Eşkıya Alo’dan İnce Memed’e yaşanmış bir Yaşar Kemal hikâyesi

İnternette memleketinin türküsü ile ağıtlarına merakla başlayan araştırma, Yaşar Kemal, İnce Memed ve Eşkıya Alo ile ilgili gerçekleri ortaya çıkartan kördüğümün çözümüyle bitti. Üstelik olayların tanıklarının bir bölümü hâlâ yaşıyor ve yaşananları dün gibi hatırlıyor...

FİKRİ DOĞAN 06 Aralık 2020 KÜLTÜR

Alo (sol baştaki) çetesiyle birlikte. (Yanındaki esmer adam Alo’yu dağa çıkaran Kara Paşo)

Usta yazar Yaşar Kemal’in ‘ölümsüz eseri’ İnce Memed’in kahramanının kim olduğu on yıllardır tartışılıyor, hem edebiyatçılar hem de tarihçiler tarafından. Öyle ya Türk edebiyatının dünya dillerine en çok çevrilen kitabıydı İnce Memed. Kimler araştırmadı ki İnce Memed’in kim olduğunu? Ortaya atılan her ismi reddetti Yaşar Kemal. Kimi Kadirli yöresinde yaşayan eşkıya ‘Safiye Memed’in, İnce Memed olduğunu iddia etti. Kimi Toroslar’da yaşayan bir başka eşkıyanın. Yaşar Kemal, ‘O benim hayal dünyamın kahramanı öyle birisi yok gerçekte’ dedi kimi zaman. Bir röportajında da ‘Afyon yöresinde yaşamış bir kahramandan esinlendim’ diye geçiştirdi.

ALO’NUN AĞIDINI DERLEYEN İSİM: YAŞAR KEMAL

İnce Memed’in kimliğine ulaşmak zincirleme bir merakla başladı aslında. Memleketim Maraş’la ilgili hikayeler, türküler, ağıtlar ararken çıktı karşıma ilk ipucu… ‘Alo’nun Ağıdı’ başlığı çok eskiye götürdü hafızamı… Rahmetli dedem çok eskiden Göksun’da Alo adında namlı bir eşkıya yaşadığını, yiğitliğini anlatırdı küçükken. Anasına kötülük eden Ağa’yı öldürdüğünü, beyaz atına binip Göksun sokaklarında ‘Ben Alo’yum. Anamın öcünü aldım. Canını seven peşimden gelmesin’ diye meydan okuyuşunu anlattığını hatırlıyordum.

Adını görünce biraz daha araştırma isteği doğdu içime. ‘Alo’nun Türküsü/Ağıdı’nı biraz daha araştırken Kültür Bakanlığı’nın sitesinde bilgiler olduğunu fark ettim. Derleyen ismi görünce de deyim yerindeyse ‘şok’ oldum. Göksunlu eşkiya Alo’nun türküsünü derleyen isim Yaşar Kemal’di.

Ünlü yazar Yaşar Kemal

BÜTÜN YOLLAR GÖKSUN’A ÇIKIYOR

Farklı sitelere, forum köşelerine daldıkça ipuçları birleşmeye başladı kafamda. Yaşar Kemal’in yakın dostları ya da bir zaman birlikte vakit geçirdiği insanların yazdıkları İnce Memed ve eşkıya Alo isimlerini yan yana getiriyordu. Yaşar Kemal’a ilgili ne varsa okumaya başladım notlar alarak. Röportajlar, haberler, hakkında yazılan yazılar. Okuduğum her yazı bu işin kaynağından çözüleceğini gösteriyordu. Karar verip ‘’Bu iş çözülse çözülse Göksun’da çözülür’’ diyerek memleketin yolunu tuttum.

İNCE MEMED’İN KÖYÜ DEĞİRMENOLUK GERÇEKTE KEKLİKOLUK MU?

Gider gitmez yaptığım ilk iş insanlara ‘Alo kim?’ diye sormak oldu. Yaşı 80’in üzerinde birkaç amca ‘Keklikoluk köyünden bir yiğitti. Git orada sor’ deyince, arabayı bu köye sürdüm. (Burada Keklikoluk ismine ileride değinmek üzere bir ünlem bırakıp devam ediyorum ki, İnce Memed’in köyünün adı Değirmenoluk’tur kitapta) Keklikoluk Göksun-Kayseri yolu üzerinde Binboğa Dağı’na sırtını dayamış bir Koçgiri aşireti mensuplarının kurduğu tahmin edilen bir Alevi köyüydü.

