Devlet, kendisinin suç saydığı bir yöntemle adalet arar mı?

KRONOS 20 Mayıs 2020 GÜNDEM

Ahmet Nesin, Artı Gerçek: Cihat Yaycı gibi insanlar geleceklerini tesadüfler üzerine kurarlar, daha çok iktidara doğru meylederler, iktidar onları taşıdığı sürece kendilerini önemli zannederler ama birdenbire bırakıldıklarında şaşkın ördek gibi dolaşırlar etrafta. Ama ilginç bir şekilde bütün haber kanalları Cihat Yaycı’nın başına gelenleri konuşuyor. Sonda yazacağımı yazının başında yazayım, Cihat Yaycı olayı bişeyi çok açık ve net göstermiştir ki, Recep Tayyip Erdoğan’ın askeriye üzerinde hiçbir hakimiyeti yoktur yada artık kalmamıştır. Daha önce de yazdığım gibi Zekai Aksakallı ve İsmail Metin Temel merkeze yada pasif göreve atandığında Erdoğan’ın devleti değil, devletin Erdoğan’ı yönettiğini belirtmiştim.

Ahmet Battal, Yeni Asya: Bu dâvâlardaki mahkûmiyet kararlarında şu soruların cevabı verilemiyor: Bu fiillerin hiçbiri tek başına suç ve suç delili değilken, birleşince neden ve nasıl suç delili oluyorlar? Bu fiiller arasında suç türünden bir eylemin varlığı ispat ve hatta iddia dahi edilmediği halde, üye olunan yapının, üye olan yönünden, cemaat değil terör örgütü olduğu nasıl varsayılabiliyor? Mensup olduğu yapının cemaat olduğunu düşünen ve 17-25 Aralık’tan sonra da böyle olduğunu düşünmeye devam eden ve fakat herhangi bir somut suça ve bilhassa darbe suçuna karışmış olmayan ve hatta darbeden de haberdar olmayan herhangi bir kişiyi hangi eylemi sebebiyle “terör örgütü üyesi” sayabiliriz? Meselâ o örgütün ya da kendisinin “muhalif” olması sebebiyle mi?

Fatih Polat, Evrensel: AKP iktidarı yokuş aşağıya hızlı gidişini durdurmak için karşısındaki muhalefeti sürekli dağınık tutmak ve dermansız bırakmayı bir siyaset stratejisi olarak benimsiyor. Bu aslında yeni değil, epeydir böyle. Bir süredir, kendi içinden çıkarak kurulan iki partinin sancısı da, onun için ayrı bir mesaiye yol açıyor kuşkusuz. Giderek genişleyen karşısındaki zemini sürekli baskılamak, itibarsızlaştırmak hatta gerektiğinde çeşitli siyasi kumpaslarla bunu yapmaya çalışmak depresif bir siyasi üslubu da zaten doğallığında zorunlu kılıyor. Önümüzdeki dönemde siyasetin, gündelik hayata sarkan çok çeşitli unsurlarıyla gerilim yüklü olmaya devam edeceğini söylemek artık bir kehanet olmadığı gibi, herhalde karamsar bir saptama da sayılamaz. Partileri, odaları, kitle örgütleri, sendikaları ve aydınları ile muhalefetin bu süreci, karamsarlığa düşmeden aşmaya yönelik bir enerjiyle müdahil olması bizi tünelin sonundaki ışığa da yaklaştıracak kuşkusuz. Kanıksamamak ile panik yapmamak arasındaki denge de bu süreç içinde önemli olacak.

Çiğdem Toker, Sözcü: Yıllık kira bedelini önceki yazıda açıkladığım Etlik Şehir Hastanesi ve genelde kamu özel işbirliği (KÖİ) modeline dair bilgiler sürecek. Ancak ona geçmeden, okurlardan gelen mesajlar doğrultusunda açmak istediğim üç husus var: – İlki, şaşkınlık. Pek çok okur, şehir hastanelerinde Sağlık Bakanlığı’nın her birinde ayrı ayrı 25 yıl süreyle kiracı olduğunu bilmiyormuş. Bu durumu
inanılmaz buluyorlar. Mesaj gönderen okurlar “Devlet, kendisinin verdiği bir hazine arazisinde neden şirkete kira ödesin?” diyor. Gazeteci olarak bu soruyu ilk soruşumun üzerinden 5 yıl geçti. Tabip odaları ile üst meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği ise 10 yıldan fazladır soruyor. – Diğeri,“Devlet kendisi yapsa daha kârlı olmaz mıydı?” Hiç kuşkunuz olmasın, evet. Ama bu bir tercih. Şimdilerde “yurtdışı finansal saldırı” diye tu kaka edilen yabancı bankerler var ya. Şehir hastanesi sözleşmeleri, o yabancı bankerlerin koydurduğu mali şartlarla dolu. Bu gizli sözleşmeler yüzünden, kamudan şirketlere tıkır tıkır kaynak aktarılıyor. Yani KÖİ modeli, yerli ve milli bu iktidarın tercihi.

Mücahit Bilici, Gazete Duvar: Bugün Kürtler Türkiye solunun etik ve politik ödevidir ama sol Kürtlerin etik ve politik ödevi değildir ya da Kürtlerin öncelikleri solunkilere indirgenemez. Kürtlerin daha birincil ve varoluşsal ihtiyaçları karşılanmadan, öncelenmeden solun Kürtlere yapacağı katkı bütün insanlığa yapacağı katkının Kürtlerin payına düşenidir. Solun kendisinin bile etkili olabilmesi için Kürtlerin ihtiyaçlarının öncelenmesi gerekir. Türkiye’de Kürtler Kürt olamadığı için sol da dişe dokunur bir sol olamıyor. Sonuç: Milyonlarca Kürdün oyunu alıp temsil tekeline sahip olan parti, ki Türkiye’nin üçüncü büyük partisidir, en fazla slogan atabiliyor ve Kürtlerin ihtiyaçlarını gündem yapmaktan insanlık adına utanıyor. Kendine faydası olmayan Kürtlerin Türkiye’ye de faydası olmuyor. Devlet ve iktidar da Kürt temsiliyetini biçtiği zaman doğal olarak kimsenin kılı kıpırdamıyor.

Günün öne çıkan yorumları Kronos Podcast yayınında:
https://soundcloud.com/user-436877268/200520-kp

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com