‘Biden, Erdoğan’ı bir seçime zorluyor; otoriterleşme mi, demokrasi mi?’

EDAM Başkanı Sinan Ülgen Kronos'a konuştu: Biden yönetiminin tutumunda hem Trump ile Erdoğan arasındaki ilişkiye tepki, hem de demokrasiden uzaklaştığı görünen bir ülkeye verilmek istenen bir mesaj var. Biden döneminde hiç bir ABD yönetiminden görmediğimiz kadar demokrasi ve insan hakları vurgusu göreceğiz.

EYLEM YILMAZ 06 Mart 2021 SÖYLEŞİ

FOTOĞRAF: CUMHURİYET GAZETESİ/ KAAN SAGANAK

Yeni ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve başlamasından bu yana Türkiye-ABD ilişkilerinde bazı sorulara henüz yanıt bulunamadı. Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 silah sistemi, Suriye, Halk Bankası davası… Biden, birçok ülke lideriyle görüştü ancak hâlâ Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir görüşme gerçekleşmedi. Ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, birkaç gün önce dış politikada izleyecekleri yolu açıkladı.

İnsan haklarının öne çıktığı açıklamada Çin’le mücadelenin dünyanın bugüne kadar gördüğü en büyük jeopolitik mücadele olacağını vurgulandı. Ayrıca otoriter ülkelere askeri güç kullanılmayacağı belirtildi.

Bu tabloda Türkiye’yi neler beklediğini Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi(EDAM) Başkanı Sinan Ülgen’le konuştuk. Ülgen, Amerika’nın artık dünyayı demokratik ve otoriter ülkeler arasında rekabet alanı olarak gördüğünü belirtiyor ve ‘Türkiye’nin demokratikleşme konusunda somut adımlar atması ilişkilerin geleceği için önemli olacaktır’ diyor.

“ABD, şu an Türkiye’yi bir seçime zorluyor” diyen Ülgen’e göre Biden’ın henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramamış olmasının nedeni de Trump ile ilişkiler, seçim döneminde Trump’ın desteklenmesi ve otoriterleşmeye yönelik bir “mesaj”.

Biden döneminde Türkiye ve dünyayı ne gibi gelişmelerin beklediği, Biden yönetiminin parametrelerini ve Türkiye ile ilişkileri için söz Sinan Ülgen’de…

‘OTORİTER SİSTEMLERLE DEMOKRATİK ÜLKELER ARASINDA YARIŞ’

Dışişleri Bakanı Blinken Amerika’nın dış politikasını açıklarken askeri müdahalelerin artık bir seçenekleri olmadığını, Çin’le mücadelenin “Dünyanın bugüne kadar gördüğü en büyük jeopolitik mücadele’ olacağını söyledi. Ve insan hakları en önemli başlık olarak öne çıktı. Siz bu dış politika çizgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Seçim döneminden yönetime geçtikleri süre içerisinde yaptıkları tüm açıklamalar birbirleriyle tutarlı. Artık yeni bir kavramsal çerçeve ortaya çıkıyor. Bu da Amerika’nın artık dünyayı stratejik rekabet gözlüğünden gördüğüdür. Amerika’da geleneksel olarak Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında dış politika ile ilgili farklı bir yaklaşım hep olagelmiştir. Demokratlar insan hakları konusunda daha hassastır, Cumhuriyetçiler daha fazla stratejik boyuta önem verirler. Fakat bu sefer farklı bir şey var. Bu kez Çin ile rekabet üzerinden dünyayı iki kutuplu bir dünya olarak görmesi ve Amerika bundan sonraki tarihsel sınamanın otoriter sistemlere karşı demokratik ülkeler arasındaki yarış ile şekilleneceğini düşünüyor. Blinken’ın açıklamaları da buna işaret ediyor. Trump döneminden farklı olarak, Amerika’nın hem kendi içinde demokrasiyi tahkim etmek hem de bu yarışta demokrasilerin daha avantajlı olması için kendi etrafında ittifaklar kurmak suretiyle demokrasi kültürüne sahip ülkeleri otoriter sistemlere karşı güçlendireceğini ifade ediyor.

Türkiye bunun neresinde duruyor?