Köye varır varmaz kahveye gidip muhtarı sordum. ‘Ne yapacan? diyenlere de ‘Alo’yu araştırıyorum. Belki kitap belki filmini yapacağım’ deme gafletinde bulundum. ‘Allah belasını versin Alo’nun’ cümlesi aklımı başıma getirdi. ‘Neden?’ diye sorunca Muhtar Hasan Abi girdi koluma. ‘Burada adını anma onun. Oturanlar Molla Hüseyin’in soyundan düşmanlar ona’ deyince kafam iyice karıştı. Dedim, ‘O kim?’ Tam bu sırada yanımıza gelen  -gün görmüş, bir süre İngiltere’de yaşamış- Abdurrahman Bey, kenara çekip gel anlatayım dedi.

HİKAYE ROMANDAKİ İLE AYNI, PEKİ GERÇEKLER?

Muhtar Hasan Abi, ben ve Abdurrahman Bey bir yandan çayımızı içerken diğer yandan nefesimi kesen bir sohbetin içine daldık. Abdurrahman Bey, ‘Bizim köyde 1900’lü yılların başında Molla Hüseyin adında bir ağa varmış. Çok zengin bir tüccarmış. Aha evi de şu virane’’ diye başladı anlatmaya. Anlatırken de 50-60 metre uzakta yeni yıkılmış kerpiçten bir evin enkazını gösterdi. ‘’Molla’nın Ankara ile arası iyiymiş. Buradan Halep’e Şam’a kervan sürer küçükbaş hayvan satarmış. Alo da Molla’nın çobanı. Alo’nun anası da Ağa’nın evinde çalışırmış temizlik, yemek…

HER ŞEY KOÇ’UN HEDİYESİYLE BAŞLAMIŞ

”Bir gün Ankara’dan bir koç gelmiş Ağa’ya ki görme! Ağa Alo’yu yanına çağırıp ‘Bu koç çok kıymetli başına bir hal gelirse gözüme görünme!’’ diye tembihleyip Alo’ya teslim etmiş koçu. Olacak ya birkaç gün sonra Alo koçu kaybetmiş. Canavar mı kaptı, yardan mı düştü bilinmez. Alo koçu kaybedince korkudan köye dönememiş. Alo’nun mağarası var yukarıda. Orada saklanmaya başlamış. Ağa adamlarını gönderse de bulamamışlar Alo’yu. Koç’un kaybolduğunu anlayan Ağa, Alo’yu bulamayınca anasını getirtmiş aha şu meydana. Molla’nın adamları ‘vebali boyunlarına’ öldürene kadar dövüp bir de kötülük etmişler kadına. Sonra da götürüp evine atmışlar.

SÜRÜNE SÜRÜNE ALIÇLIBUCAK’A GİTMİŞ

”Kara Bayram Emmi vardı. O Alo’nun yakın arkadaşıydı. Varıp haber etmiş Alo’ya. Ananı dövdüler ölüyor kadın diye. Alo gece gizlice gelmiş anasını görmeye. Karanlıkta camdan içeri atlarken anasının yün eğirdiği tırmığın üzerine düşmüş. Tırmık sağ ayağına saplanmış. Anası can havliyle oğlunun ayağını sarıp, ‘Molla seni sağ bırakmaz oğlum. Kaç kurtar kendini’ diye zorla göndermiş Alo’yu. Alo sürünerek çıkmış evden o halde Alıçlıbucak’a kadar sürünmüş. (Alıçlıbucak da Binboğa’nın eteklerinde bir Alevi köyü. Keklikoluk’a 10 kilometre mesafede.) Sabaha karşı Alo köyün kenarına varınca bir bağ kulübesi görmüş. Kan kaybından ve yorgunluktan herhal, içeri girip bayılmış’’

“İYİ Kİ GİTMİŞ DE ALO OLMUŞ!”

Abdurrahman Bey burada durup çayından bir yudum aldı. Alırken de bıyık altından anlattıkları mutlu ediyormuş gibi gülümsedi. ‘Niye güldünüz?’ diye sorunca, ‘İyi ki oraya gitmiş. Gitmese dağlar padişahı olamazdı’ dedi. Beni aldı bir merak! Dedim ‘Neden?’  ‘’Dinle bak’’ deyip devam etti, ‘’O bağ evinde Kara Paşo kalıyormuş. Bostanları beklermiş. Kim bilir misin Kara Paşo. Namlı eşkıya. Dağlar Padişahı. Kara Paşo Afşin’li. Babası tüccarmış. Kayseri’ye mal götürürken yolda eşkıyalar kesmiş yolunu. Sarız’ın orada hem canını hem parasını almışlar. 5 kardeş eşkıya hem de. Kara Paşo izlerini sürüp 4 yıl sonra 5 kardeşi de evlerinde öldürmüş. Sonra malum dağa çıkmış.

