Cesur dijital dünyanın yeni işçi sınıfı için hayatta kalma kılavuzu

Yeni dijital dünya bize neler vaat ediyor? Dokunma (tıklama) ve görme odaklı bir hayat – bu, dijitalleştirilmiş bir proleterizasyon mu yaratıyor? Daha yüksek sesle söylemek gerekirse: Dijitalleşme bir proleterleşme midir?

BERKE KAYA 30 Nisan 2023 GÖRÜŞ

Dünya artık eskisi gibi değil; yedi Oscar ödüllü Her Şey Her Yerde Aynı Anda misali yaşıyoruz. Çağın hızı zaten yeterince ölümcül, ancak çoğumuz hiçbir şeye vaktinde yetişememekten mustarip…

Bir de hayatımıza girdikten sonra bağımlısı olduklarımız var. İnternet gibi. Cep telefonu gibi.

Tam ona alışmışken metaverse çıktı karşımıza. Sonra artırılmış gerçeklik (Augmented reality; AR) ve nihayetinde ChatGPT…

Çağ bir şeylere alışma fırsatı tanımıyor. Twitter arşa doğru dörtnala giderken, at huysuzlanıyor, Elon Musk eyere oturuyor; bir küskünler ordusu doğuyor birdenbire. Twitter muhalifleri hal böyleyken Mastodon’u keşfediyor.

Pandemi denen illet dünyayı felce uğratıyor. Bugün dahi tartışmalı aşılar vuruluyor her birimize. Ama ‘evden çalışma’ denen şeyi öğreniyoruz sayesinde. Peşi sıra da hibrit çalışmayı…

Okullar kapanıyor. E-okul açılıyor. Tekrar ‘normal’e dönüldüğünde ise bazı akademisyenlere, “Senin videolar duruyor. Gelmene gerek yok. Ayda 2 bin verelim. Sen başka şeylerle meşgul ol.” deniyor. Dün saygın ve vazgeçilmez bir ‘hoca’yken, bir anda video kayıtları ‘var’ olan bir işsiz oluyorsunuz.

Evet; her şey her yerde aynı anda oluyor neredeyse…

Devir, tekno demokrasi devri.

Her yerde Büyük Birader (1984’ü anımsayalım)… Dijital gözlerle çevrili dört bir yanımız.

Çin, buna nefis bir örnek. 200 milyon kameranın önünde yaşıyor insanlar. Yapay zekânın dehşet verici gölgesinde. Adına “sosyal güven” denen bir sistem mevcut. Sistem, şahısları aldıkları puanlara göre ödüllendiriyor yahut ceza kesiyor. Hatta teşhir ediyor.

Harcama alışkanlığımız, arkadaş çevremiz, okuduklarımız, izlediklerimiz, sosyal medya kullanımımız, hepsi hafızaya alınıyor.

Bu şahane göz, arkası dönük ve çok uzakta olan kişileri dahi tanıyabiliyor. Çünkü akıllı! Yürüme şeklimizden, kolumuzu sallayışımızdan, sesimizden, duruşumuzdan, üslubumuzdan bizi tanıyor.

Sonra bir dizi “algoritma” bizi bize tanımlıyor.

Demem şu ki: Sokağa çıktığımız andan itibaren yalnız değiliz! Bankadan kredi almak ya da seyahate çıkmak gibi kararlarınızı hayata geçirmek için aranan şartlardan biri artık “iyi puan” sahibi olmamız.

Neyse ki bazı şeyler hiç değişmiyor. Bazı temel ihtiyaçlar.

Peki, cesur yeni dijital dünya bize neler vaat ediyor? Dokunma (tıklama) ve görme odaklı bir hayat – bu, dijitalleştirilmiş bir proleterizasyon mu yaratıyor?

Daha yüksek sesle söylemek gerekirse: Dijitalleşme bir proleterleşme midir?

 

Artık her şeyin platformu var – iyi de neden?

Ekmek aslanın ağzında. Bazı ülkelerde midesinde. Ekmek yemeyeler ise ayrı hikâye.

