Demirtaş: Dışarıda olsaydık Erdoğan cumhurbaşkanı seçilemezdi

Tutuklu HDP eski Eş Genel Başkanı Demirtaş, Cumhuriyet'e konuştu: İktidarın algılatmak istediğinin aksine, sokak demek şiddet demek değil. Sokak haktır ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. Her türlü barışçıl gösteri hem anayasal hak hem de demokratik muhalefetin teminatıdır.

KRONOS 21 Temmuz 2020 GÜNDEM

Edirne Cezaevi’nde tutuklu olan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ”15 Temmuz sonrası “şok doktrini” taktiğiyle sistem ve rejimi değiştirdiler” diyerek, toplum ‘felaketi anlamaya başladığını’ belirtti. Demirtaş, 15 Temmuz sonrası süreci değerlendirirken de “Kandırıldık diyenler samimi olsalardı demokrasiyi seçerdi. Artık, AKP elitinden olmayan herkes öteki. Muhalefet, AKP’nin gündemini bırakıp halkla olmalı” dedi.

‘PARTİMLE ARAMDA EN UFAK BİR SORUN YOK’

– Çok uzun zamandır toplum yaşamının dışındasınız, bu süreç bir yandan düşünme olanağı sağlarken diğer yandan kendinizi etkin biçimde ifade etmenizin önüne set çekiyor. Günlük meseleleri kenara koyarak söyler misiniz, yenildiğinizi, yalnız kaldığınızı düşünüyor musunuz?

Herkese merhaba diyerek başlayayım. Bütün samimiyetimle ve inanarak belirtmek istiyorum ki, cezaevinde en küçük bir yalnızlık duygusu bile yaşamadım. Her an büyük bir dayanışma duygusu ulaştıran milyonların sayesinde, burada asla yalnız kalmadım. Yenilgi sözcüğünün ise anlamını bile bilmiyorum. Bir ara TDK sözlüğüne bakıp size geri dönerim.. Çünkü gerçekten de benim lügatimde böyle bir kavram yok. İyiyiz, moralliyiz, güçlüyüz ve kazanıyoruz.

– Yurttaşlardan yoğun ilgi görmenize karşın kimi siyasi aktörler, kurumlar, çevreler sizi yalnız bıraktı duygusu/izlenimi yaygın. Bu sizce doğru bir saptama mı? Hayal kırıklıklarınız neler, düşleriniz duruyor mu?

Halkın yoğun ilgisi, sevgisi ve dayanışması her şeyin üstünde ve benim için de en kıymetlisi. Partimizle de aramda en küçük bir sorun yok, bundan herkes emin olsun. Dışarıdayken sahip olduğum hayallerden çok daha büyüklerine, çok daha güzellerine sahibim şimdi.

‘ŞOK DOKTRİNİ’ UYGULAYARAK OLDU BİTTİYLE SİSTEM VE REJİM DEĞİŞİKLİĞİNE GİTTİLER

– “Seni başkan yaptırmayacağız” dediğiniz süreç Türkiye’ye yeni bir düzenin gelmesiyle sonuçlandı. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” sizce nasıl işliyor? Erdoğan başardı mı, yoksa “kâğıt üzerinde başkan ama sorunlar olduğu gibi duruyor, bu iş tutmadı” diyor musunuz?

Mevcut ucube sisteme itirazlarımızı ilk andan itibaren ve en net şekilde belirtmiştik. Daha hiç kimse, bu sistemde Türkiye’nin başına nelerin geleceğini düşünemeden biz hepsini öngördük ve toplumu uyararak gidişatı durdurmaya çalıştık. Ancak Erdoğan’a istediği fırsatı sunan şey bizim yetersizliğimiz değildi.

Toplum bir yandan hendek ve barikat operasyonlarında yaşanan yıkımın şokunu yaşarken üstüne bir de 15 Temmuz’un ve sonrasındaki OHAL koşullarının yol açtığı şok yaşandı. Erdoğan ile Bahçeli ikilisi de yanlarına Mehmet Ağar ve Doğu Perinçek’i alarak ve toplumun bu şok halinden yararlanarak “şok doktrini” taktiğini uygulayıp bir oldubittiyle sistem ve rejim değişikliğine gittiler. Toplum, ancak çok sonraları başına gelen felaketi anlamaya başladı.

Ayrıca 4 Kasım 2016’da bizim tutuklanmamıza yönelik siyasi operasyonlar da yeni sistemin hayata geçirilebilmesi için yapıldı. Nitekim bizler tutuklanır tutuklanmaz plan hemen devreye sokuldu. Biz hapisteyken referandum, sonrasında da Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Eğer bizler dışarıda olsaydık ne referandumda evet çıkardı ne de Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabilirdi.

‘ERDOĞAN KALICI BİR SİSTEM KURAMIYOR’

– Yoğun eleştiri almasına karşın Erdoğan hemen tüm isteklerini hayata geçiriyor, “çoklu baro” meselesinde olduğu gibi. Demokrasinin bunca hasar aldığı süreçte, sizce muhalefetin dili nasıl?

Evet, doğru. Erdoğan tek elde topladığı yasama, yürütme ve yargı yetkilerine dayanarak her türlü isteğini hayata geçirebiliyor. Ancak az önce de belirttiğim gibi kalıcı bir sistem kuramıyor. İnşa etmiyor, yaptığı her şeyle sadece yıkıyor.

Muhalefet ise AKP’nin gündemiyle fazlaca meşgul olup enerji harcıyor. Bu şekilde umutları da ziyan ediyor. Bunun yerine, bir araya gelerek doğrudan halkla birlikte açık hava forumları, açık hava grup toplantıları, mitingler ve yürüyüşler yapsalar hem yıkımın etkisini azaltabilirler hem de çözüm politikalarını halkla birlikte oluşturabilirler. İktidarın algılatmak istediğinin aksine, sokak demek şiddet demek değil. Sokak haktır ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. Her türlü barışçıl gösteri hem anayasal hak hem de demokratik muhalefetin teminatıdır. Muhalefet halktan kopmamaya özen göstermelidir.

AKP SEÇMENİ BİLE POTANSİYEL ÖTEKİ

– Toplumsal kutuplaşma eleştirisi herkesçe dile geliyor; oysa bu karşıtlığın AKP iktidarını güçlendirdiğini de biliyoruz. Kürt siyasal hareketi bu bağlamda deneyimli “öteki”; bugün Türkiye’nin “ötekisi” kimler?

AKP elitinden olmayan herkes artık ötekidir. Hatta AKP seçmeni bile potansiyel ötekidir. Çünkü bir süre sonra artık AKP’ye oy vermeyecekler ve onlar da ötekileşecekler. Tüm ötekilerin duyguda ve itiraz noktasında birleştikleri düşüncesindeyim. Halka güveniyorum.

Biz artık Kürt sorununun önümüzdeki dönemde nihai olarak çözülmesini ve hep birlikte Türkiye’yi büyütecek projelerin etrafında kenetlenmek gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla mesele sadece seçim ittifakı değildir. Mesele, Türkiye’nin büyük barışını sağlayabilecek, Cumhuriyeti 100. yılında demokrasi ile buluşturma meselesidir. Yoksulluğu, işsizliği, açlığı da barış, demokrasi ve adalet programıyla yenebiliriz.

Bunca ideolojik karmaşanın ortasında solun ilkeleri kutupyıldızı gibi yol göstericidir. Bizi düze çıkaracak olan da demokratik sol perspektiftir. HDP dahil hiçbir parti maalesef ki tam olarak bu politikaları savunamıyor ve hayata geçiremiyor. Bu konudaki yetersizlikleri görüyorum.

KİMLİKLERİN ANAYASA TARAFINDAN İNKAR EDİLDİĞİNİ SÖYLEMEK KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ DEĞİL

– Milliyetçilik eleştirisi yaparken milliyetçi olmak ya da laikliğin örselenmesi konusunda sessiz kalmak konusunda HDP’nin zaafı olduğunu düşünüyor musunuz? Neo-liberal dilin esir aldığı siyasal ortamda sizce ideolojik olarak kim kimdir?

Anayasanın 66. maddesi aynen şöyle der: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” Şimdi, ben milliyetçilik meselesinin Türkiye’deki tarihsel gelişimini bir yana bırakıyorum. Sadece yukarıdaki anayasa maddesine bakarak Türkiye’de Kürt halkı başta olmak üzere diğer bütün kimliklerin bizzat anayasa tarafından inkâr edildiğini söylemek Kürt milliyetçiliği yapmak değildir.

Denilecek ki Türklük üst kimliktir, bu tartışmaya da çok fazla girmek istemiyorum. Ancak Türklük, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlar için bir üst kimlikse nasıl oluyor da Bulgaristan’daki Türkler soydaşımız oluyorken İran’daki Kürtler soydaşımız olmuyor? Azerbaycan ile neden tek millet iki devlet olabiliyoruz da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle olamıyoruz?

Anayasanın 42. maddesinde neden “Türkçeden başka hiçbir dil anadili olarak okutulamaz ve öğretilemez” deniliyor?

Bugün HDP’de 15 farklı kimlikten, inançtan ve ideolojiden gelen milletvekilleri bulunmakta. Bu açıdan, parlamentonun milliyetçi olmayan partileri HDP ile TİP’tir. Geri kalanların hepsi Türk milliyetçiliğinin farklı versiyonlarını savunan partilerdir. O nedenle HDP’ye haksızlık etmemek gerekir.

Bize Kürt milliyetçisi denildiğinde kendimi George Floyd gibi hissediyorum. ABD’deki siyahlar eşitlik istedikleri için ne kadar milliyetçiyse Türkiye’deki Kürtler de o kadar milliyetçidir işte. Ve lütfen kimse, Floyd’un boynuna diziyle basan polisin hizasından bakmasın konuya. Bir defacık olsun eğilip asfalta yatırılmış Floyd’un hizasından ve gözleriyle bakmaya çalışsın. O zaman bizi daha iyi anlayacaklardır.

Son olarak, yeniden sorunuza dönersem kuramsal açıdan şu doğrudur: Milliyetçiliğe karşı milliyetçilikle mücadele edilmez. Sağcılığa karşı sağcılıkla, gericiliğe karşı gericilikle mücadele edilemez; bunlar doğrudur, katılıyorum.

ÇÖZÜM YERİ PARLAMENTO

– “Kürt sorunu” uzun zamandır sınırları aşar halde, yakıcı olarak gündeme geliyor. Sürece bakarsak, bugün işe nereden koyulmak gerekir?

Demokratik meşru mücadele dışında hiçbir yol ve yöntemi savunmuyoruz, savunamayız. Siyasi yol ve yöntemlerle, diyalogla, müzakere yoluyla çözülmesi gerektiğini savunuyoruz. Silahların nihai olarak susması gerektiğine inanıyorum. Tabii ki çözümün yeri her durumda parlamentodur. Nihayetinde, Türkiye’nin birliğini tartışmaya açmadan, ancak her yurttaşın hakkını, hukukunu ve özgürlüğünü de sağlayarak şiddeti de bitirecek barışçıl çözümler bulmak, siyasetin görevi ve sorumluluğudur.

.
– Yeni anayasa nasıl yapılmalıdır? Eşit yurttaşlıktan ne anlıyorsunuz?

Yeni anayasa, 81 ilde kurulacak sivil anayasa meclislerinde tartışılarak parlamentoda yasa haline getirilerek referanduma sunulmalıdır. Tüm evrensel hak ve özgürlükler amasız, ancaksız güvence altına alınmalıdır. Vatandaşlık, anayasal yurttaşlık üzerinden tariflenmeli ve herkes için eşit haklara sahip olmalıdır. Yani “Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür” demek yerine, “herkes hak ve özgürlüklerde eşit ve onurlu birer yurttaştır” demek gerekir.

BİZE VEBALI MUAMELESİ YAPMAYA KALKMASINLAR

– İttifaklar çok tartışılan bir konu. HDP için “Millet İttifakı”nın gizli ortağı ya da müttefiki deniyor. Kimsenin fotoğraf vermek istemediği, Türkiye’nin üçüncü partisinden söz ediyoruz, bu süreç sonunda “meşru” ortaklık talep edilmeli mi? Eğer öyleyse CHP, İYİ PARTİ ve SP ile hangi ilkelerde bir araya gelirsiniz?

HDP, Millet İttifakı’nın gizli veya açık ortağı değildir, bu defalarca belirtildi. Ben parlamento seçimleri için HDP’nin bir ittifaka ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. HDP, tek başına rahatlıkla yüzde 15’i geçebilecek güçtedir. Cumhurbaşkanlığı seçimi içinse zaten resmi olarak ittifak mümkün değil. Fakat bu konuda demokratik ilkeler etrafında işbirlikleri yapılabilir. Yeni anayasa, demokratik parlamenter sistem, örgütlenme özgürlüğü, ifade ve basın özgürlüğü, bağımsız ve tarafsız yargı konularında ilkesel uzlaşma sağlanması yeterlidir bana göre. Bu da imkânsız değildir. Bu ilkeler etrafında HDP ile yan yana gelemeyenler ne iktidara alternatif olabilirler ne de seçilseler bile ülkenin sorunlarını çözebilirler. Kaldı ki bugün HDP’lilerin dik duruşu, cezaevlerindeki ve dışarıdaki direniş olmasaydı kimse umuttan ve AKP’nin gerilemesinden söz edemezdi.

O nedenle bize parmak sallayıp söylem dayatan bazı muhalefet sözcülerinin hadlerini ve hudutlarını bilmelerinde fayda var. Biz zulme karşı direnirken bunlar devlet imkânlarının tadını çıkarıyordu. Şimdi bize vebalı muamelesi yapmaya kalkmasınlar. HDP’yi istediğiniz kadar eleştirebilirsiniz. HDP’den uzak durabilirsiniz. Siz bilirsiniz. Ama HDP’yi aşağılamaya, HDP’ye hakaret etmeye devam ederseniz cevabınızı vermekten çekinmeyiz.

Mevcut sistemde, işbirliği veya ittifak yapılmadan hiç kimse cumhurbaşkanı seçilemez. Elbette ki her partinin rolü ve vizyonu önemlidir. Ancak temsil niteliği ve niceliği bakımından HDP olmadan hiçbir ittifak başarılı olamaz, Türkiye’nin temel sorunlarını çözemez.

‘HALKIN YÜZDE 70’İ TEK ADAMA KARŞI’

– TBMM’nin işlevini yitirdiği hakikatını tüm çevreler dillendiriyor. Kayyım atamaları, vekilliklerin düşürülmesi derken HDP siyaset sahnesinde iyice görünmez oldu. Sizce bu süreç doğru yönetildi mi?

Sürecin yönetiminde yetersizlikler olsa da muhalefet bir direniş hattı oluşturmak için ciddi çaba sarf ediyor. Bunca emeği ve ödenen bedeli hiçleştirmek doğru olmaz.

Şu anda toplumun yüzde 70’i tek adam rejimine karşıdır. Bu da kendiliğinden olmadı elbette. Muhalefet olarak bizim cezaevlerinde ve dışarıda mücadele etmemiz olmasaydı toplum önemli ölçüde teslim alınmış olabilirdi. İktidar, elindeki muazzam yetkileri ve gücü kullanarak tahribat yaratmaya devam etse de toplum artık kararını vermiştir ve boyun eğmeyecektir. Muhalefete düşen ise halkın itirazını her zaman ve her yerde görünür kılmaktır.

– “Şiddetle aranıza mesafe koyun” söylemi yaygın ve popüler. Buna karşın Kürt siyasetçiler sosyoloji gözeterek, hep ihtiyatlı yaklaşım içindeler. Bu konuyu tartışma olmaktan çıkarmanın yolu nedir? Medyanın bu bahane ardına saklanarak “HDP’siz HDP tartışmaları”nı izliyor musunuz?

Bir partiye veya kişiye söylem dayatmak faşizan bir yaklaşımdır. Siz sorarsınız, karşınızdaki istediği cevabı verir, siz de buna göre tavrınızı belirlersiniz. Ama ille de “benim kelimelerim ve cümlelerimle benim söylediklerimi tekrar edeceksin” diye baskı yaparsanız bu kesinlikle yanlış ve kabul edilemez bir tutum olur. Yandaş medyanın HDP’ye yönelik yaklaşımı da bu ilkesizlik şeklindedir.

Ancak HDP’liler olarak bu faşizan yaklaşımı bir tarafa bırakıp iğneyi kendimize batırmamız lazım. Türkiye’nin barış için en çok çalışan, en çok bedel ödeyen partisi olarak neden en çok biz, şiddetle yan yana anılıyoruz? Burada büyük bir haksızlık var elbette. Bu haksızlıkta kirli ve kara propagandanın etkisi var. Ancak biz de kendimizi doğru bir şekilde anlatacak eylem ve söylemlerde bulunamamışız demek ki.

“Tabanın sosyolojisi nedeniyle şiddet konusunda HDP tavır koyamıyor” tespitini de tabanımızı sanki şiddet yanlısıymış gibi gösterdiği için haksız ve yanlış buluyorum. Bizim tabanımız savaş karşıtıdır, barış sever. Bununla birlikte şiddet sorununun tek taraflı olmadığı görülmeli.

‘KANDIRILDIM’ SAMİMİ DEĞİL

– Kolay kandırılmak hakkında ne düşünürsünüz? Siz de açılım / barış sürecinde kandırıldınız mı?

Kandırılma ihtimalimiz var diye önümüze gelen herkese ve her fırsata şüpheyle yaklaşıp onları elimizin tersiyle itemeyiz. Bunu daha çok, barış ve çözüm süreci için söylüyorum. Çözüm sürecine dahil olduğumuz o iki yıl içinde silahlar sustuğundan en az dört bin Türk ve Kürt gencinin hayatını kurtarmış olduk. Sırf bu bile çözüm sürecinin sahiplenilmesi için yeterlidir.

Kendini kandırılmış olarak gören, cemaatler vs. konularda kandırıldık diyen siyasetçiler de gerçekten samimi olsalardı direksiyonu 15 Temmuz sonrasında otoriterliğe kırmak yerine demokrasiyi tercih ederlerdi. Dolayısıyla kandırıldık demelerini samimi bulmuyorum.

– Türkiye’nin güçlü bir sosyalist harekete ihtiyacı var mıdır?

Gerek Türkiye’nin gerekse tüm dünya halklarının başındaki en büyük bela kapitalizmdir. Bugün yoksulluğun, işsizliğin, açlığın, sefaletin, doğa kıyımının, savaşların ve sömürünün en büyük sebebi neo-liberal kapitalist sistemdir. Kapitalizmin biricik panzehiri ise sosyalizmdir.

Emek sömürüsünün ve işsizliğin bunca yoğun olduğu bir toplumda sol hareketler büyüyemiyorsa bunun birinci nedeni elbette bu hareketlerin kendi yetersizliğidir. İkincisi ise etnik ve dinsel kutuplaşma. Sınıf hareketleri ve sınıf çelişkisinin öne çıkarılabilmesi için öncelikli olarak toplumda felç duygusu yaratan tüm kimlik sorunlarını demokrasi ve eşit yurttaşlık çerçevesinde çözmeliyiz. Bu yönlü derin kamplaşmaların sönümlenmesini sağlamalıyız. Sonrasında tüm sol ve sosyalist hareketlerin birleşerek kuracakları bir “sol blok” ile ortak mücadeleye girişebilmeliyiz. Sol, Türkiye’de yönetime gelmeden ne işsizlik ne sömürü ne açlık ne de yolsuzluk bitecektir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com