Devlet bir zaman sonra af çıkarınca da gelmiş burada düşmanlarından uzak bağ bekçiliği yaparmış. O bulmuş işte Alo’yu. Alo ayılınca Kara Paşo ne olduğunu sormuş. Alo hikayeyi anlatınca da ‘Molla kincidir seni yaşatmaz. Gel ben seni emin bir yere götüreyim’ deyip katmış yanına doğru dağlara. Eski arkadaşlarına emanet etmiş Alo’yu. Kendisi de kalmış üstelik. Bir zaman sonra değme eşkıyaya taş çıkartacak yiğit olmuş Alo.’’

KÖYLÜ YÜZ YILDIR BİRBİRİNE KÜS

Sonra söz kesip köyün ortasında geçen toprak yolu gösterdi Abdurrahman Bey. ‘Bak’ dedi. Yolun üst kısmında Alo’nun akrabaları oturur, alt kısmında da Molla’nın. 100 senedir düşmanlık var. Daha konuşmazlar birbirleriyle. Kahve de bile ayrı ayrı otururlar’’

‘Sonra ne olmuş?’ diye sormama fırsat kalmadan Abdurrahman Bey, ‘Şu kayayı görüyor musun? diye köyün otoyol tarafında tarlanın ortasında duran 3 katlı ev büyüklüğündeki kayayı işaret etti. ‘Alo adamlarıyla gelip bu kayanın üstüne çıkmış. ‘Molla, ben Alo’yum anamın hayfını almaya geldim’ diye meydan okumuş. Ağa 6 adamını göndermiş silahlı. Alo hepsini öldürmüş. Aradan zaman geçmiş Alo bir daha gelmiş. Molla bu sefer 12 adamını göndermiş. Alo ve adamları onları da öldürünce Molla’yı telaş almış. Malum Ankara ile arası iyi. Hükümetten yardım istemiş. Jandarma komutanı Molla’ya ‘’Ağa sen biraz Sarız’a git. Biz bu eşkıyayı yakalayana kadar orada emin olursun’ demiş.

ALO, SARIZ’DA DA RAHAT BIRAKMAMIŞ MOLLA’YI

Ağa’yı jandarma eşliğinde Sarız’a yollamış. Sarız’ın karakol komutanı da Molla’nın kayını. Alo bir süre sonra Sarız’a basmış adamlarıyla. Molla Maraş’a Ankara’ya telgraf üstüne telgraf göndermiş ‘beni kurtarın’ diye. Jandarma bu kez de almış Ağa’yı Göksun’a Hamit Çavuşlar’ın Konağı’na getirmiş. Evin çevresini de sarmış jandarma. Alo bir gece jandarma elbisesi giyip gelmiş eve. Molla içeride yemek yerken camdan 2 el ateş etmiş. Molla orada can verirken Alo da beyaz atına binip, ‘Ben Alo’yum. Anamın öcünü aldım. Canını seven arkamdan gelmesin’ diye bağırıp atını dağlara doğru sürmüş.’’

”OLAYIN BİR ŞAHİDİ YAŞIYOR’

Abdurrahman Bey sözlerini bitirirken ben içimden ‘E bu İnce Memed’in hikayesinin aynısı’ diye sevinç naraları atıyorum. Sonra Abdurrahman Bey, ‘Bak bunları gören bir Ali Rıza Emmi var. Kulakları iyi duymaz ama köyde kalan tek şahit’ diye oturduğumuz yerden kaldırdı bizi. Cemevine doğru giderken, ‘Olayın şahidi mi yaşıyor?’’ diye kendi kendimi soru yağmuruna tutup merakımı artırıyordum. 5 dakika sonra cem evinin bahçesindeydik. Abdurrahman Bey yandaki eve doğru, ‘’Ali Rıza Emmi nerede?’’ diye seslenince ‘’Bahçede’’ cevabını aldık.