Dünya nüfusunun ezici çoğunluğu nafakasını çıkarmak adına gece gündüz çalışıyor. Bitap düşüyor. Helak oluyor. Açlık sınırının biraz üzerinde ücret alabilmek adına sabah temizliğe gidiyor, akşam bebek bakıcılığı yapıyor. Gece nöbetçi…

Peki, yeni dijital dünya onlara ne vaat ediyor?

Görünüşe göre başka bir evren kuruyor. O evrenin kendine has işleyişi, yani hukuku var. Ve bu evrenin de alıcıları…

Diyelim ki hafta sonları brunch’a gideceksiniz. Ama eviniz kirli. Ve döndüğünüzde evinizi bu halde bulmak istemiyorsunuz.

Üzmeyin kendinizi. Helping.de bir tık kadar yakınınızda. Siz hopur hopur yerken, birileri geliyor ve evinizi temizliyor. Daha ne ister insan!

Bir haftalığına tatile mi çıkacaksınız? Çıkın tabii… Evdeki kedinizi merak etmeyin. Bir aracı platformun web sitesine tıklayın. Siz sahilde denizin keyfinizi çıkarırken, birileri kedinizi beslesin. Kumunu değiştirsin. İçiniz rahat etsin.

Artık her şeyin bir platformu var. Ne hoş!

Ağız alışkanlığı hoş. Aslında tüm bu otomasyon dalgasının potansiyel bir sonucu söz konusu: Teknolojik işsizlik!

Yeni teknolojiler kapitalizmi ve işçi sınıfını fena dönüştürüyor anlaşılan…


Etarea – Bilimsel ve teknolojik devrimin şehri

SSCB, bilgisayarların günlük hayat ve üretim ilişkileri üzerinde ne tür sonuçlar doğuracağını, inanması zor belki ama, Batı’yla hemen hemen aynı zamanda araştırdı. Türlü öngörülerde bulundu.

Hatta, o zamanki adıyla Çekoslovakya, 1965’de farklı disiplinlerden 60 bilim adamını Felsefe Enstitüsü’nde bir araya getirdi. Dr. Radovan Richta başkanlığındaki bu ekibe, Komünist Parti tarafından bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ideolojik ve politik sonuçları hakkında rapor hazırlama görevi verildi.

Söz konusu rapordan hareketle mimar Gorazd Čelechovský, Prag yakınlarında, 135 bin nüfuslu, komünist ve otomasyona dayanan, doğa-insan dengesini gözeten ve kent-kır ayırımı ortadan kaldıran Etarea adını verdiği bir şehir planı çizdi.

Mimaride anlam, hem sibernetik iletişim hem de varoluşsal fenomenoloji açısından ele alındı. İşlevi komünist geçişi ilerletmekten daha az değildi.

Etarea, entelijansiyanın ve sözde “bilimsel ve teknolojik devrimin” gelecekteki komünizm için önemini vurgulayan etkili bir politik tezdi adeta.

Çek filozof Radovan Richta’nın 1967’de sarf ettiği şu söz mühim: “Biz meslek olarak fütürolog değiliz, ama gelecek bugün giderek daha önemli hale geliyor.”

Montreal’deki Expo ’67’de sergilenen, ancak hiçbir zaman inşa edilmeyen Etarea şehri, çağdaş, kuşkusuz vasat, toplu konut gelişmelerine bir alternatif olarak tasarlandı. Čelechovský’nin dediği gibi, “gelişimin daha yüksek bir aşamasında bir denge” olacaktı.

Komünizmin bilimselleşmesi, hem sınıf mücadelesinin hem de sosyalizmin geleceğinin tarihsel özgüllüğünü vurguladı.

“Devrim meselesi 1960’larda bir kez daha son derece güncel hale geldi” diye yazıyordu tarihçi Vítězslav Sommer: “Ancak, bu sefer şanlı devrimci geçmişin bir mirasından ziyade geleceğin bir fenomeni olarak düşünüldü”.

Bir kişilik kültü ve bürokratik kemikleşme ile gölgelenmiş sosyalizmi elden geçirmeye çalışan Medeniyet, komünizmin devrimci yönlerini yeniden gözden geçirdi, ancak onları mavi yakalı emeğin o zamanki ana akım arenasının dışına yerleştirdi: sanayileşmeden ziyade sibernetik bilim ve bilgisayar teknolojisi. Başka bir deyişle, devrim, içerideki laboratuvarlarda ve operasyon merkezlerinde teknik bir entelijensiyanın işiydi – Batılı Marksistlerin o zamanlar madenlerin ve fabrikaların “tarihsel” işçi sınıfından ziyade “yeni işçi sınıfı” olarak tanımladıkları şey.


Sibernetik proleterleşme nedir?

Günümüze dönelim…

Simon Schaupp’un der Freitag’ta yayınlanan yazısında altını çizdiği şeye kulak kabartmakta yarar var:

“Reklam dünyası, dijitalleşme hususunda gelişen süreci şu sözlerle özetliyor: dijitalleşmenin piyasaya en önemli etkisi işgücü ücretlerinde kutuplaşmaların oluşmasıdır. Dijitalleşmenin kaybedenleri, dijital olarak aracılık edilen ve kontrol edilen yeni bir hizmetkâr sınıfına dâhil olanlardır. Otomasyon dalgasının bir sonucu olarak sıklıkla başvurulan teknolojik işsizlik böyle bir durumda söz konusu değildir. Bunun yerine ‘sibernetik proleterleşme’ olarak adlandırılabilecek bir süreç yaşanıyor.

Almanya, yalnızca birkaç Doğu Avrupa ülkesi dışında, çalışanlarının yüzde 22,7’si ile Avrupa’nın en büyük düşük ücretli sektörlerinden birine sahip. Bu durum, çalışmaya odaklı yeni üretim biçimlerinin ortaya çıkmasını desteklemiyor. Algoritmik iş kontrolü, yani insan çalışmasının dijital kontrolü ve izlenmesi, teknik bir zaruriyet haline geliyor. Çevrimiçi posta siparişi işi, Gorillas veya Lieferando gibi teslimat hizmetleri bunlara örnek olarak gösterilebilir. Çalışanların depolar ve şehirlerarasında masraflarının etkin bir şekilde yönlendirilmesi, ancak dijital olarak otomatikleştirilmiş ‘uzaktan kumanda’ edilen sistemler ile mümkün.


Düşük ücret, yüksek stres

Platform ekonomisi kulağa soyut ve fütüristik geliyor. Gel gör ki gerçeklik, dünya çapında milyonlarca insanın, genellikle zaten yaptığı işe ek olarak çalıştığı Uber, Lyft veya DiDi gibi taksi platformlarına benziyor. 14,6 milyondan fazla kişi çocuk bakımı, özel ders veya özel bakım hizmetleri için care.com adlı dijital aracılık platformuna bakıyor. Sonuç olarak algoritmik işgücü, çalışmaya odaklı yeni üretim biçimlerinin üretimine sebebiyet vermiyor.

Nihayetinde bu yeni işgücü tipi, temel olarak işleri sıralamaktan, yani internet platformlarındaki sakıncalı görüntüleri ve metinleri ayırmaktan, veri tabanlarını korumaktan, makbuzları yazmaktan veya yapay zekâyı eğitmekten oluşan tıklama işinden ibaret. Bu iş genellikle düşük ücretli ve stresli. Evden yapıldığı için neredeyse görünmez.

Tüm bu faaliyetlerin ortak noktası, çoğu durumda insanlar sahte serbest meslek veya belirli süreli sözleşmelerle çalışmak zorunda kaldıklarından, neredeyse tamamen güvencesiz çalışma koşullarının olması. Sibernetik proletaryanın çoğu göçmen. Çoğu, yaptıkları iş göz önüne alınırsa, aşırı kalifiye. Ancak kendi ülkelerinden yahut mesleklerinden sürüldüklerinden, düşük vasıflı, algoritmik olarak kontrol edilen işleri yapmak zorunda kalıyorlar. İkamet statüsünü kazançlı istihdama bağlamak bu güvencesizliğe katkıda bulunuyor.

Peki, ama neden bu kadar çok insan temizlikçiye ve özel ders veren öğretmenlere ihtiyaç duyuyor ki?

Paradoksal olarak, bu, en azından kısmen, sanayide üretkenlikteki artışla, yani 1980’lerden beri insan emeğinin daha fazla “kullanım”ına yol açan eşi görülmemiş iş yoğunlaşmasıyla açıklanabiliyor. Sonuç olarak, bu işçinin yeniden üretimi aynı zamanda giderek daha fazla işi, yani yemek pişirmek, çamaşır yıkamak, evde yapılan ve daha sonra dışarıdan sağlanan bakım işlerini tüketip bitirmekte. Bu mekanizma sibernetik proleterleşme için de geçerli. İş sürecinin dijital kontrolü, işin öylesine yoğunlaşmasına neden oluyor ki; birçok çalışan, boş zamanlarında yemek pişirme veya sosyal ilişkiler gibi faaliyetler için artık enerjilerinin kalmadığını söylüyor.

Bu giderek yaygınlaşan tükenmişlik durumu, artan ev hizmetleri talebine önemli bir katkıda bulunarak, işten sonra yemek pişirmek veya alışverişe gitmek için çok yorgun olanlar için, teslimat hizmetlerine veya çevrimiçi bir posta siparişi şirketine başvurma olasılıklarını yükseltiyor.


Dijitalleşme ücret eşitsizliğine yol açıyor

İnsan emeğinin baskılanması ve yeniden bütünleştirilmesi aynı sürecin parçaları olduğundan, sibernetik proleterleşme sürecinde bir arada yürümelerinin mümkün değil. İşgücünün sibernetik olarak yer değiştirmesi ekonomik olarak ancak daha ucuz emek sağlanırsa mümkün; başka bir deyişle, buna devalüasyon olarak yer değiştirme de denilebilir.

Dijitalleşme, artan ücret eşitsizliğine yol açmakta. Bir yandan, yüksek vasıflı işçilere olan talep ücretlerin yükselmesine neden oluyor; öte yandan iş yoğunluğu ve otomasyon, orta ve düşük vasıflı işçiler üzerindeki ücret baskısını arttırıyor. Amazon, Gorillas veya Lieferando’daki ücretler o kadar düşük ki, bazı çalışanlar ek sosyal yardıma bağımlı kalıyor.

Teslimat hizmetleri söz konusu olduğunda, çalışanlar genellikle cep telefonları ve bisikletler gibi kendi çalışma malzemelerini tedarik etmek ve bakımını yapmak zorunda. Ayrıca, maaş ödemelerinde dramatik sonuçları olan tekrarlanan gecikmeler de yaşanıyor. Bir teslimat hizmeti için kendi işim sırasında, bir meslektaşımın maaş eksikliği nedeniyle evsiz kaldığına şahit oldum, diğerlerinin ise yiyecekleri konusunda tasarruf etmek zorunda kaldıklarını gördüm.

Artan ücret eşitsizliği, şirketlerin yüksek ücretli işleri düşük ücretli işler ile değiştirmesini daha kârlı hale getiriyor. Aynısı özel haneler için de geçerli: yüksek maaşlı insanlar, işleri başkalarına dış kaynaktan, fason olarak yaptırmayı tercih ediyorlar.

Bununla birlikte, sibernetik proleterleşme, her şeyden önce yerleşik sendikalar dışındaki enformel anlaşmazlıklar olmak üzere, yeni bir iş anlaşmazlıkları dalgasına da yol açıyor. Bunun belirgin, en son ve “vahşi” örneği Gorillas’da görüldü.

Sonuç olarak, sibernetik proleterleşmenin nasıl sona ereceği hiçbir şekilde belirlenemiyor. Nüfusun büyüyen kesiminin ekonomik olarak devalüasyonuna yol açabileceği ya da yeni sınıf çatışmalarını körükleyebileceği ise kesinlikle aşikâr.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com