Türkiye’yi bir seçime ve bir tercihe zorluyor. Artık hem Amerika ile ittifak içerisinde olalım hem Rusya ve Çin’le ekonomik ve askeri ilişkileri geliştirelim yaklaşımı çok zor bir seçenek haline geliyor. Çünkü Amerika burada bir anlamda Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi iki kutuplu bir yarış görüyor.

‘SOĞUK SAVAŞ BİR GÜVENLİK YARIŞIYDI ŞİMDİ YAŞANAN EKONOMİ REKABET’ 

Evet, bahsettiğiniz çizgi çok da yeniyi ifade etmiyor. Soğuk Savaş döneminde de iki kutuplu bir dünya vardı, şimdi de böyle mi sürecek?

Ama artık dinamikleri farklı. Soğuk Savaş bir ekonomik yarış değildi. Soğuk Savaş bir güvenlik yarışıydı. Şimdi buradaki rekabetin güvenlik boyutu daha düşük. Sosyal, ekonomik, teknolojik bir rekabete dönüşmüş durumda. Soğuk Savaş’tan farkı budur.

Silah sanayi mi, teknoloji mi dediğimiz noktada teknoloji tercih ediliyor yani.

Tabii. Soğuk Savaş bir sıcak çatışmaya dönüşür mü endişesi üzerinden yaşandı. Burada mesele daha çok ekonomik ve sosyal. Bu yarışta Soğuk Savaş’taki gibi bir nükleer çatışma, bir yok olma tehlikesi yok. Bu bir hayatta kalma, yaşamsal bir mesele değil. Fakat hangi modelin galip çıkacağı yine de çok önemli.

‘AMERİKA TÜRKİYE’Yİ BİR SEÇİME ZORLUYOR, BATI İTTİFAKI MI…’

Türkiye’nin bu tablodaki yerine dönersek ne dersiniz?

Amerika bu noktada Türkiye’yi bir seçime zorluyor. Zaten Türkiye, 1923’ten bu yana yaptığı tercihlerle toplumsal modelini Batı ittifakı içerisinde inşa eden, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında da bu ittifakın içinde kurulan kurumlara, kuruluşlara üye olmuş bir ülke. Bu nedenle Türkiye’nin tabii tercihi demokrasi kampı içerisinde yer almak olacaktır. Amerika bu noktada Türkiye’yi bu tercihini somut olarak ortaya koyması için zorlayacaktır.

Bu zorlama noktasında karşımıza ne çıkabilir? Örneğin, Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı yeni insan hakları eylem planı Amerika ile ilişkilerde bir ön alma adımı olarak yorumlanabilir mi?

Bunu zaman gösterecek. Şu anda bu sadece niyet beyanıdır. Bu açıklamanın şu an ne içeride, ne de dışarıda büyük bir tesir yaratmadığı açık. Bu yasalaşır, somut olarak uygulamaya geçirilirse o zaman yurt dışında biraz daha dikkat çeker.

Avrupa Birliği de yaptırım görüşmelerini Mart ayına ertelenmişti. Acaba gerçekten bu eylem planı bu devletlerle dönük bir mesajı mı içeriyor sorusunu bu nedenle önemsedim.

Haklısınız. Evet, böyle bir boyutu var ama ben size bunun yurtdışından nasıl göründüğü üzerinden cevabını verdim.

Görünmüyor dediniz özetle aslında.

Evet, bu açıklamayı yaptınız ama bu kendi başına çok önemli değil. Bunun gerisini getirmek önemli. Bu beklentiler karşılanmadığı sürece büyük bir tesiri olmayacak.

‘S- 400’LERDE ANLAŞMA SAĞLANSA BİLE ORTAK DENETİM MEKANİZMASI GEREKİR’

Sorunlu başlıklardan bir diğeri ise Rusya ve Çin ilişkilerimiz. S400 sorunun çözümü için Savunma Bakanı Akar, Girit formülünü gösterdi. ABD’li mevkidaşıyla görüşme talebi olduğunu ancak henüz yanıt almadığını açıkladı. Girit formülü bir çözüm sağlayabilir mi?