ALİ RIZA EMMİ: OLMASAYDI KEŞKE AMMA OLDU NE EDERSİN

Ali Rıza Emmi, kendi tahminine göre 112 yaşındaydı. Dinç duruyordu ama kulaklarından şikayetçiydi. Abdurrahman Bey durumu anlatınca verdiği ilk tepkiyi hiç unutmadım: ‘’Olmasaydı keşke amma oldu ne edersin’’ Ali Rıza Emmi, Abdurrahman Bey’in anlattığı her şeyi doğruladı. ‘’Eksiği var fazlası yok’’ dedi ama olayla ilgili konuşmak istemediği de çok belliydi. Biz de ısrarcı olmadan ayrıldık yanından. Kahveye dönerken Abdurrahman Bey, ‘Çepel Dünya’yı okudun mu? Alo ile ilgili öyle bir kitap vardı eskiden’ dedi, yeni bir pencere açtı merak dünyamda. Onlarca insana sorduk, kimi kayboldu dedi kimi de Almanya’daki kardeşim aldı.

ÇEPEL DÜNYA’YI KİM YAZDI?

Teşekkür edip yola çıkarken ben ‘Çepel Dünya’yı araştırmaya başlamıştım. İnternette bir sahafta bulup siparişini de yolda verdim. Kitabı Timur Karabulut yazmıştı. 1971 baskısıydı. Ararat yayınevi tarafından yayınlanmıştı. Kitap gelince bir solukta okudum. Aşağı yukarı Abdurrahman beyin anlattıklarının birebir aynısıydı.

Göksun’a döndüğümde ise iki yeni sürpriz bekliyordu beni. Yine çocukluğumuzdan gençliğinde namlı bir eşkıya olduğunu bildiğimiz Hacı Uçkaç’ın oğlu Ali Uçkaç bekliyordu beni. Yaşı 95’e dayanmış Ali Amca Alo’yu araştırdığımı duyunca ‘Çağırın o arkadaşı ben anlatayım’ demişti. Ali Amca’nın karşısına oturduğumda bambaşka bir dünya açıldı önüme. Ali Amca’nın dedesi Kara Mustafa da namlı bir eşkıya idi. Tufanbeyli ve Saimbeyli’nin kurtuluşunda Osmanlı yetersiz kalınca eşkıyalara milis olarak düşmanla savaşmak şartı ile af getirmiş, Kara Mustafa da affa uğramıştı. Oğlu Hacı Uçkaç da babası kadar ün yapmıştı.

“YAŞAR KEMAL 1950’DE 6 AY EVİMİZDE KALDI”

Ali Amca Alo’yu, dedesini, babasını anlatırken sözü Yaşar Kemal’e getirdi. ‘Yaşar Kemal 1950’lerde buraya geldi. Babam ağırladı onu 6 ay kaldı bizde. Babam ‘Ne yazıyorsun?’ deyince ‘’Hacı Emmi Alo’nun hikayesini topluyorum. Hikayesini yazacağım’ dedi. 6 ay dağ bayır gezdi. Köylere gitti. Millete anlattırdı kendi yazdı’ deyince içimden ‘Çözdüm bu işi’ diye geçirdim.

Ali Amca’nın devamında anlattığı ise içimde kalan azıcık şüpheyi bile yok etti. ‘Yaşar 1974’te bir daha geldi. O zaman ünlenmiş zengin olmuş. Babama dedi ki, ‘’Hacı Emmi bak Alo’nun hikayesini yazdım. İnce Memed dedim. Çok ünlendim. Çok da okunuyor. Gel sen de anlat seni de yazayım’’ dedi. Babam, ‘Nasıl yazdın Alo’yu? diye sorunca, Yaşar İnce Memed’i anlattı biraz. Babam, ‘Çok pohpohlamışsın Alo o kadar değildi’ dedi. Yaşar da, ‘Öyle yazmazsam okunmaz hacı emmi. Roman diyorlar buna. Öyle yazmak gerekir ki satsın. Para kazanak’ cevabı verdi.

‘BABAM TEKLİFİNİ KABUL ETMEDİ’

Babam da, ‘Ben Hacı Uçkaç’ım. Olduğum gibi yazacaksan yaz. Öyle ekleyip çıkaracaksan yazma’ dedi. Yaşar, babama o günün parasıyla çok para teklif  ettiyse de razı edemedi’’ dedi. Abdurrahman Bey’in, Ali Rıza Emmi’nin, Ali Uçkaç Amca’nın anlattıklarını üst üste koyunca fotoğraf netlik kazanmaya başlamıştı. Yaşar Kemal İnce Memed’i yazarken Alo’nun hayatında esinlemişti. Ben bunları düşünürken Ali Amca günün ikinci sürprizini yaşattı bana, ‘Şaziye karıya gitsene. Onun babasının evinde vuruldu Molla. O gördü hemi de’’

Alo’nun Molla Hüseyin Ağa’yı vurduğu Kahramanmaraş Göksun’daki Hamit Çavuş Konağı

AĞA’NIN VURULDUĞU KONAĞIN KIZI: ŞAZİYE NİNE

Şaşırmaktan yorgun halde ‘O kim peki’ diye sordum. ‘’Kuşoğlu Fazlı’nın karısı. 122 yaşında. Hamit Çavuş’un da kızı’ dediler. Üstelik Şaziye nine yan binadaydı. Oğlundan izin alıp kapısını çaldık Şaziye ninenin. Kapıyı 122 yaşında bir nine değil de genç kadın açtı sanki. Dinç, sağlıklı, aklı yerinde bir nine. Buyur etti içeri bizi. Dedik, ‘Alo’yu hatırlar mısın?’ dedi ‘Hatırlamaz mıyım!’’

Ben 10-15 yaşlarındaydım. Molla’nın düşmanı var dediler babama. Senin konak güvenli. Zaten asker dikecez dört yanına. Babam ‘Tamam’ demiş. Bizim konak 3 katlı. Biz üst kattaydık. Molla adamlarıyla ilk katta kalıyordu. Bir akşam pat pat silah sesi duyduk alt kattan. Koştuk merdivene molla sofaya çıkmış ‘Yandım Hamit çavuş, gavurun dölü vurdu beni’ diye bağırıyor. Üstü başı kan içinde. Alo asker elbisesiynen gelmiş camdan vurmuş Molla’yı. Nohut yemeği ve pilav indirmiştik. Yemekte yakalamış. Mermiler karnından girip yere saplanmış. Sonradan bulduk. Askerler koşup geldi. O sırada biz dışarı çıktık, Alo beyaz bir kır atın üzerindeydi. Gözümnen gördüm. ‘Ben Alo’yum. Anamın öcünü aldım. Canını seven ardımdan gelmesin’ dedi. Sürdü atını karanlığa.’’

ARARAT YAYINEVİ’NİN PEŞİNDE

Şaziye nineden ayrıldıktan sonra apar topar döndüm İstanbul’a bu kez ver elini Cağaloğlu. Bir gün sabahtan akşama ‘Ararat’ yayınlarını aradım. Adını duyan kimse bile yok. Akşama tam umudu kesmişken, ‘Sahaf Numan amca var. Bilse bilse o bilir. Buranın en eskilerindendir’ dedi bir kitapçı. Numan amca 80’nini aşmış küçük dükkanının içinde eski kitaplarına gömülmüş bir ehl-i kitaptı. Ararat’ı sorunca, ‘Ne yapacaksınız onu. Yaşar kurduydu onu 40-50 sene önce. Bir iki kitap yayınlayıp gitti. Öyle kayboldu ortadan’’ dedi. ‘’Çepel Dünya’yı gösterdim ‘Bunu hatırlar mısın?’ diye. Kitabı aldı, sayfalarına baktı, ‘Nereden buldun bunu?’ dedi. Olayı başından sonuna anlatınca da, ‘Bulmuşsun işte oğlum daha fazla arama’’ diye gülümseyip uzattı kitabı geriye.

İPUÇLARI AYNI ŞEYE İŞARET EDİYOR!

Ben eve dönerken, olayları birbirine bağlamaya çalışıyordum. Yaşar Kemal 1950’lerde Göksun’a gidiyor. 6 ay kalıp Alo’yu araştırıyor. İnce Memed’in ilk baskısı 1954’te yayınlanıyor. Üstelik ilk baskının dipnotunda ‘Numan amcanın deyişine göre ‘Bu kitap eşkıya Alo’nun hayatından esinlenerek yazılmıştır’ diyor. Sonra Göksun’a tekrar gidip, Hacı Uçkaç’a ‘Alo’yu yazdım. Adını İnce Memed koydum. Çok okundu’’ diyor. Ardından Ararat Yayınları’nı kurup ‘Çepel Dünya’ adıyla Alo’nun (İnce Memed’le neredeyse aynı) hikayesini yayınlıyor.

Yazının başında paragraf açtığım (Romanda Değirmenoluk köyü gerçekte Keklikoluk) köyü tarif ederken anlattıkları Keklikoluk ile birebir eşleşiyor. Romanda kasabayı tarif ederken, ‘Boklu suya gelmeden solda karakol var. Suyu geçince kasabaya varmış oluyorsunuz’ cümleleri Göksun’un eski halini birebir tarif ediyor.)  olayı bir yere götürüyor.

Yaşar Kemal efsane romanındaki İnce Memed’indeki kahraman Alo’nun ta kendisi gibi duruyor… (FİKRİ DOĞAN)

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram