kiralamadığım için mi suçluyum?

‘HÜCRE, 6 METREKARE…’

İlk başta 6 metrekarelik hücresinde kalan Ayşenur’un başlarda bir saat olan havalandırma hakkı zamanla 4, en son da 8 saate çıkmış. O sekiz saatini kendisi gibi tecritteki arkadaşlarıya geçirdiğini söylüyor, geri kalan vaktini odasında tek başına geçirdiğini ifade ediyor. Ayşenur ve eminimki hapisteki diğer masum insanlar herkese çok kırgın. Yalnız bırakıldıklarını düşünüyorlar. Ayşenur da diyor ki: “Ben kadın olduğum için biraz daha fazla mektup yazan-gelen oluyor belki ama birçok insan sanırım hepimiz için hak ettiler gibi bir düşünceye sahip. Yazmayanlar için söylüyorum. Kırgınım ben çoğu insana…”

Elise Lucet, Ayşenur’a cevap ver

Elimizden duadan başka bir şey gelmiyor diyenler olabilir. Yapabileceğiniz bir şey bulunuyor. Yukarıda bahsettiğim gibi bu yılın başında 14 Fransız gazeteci, Türkiye’den kimi tutuklu, kimi tutuksuz yargılanan 14 gazeteciyi evlat edindi ve onlara birer mektup yazdı. Ayşenur’u sahiplenen Fransa’nın en ünlü gazetecilerinden biri olan Elise Lucet’ti. Ayşenur, benden Lucet’in adresini bulmamı istedi. Meslektaşına teşekkür etmek istiyor. Lucet’in yardımcısına ulaşıp durumu anlattım. Fakat şimdiye kadar olumlu bir sonuç çıkmadı. Tatilde olduklarını, havalar sıcak olduğunu vs. söylediler en son. Oysa Ayşenur son mektubunda “Madam Lucet’ten bir haber var mı?” diye soruyor. Heyecanla benden, bizden bir haber bekliyor. Yapacağınız şey; Lucet’e Twitter hesabından @EliseLucet bir tweet atmak ve Elise Lucet #répondezàAyşenur yani Ayşenur’a cevap ver demek.

* Ayşenur Parıldak’ın Sincan Cezaevi’nden yazdığı mektuplarına kendisinin izniyle yer verilmiştir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com