Girit formülünü kısaca açmak lazım. Sayın Akar Girit formülünün tam olarak hangi boyutunu vurguladı bilemiyoruz. Eğer bu S400 meselesi bir şekilde çözülecekse, bu ne Amerika’nın talep ettiği formülle ne de Türkiye’nin resmi tutumunu devam ettirmesiyle çözülmeyecek. Amerika S400’ün tamamen kaldırılmasını, Türkiye’nin mülkiyetinde olmayacağı bir formülü talep ediyor. Türkiye’de bu sistemi kullanacağım tutumunu sürdürüyor. Bu anlamda Girit formülü önemli. Şu boyutuyla önemli, S400 sisteminin şartlı olarak kullanımının kabul edilmesi tamamen Türkiye’nin egemenlik kararı ile ilgili değil, bunun kullanımına yönelik Amerika ile üzerinde uzlaşı sağlanan şartlar dahilinde kullanmayı kabul etmesiyle ilgili.

Bu formül eğer siyasi bir anlaşmaya dönüşecekse bunun bir boyutunun daha olması gerekecek. O da hangi şartlarda kullanılacağına dair varılacak mutabakatın ortak bir denetim mekanizması ile beraber hayata geçmesi. Yani bu sadece Türkiye’nin tek taraflı taahhüttü ile olmayacaktır. Bu bir anlamda Soğuk Savaş döneminde Amerika ile Sovyetler arasında nükleer silahın azaltılmasına yönelik bir anlaşması gibi. Nihayetinde bunlar iki rakip ülke ve derin bir güven bunalımı var ama buna karşılık ellerindeki nükleer silahların azaltılmasına yönelik bir anlaşma yapabildiler. Fakat bu anlaşma sadece ikisinin tek taraflı beyanları ile olmamıştı. Verdikleri sözleri tutuyor olduklarına dair bir denetim mekanizması buna eklenmişti. Sayın Akar bunu dile getirmemiş olmasına rağmen böyle bir denetim mekanizması ile bir formül bulunarak ilerlenecektir.

S-400 meselesi Türkiye’nin tehdit algıları ile alakalı. Bir de Suriye’nin kuzeyindeki YPG varlığı konusu var.  Amerika’nın YPG’ya desteği var. Bu sorun nasıl çözülebilir?

Evet, YPG meselesi gerçekten Türkiye bakımından çok kritik ve zor bir denklem. Ama S400 alımının sadece bununla bir alakası yok.

‘2015 ÖNCESİNDE TÜRKİYE DE PYD İLE İLİŞKİ KURDU, LİDERİNE PASAPORT BİLE VERİLDİ’

Tabii ki. Sadece nedenlerden biri olarak ekledim.

S400 Amerika’ya duyulan güven erozyonunun ortamında şekillendi. Amerika’nın YPG politikası başlangıçta IŞİD’e karşı mücadele için ortaya çıktı. Bunun da nedeni olarak o dönemde IŞİD mücadelede Türkiye’nin yeterince desteğini görmediklerini söylüyorlardı. Türkiye’nin o dönem önceliği rejimi devirmekti. Dolayısıyla rejime karşı mücadele eden unsurlara karşı Türkiye çok büyük bir mücadele içine girmek istemedi. Amerika en azından böyle değerlendirdi. Bu nedenle YPG ile ilişkiler başladı. Bu ilişki başladığında Türkiye’deki tepkileri dindirmek için de bunun bir taktik ve geçici olduğunu, IŞİD’le mücadele bitene kadar devam edeceğini söylediler. Fakat zaman içerisinde bu ilişki başka bir noktaya geldi. Daha uzun vadeli ve kalıcı bir ilişkiye dönüştü. Bu tabii Türkiye bakımından büyük bir sorun. İkili ilişkiler içinde en büyük sorunlardan biri. Bu aşamada Amerika’nın şu anki politikası YPG ile PKK arasındaki ilişkinin ayrımını güçlendirmek, Suriye’de normalleşen siyasi bir birim olarak ortaya çıkarmak. PKK ile bağlantısını azaltmak ya da kesmek. Burada tabii birçok soru işareti var. Bu gerçekten mümkün olabilir mi? Herkes biliyor ki, bu iki örgüt arasında çok güçlü bir ilişki var. Ama öte yandan Türkiye’nin de tutumuna baktığımız zaman, 2015 öncesinde Türkiye’de buna benzer bir formül üzerinde çalışıyordu. 2015 öncesinde Türkiye’de YPG muhatap kabul etmişti, başındaki kişi Türkiye’ye gelip gidiyordu. Diplomatik pasaport verilmişti. Dolayısıyla bu cevabı çok net olan bir soru değil. Kategorik olarak evet veya hayır diyebileceğimiz bir soru değil. Gerçekten böyle bir ayrımın yapılmasının şartları oluşabilir. Bu şartlarının oluşması için Türkiye’nin de kendi içinde atacağı adımlar bunu etkileyecektir.

Türkiye’nin Kürt sorununun çözümü için adım atması gibi mi?

Aynen öyle. Kürt meselesini daha siyasi bir ortamda çözülmesine yönelik atacağı adımlar Türkiye’nin de PYD/YPG’ye tavrını etkileyecektir. Ama eğer böyle bir yola girilecekse Amerika’nın da PYD/YPG’nin Türkiye için bir güvenlik tehdidi oluşturmayacağı ortamı sağlayacağını garanti etmesi lazım. Bunun başında da zaman içerisinde bu örgüte verilen silahların geri alınması ve bunun olabildiği kadar şeffaf bir biçimde olması geliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin de bu örgütün ileride Türkiye için bir tehdit olmayacağını görmesi gerekecek. Bütün bu adımların atılması gerekiyor ve bu da çok zor bir denklem.

Amerika’nın Suriye’de yeni bir üs kuracağı iddiaları var…

Doğru değil. Zaten IŞİD’le mücadele için oluşturulan koalisyonun bir kolu olarak vardı bu ama bu iddia doğru değil. Zaten koalisyonun içinde Türkiye de var. Yeni bir üst kurulacağına yönelik açıklama yok, yalanlandı.

‘S-400 MUTABAKATI SAĞLANSA DA TÜRKİYE’NİN F-35 PROGRAMINA DÖNMESİ ZOR’

Türkiye, F35 sistemine geri dönüş için bir lobi şirketi ile anlaştı. S-400’ü bırakıp F-35’e geçer mi? Bu sorun nasıl çözülebilir?

Biraz önce konuştuğumuz Girit formülüne benzer bir soru. Burada eğer S400l ilgili Türkiye geri adım atacak ve bir mutabakat ortaya çıkacaksa bunun karşılığında Türkiye’nin F35 programına geri dönmesi lazım. Yoksa S400 ile ilgili böyle bir adım atılmaz. S400’e karşı F35 gibi bir paket ortaya çıkar ve çıkmalıdır. Müzakerenin doğal sonucunun bu olması lazım. Ama burada da F35 dediğiniz zaman bunun da iki boyutu var. Bir tanesi, Türkiye’nin F35 uçaklarını satın alması. Bir tanesi de Türkiye’nin F35’in üretim zinciri içerisinde ki yerine dönmesi. Bu ikincisi daha zor. Çünkü bu üretim zinciri içerisinde yer alan firmaların Türkiye’nin alternatiflerini oluşturma süreci başladı Amerika’da ve siparişler artık bu alternatiflere yönlendiriliyor. Dolayısı ile bir kere bulduktan sonra geriye dönmek mümkün değil. Ama ilki, Türkiye’nin talep etmesi durumunda F35 satın alması olabilir, olmalıdır. Eğer S400 meselesinde bir mutabakat sağlanacaksa.

‘TÜRKİYE, NATO’NUN IRAK’TAKİ VARLIĞINI GÜÇLENDİRMESİNİ DESTEKLEDİ’

Bir de NATO ile ilişkilerimizdeki sorunlar var. NATO da Irak’taki varlığını güçlendirme kararı aldı.  Türkiye son dönemlerde Rusya ile yakın ilişki içinde olduğu için sanki NATO üyesi değilmiş gibi bir hava oluştu, en azından iç politikada bu böyle. NATO bu yeni kararı Türkiye için ne ifade ediyor? NATO ile ilişkilerimizde nasıl bir süreç göreceğiz?

Dediğiniz gibi, bu kararı biz aldık. Bu Türkiye’ye dışlanarak alınmış bir karar değil. Tam tersine Türkiye’nin içinde olduğu ve Türkiye’nin desteklediği bir karar. Türkiye’nin de zaten burada görevlileri olacak. Türkiye NATO aracılığıyla Irak Silahlı Kuvvetleri’nin eğitimini verecek ve ülke içinde ve dışında güvenliğini sağlayabilecek bir niteliğe kavuşmasını NATO üzerinden destekleyecek. Bu tamamen Türkiye’nin desteği ile alınmış bir karar, zaten aksi düşünülemez. Çünkü Irak bizim komşunuz, başka hiçbir NATO üyesinin komşusu değil. Dolayısıyla Türkiye’nin onayı olmadan NATO zaten böyle bir işe girişemez. Dolayısıyla bu karar üzerinden bir senaryo kurulması doğru olmaz.

Biden, Netanyahu’dan sonra ikinci olarak Irak Başbakanı’nı aradı ve hala Erdoğan’la görüşmüş değil. Bu durum Biden yönetiminin Ortadoğu’ya bakışı konusunda ne ifade ediyor?

Aslında Türkiye’nin bakış açısı ile ABD’nin yeni yönetiminin Ortadoğu’ya bakış açısı birbirinden çok farklı. Ortadoğu Amerikan dış politikasındaki ağırlığını ve etkisini kaybeden bir bölge. Amerika geçmişte yaptığı müdahaleler Ortadoğu’yu önemsediğini göstermiştir ama bugün geldiğimiz noktada Amerika’nın dünyaya bakış açısında Ortadoğu zemin ve ağırlık kaybeden bir yer.

‘ABD’NİN  ORTADOĞU’DAN GELECEK ENERJİYE İHTİYACI YOK, BÖLGEYE İLGİSİ AZALDI’ 

Neden?

İki temel nedeni var. Bir geleneksel olarak Amerika’nın Ortadoğu’ya ilgisi enerji kaynaklarıyla alakalıydı. Amerika’nın enerji ithalatçısı olduğu dönemde bu çok ön plana çıkmıştır. Bugün çok farklı bir durum var. Amerika artık enerji ithalatçısı değil, tam tersine ihracatçısı. Dolayısıyla artık Ortadoğu’dan gelecek enerjiye ihtiyacı yok. Bir kere bu nedenle bir görüş farklılığı oluştu.

İkinci ise İsrail’in güvenliği. Amerikan dış politikası açısından İsrail’in güvenliği her zaman çok önemli bir faktör olmuştur. Bugün artık İsrail’in güvenliği başka bir çerçeveye oturdu. İsrail artık birçok Arap ülkesi ile barış anlaşmaları yaptı. Dolayısıyla İsrail için artık yakın bir tehdit de kalmadı. Buna Amerika’nın artık dünyaya başta konuştuğumuz şekilde, büyük devletlerin rekabeti üzerinden bakmaya başlaması, bölgesel bakmaması eklenince eski önemini kalmıyor. İlgisi kısmen devam edecektir, çünkü İran meselesi var.  İran Amerika dış politikası için önemli.

Bir de Rusya’nın ve geri planda Çin’in varlığı söz konusu. Bunu ekleyerek ne söylersiniz?

Evet. Güçler rekabeti içerisinde Rusya’nın o bölgedeki nüfusunu dengelemeye ve azaltmaya çalışacaklardır. Ortadoğu politikası da tam bu yönde şekillenecektir. Burada Türkiye’ye bakış açısı da bütün bu konuştuğunuz çerçeve üzerinden bir resme oturuyor. 20 Ocak’ta iktidarı devralan bir yönetim olarak, Trump dönemindeki Türkiye ile Amerika arasında kurulan ilişkilere, Trump ile Erdoğan arasındaki ilişkiye bir tepki var. Şu an bu tepkinin yansımasını yaşıyoruz.

‘BİDEN’IN TAVRINDA DEMOKRASİDEN UZAKLAŞAN BİR ÜLKEYE MESAJ VAR’

Öyle mi?

Öyle. Çünkü hem bu ilişkinin çok kişiselleşmiş olmasının bir yansıması var, hem seçim döneminde Ankara’nın Trump’ı desteklemiş olmasının bir yansıması var hem de demokrasiden uzaklaştığı görünen bir ülkeye verilmek istenen bir mesaj var. 20 Ocak’tan beri gelen mesajlar altında bu yaklaşım yer alıyor ve örnekler de çoğalmaya başladı. Milli Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın Avrupa Birliği’ndeki muhatabı ile yaptığı konuşmada Çin ile Türkiye’yi sorunlu ülkeler olarak ifade etmesi, Blinken’ın Kongre’deki oturumda “sözde müttefik” olarak nitelendirmesi ve Biden’ın hala Cumhurbaşkanı’nı aramaması, bütün bunlar bir duruşu belirtiyor ve bunun arkasında da dediğim nedenler var.

Bu aşamada bir de şunu sormak isterim. Temsilciler Meclisi’nden insan hakları vurgusu öne çıktı, Senato’dan ise stratejik ortaklık. Bu ifadelerdeki farklılıktan ne anlamalıyız?

Böyle bir fark yok aslında. Daha önce de 54 Senato üyesi Türkiye ile ilişkilerde insan haklarının öncelenmesi için bir mektup gönderdi.  Temsilciler Meclisi’nin mektubu daha sonra geldi. Türkiye’de insan hakları konusunun öncelenmesi noktasında hiçbir farklılık yok.

‘HİÇ BİR ABD YÖNETİMİNDE GÖRMEDİĞİMİZ KADAR İNSAN HAKLARI VURGUSU GÖRECEĞİZ’

Peki,  Türkiye demokratikleşme dönük adım atmadığı takdir ne olur? Amerika’dan hep bir demokrasi vurgusu geliyorken Türkiye’de bu yönde atılan somut bir adım yok. Bu böyle devam ettiği müddetçe ne gibi gelişmeler yaşanabilir?

Türkiye Amerika ilişkileri daha da zorlanır. Şunu anlamak lazım, geçmişte Amerika’nın insan hakları ve demokrasi dış politikasının bir unsuruydu, burada ne kadar samimiydi, hangi amaçlarla hareket ediyordu bu her zaman sorgulandı ve sorgulanmalıydı da. Bugün yine insan hakları ve demokrasi Amerika dış politikasının bir unsuru ama bugün çok daha bütünsellik taşıyor. Çünkü güçlü bu dünyaya demokratik ülkelerle, otoriter ülkeler rekabeti olarak bakmasıyla bir bütünsellik taşıyor. Artık dünyada otoriter sistemler ve demokratik sistemler bir yarışta ve bu yarışta demokratik sistemler kazanmalı, Amerika bunun sağlayıcısı olmalı ilkesiyle hareket ediyorlar. Demokrasi ve insan hakları eskiden daha yüzeyselken bugün Biden döneminin ayrılmaz bir parçası olmaya aday. Bunun için demokrasi ve insan haklarının önemini geçmiş hiçbir Amerikan yönetiminde görmediğimiz kadar çok göreceğiz.

Türkiye ABD ile ilişkilerinde hep jeopolitik önemini öne koyuyordu ve bu doğruydu da. Türkiye’nin gerçekten jeopolitik stratejik bir önemi var. Bunun yanı sıra artık insan hakları, temel hak ve özgürlükler konusunda da benzer önemini ortaya koyması gerekecek. Aksi halde Amerika ile ilişkilerinde eskisi gibi bir ilişki kurması pek mümkün olmayacak.

‘HALKBANK’IN YAPTIRIMLARI İHLAL ETTİĞİNE HÜKMEDİLİRSE CEZA GELİR’

Amerika’nın dış politikası, artık eskisi gibi demokratikleşmezsen askeri müdahaleyi kullanırım yerine hukuku ve diplomasi kullanırım üzerine mi ilerleyecek? Eskiden silahı tercih ederlerken şimdi hukuku öne çıkaracaklar yanılıyor muyum?

Doğru. Blinken’ın açıklamalarında da bu vardı. Geçmiş dönemde Amerika’nın bir demokrasi getirme bölge ülkelerine bir demokrasi getirme arayışı olmuştu ve bunu zaman zaman silahlı müdahaleler üzerinden yapmıştı ama bu dönemi artık bitti. Bugün Amerika bir yerlere demokrasi getirme arayışı içerisinde olmayacak. Ama demokrasi kampını güçlendirme arayışı içinde olacak. Dolayısı ile ülkelerin kendileri bu yönde ilerledikleri ölçüde Amerika buna karşılık verecek ve daha iyi ilişkiler kuracak, daha fazla destekleyecek. Artık biraz tersine döndü.

Son soru, bir de Halkbank davası var. Bu ay Newyork’ta yeniden duruşma görülecek. Bu davanın etkileri ne olur?

Bu mahkemenin ne karar vereceği ile ilgili. Eğer mahkeme burada Halkbank’ın bu yaptırımları ihlal ettiğine ve daha önemlisi Amerikan finansal sistemini bir şekilde suiistimal ettiği sonucuna varırsa, o zaman bir ceza çıkacaktır. Bu da Amerikan ile ilişkiler bakımından ilave bir sorun oluşturacaktır.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram