Biden Erdoğan’la neden görüşmedi?

Biden Brüksel’de kendisine zaman ayırmayarak Erdoğan’a “Benim sana ihtiyaç duyduğumdan çok daha fazla sen bana muhtaçsın” dedi. Bunda neden haksız olmadığını anlatmaya çalışacağım.

ÖMER MURAT 26 Mart 2022 HABER ANALİZ

ABD Başkanı Joe Biden’ın olağanüstü gündemle Ukrayna savaşında takip edilecek stratejiyi ele almak üzere Brüksel’de toplanan NATO Zirvesi marjında Erdoğan’la ikili bir görüşme yapmak için “zaman bulamaması”, AKP liderinin dış politikada Batı karşısında elinin ne denli zayıflamış olduğunu gösteren bariz bir gelişmedir. Amberin Zaman’ın aktardığı bilgilere göre, Türk tarafı görüşmenin olması için çok uğraştığı halde Beyaz Saray’ı ikna etmeyi başaramamıştır. Ukrayna krizinin Batı nezdinde Türkiye’nin değerini çok artırdığı, Erdoğan’ın bu sayede yine iki ayağı üzerine düştüğü, Batı karşısında güç kazandığı şeklinde yorum yapanlar, ABD Başkanı’nın AKP liderini yarım saat vakit ayıracak kadar bile önemsememiş olmasını açıklamakta zorlanacaklardır.

Başından beri Ukrayna savaşının sanıldığı gibi Erdoğan’a yeni fırsatlar doğurmaktan ziyade, onu dış politikada iyice köşeye sıkıştırdığını anlatmaya çalışıyorum. Dış politika analizlerinde “Erdoğan’ın Türkiye olmadığı” gerçeğini unutanlar, kriz sonucu Türkiye için doğan potansiyel avantajları AKP liderinin hanesine yazmakta acele ederken, savaş nedeniyle Türkiye’nin karşı karşıya olduğu riskleri ise küçümsemekte, bunların Erdoğan’a ne denli büyük sorunlar açabileceğini es geçmektedirler.

Tarihte Batı ile Rusya arasındaki çatışmaların şiddetinin artması her zaman Türkiye’ye Batı sistemi içerisindeki konumunu güçlendirme imkanı vermiştir. 1856 Kırım Savaşı sonrası Avrupa Uyumu’na dahil edilmesi, Soğuk Savaş’ın başlamasıyla NATO üyeliğine alınması bu tür gelişmelerdir. Bugün Ukrayna savaşı da benzer bir fırsat vermekle birlikte, Erdoğan rejimi altındaki Türkiye bunları değerlendirme kabiliyet ve itibarından yoksundur. Bu nedenle savaşın getireceği çok ağır ekonomik, hatta belki askeri bedelleri ödemekle karşı karşıya olan Erdoğan hükümetinin sanıldığının aksine krizin doğurduğu fırsatlardan yararlanabilme gücüne sahip olduğundan bahsetmek zordur.

Brüksel’de düzenlenen NATO Zirvesine katılan liderler, aile fotoğrafında bir araya geldi. Biden ve Erdoğan bu fotoğraf için yanyana geldiklerinde ayaküstü selamlaşmak dışında zirve marjında ikili bir görüşme yapmadı.

İki yüz yıllık bir tarihin neticesinde kurumsal olarak Batı sistemi içerisinde yer almış Türkiye’nin eksenini, Erdoğan rejimi son 6-7 yıldır değiştirme çabasına girdi. Bu tüm sonuçları dikkate alınarak, iyi hesaplanmış bir strateji çerçevesinde yürütülen bir siyaset değildi. Erdoğan hukukun üstünlüğü, temel insan hakları, ifade ve basın özgürlükleri, kara para aklanması ve terörizmin finansmanı gibi alanlarda Türkiye’yi dünyanın en ağır ihlallerin yaşandığı ülkelerden biri haline getirdikçe, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, OECD ve NATO gibi Batılı kurumlarla ilişkilerindeki gerilim yükseliyordu. Erdoğan Türkiye’yi Orta Asya ve Orta Doğu’dakilere benzer bir otokrasi haline getirmeyi kafasına koyduğundan, Batı’nın bunu kabullenmesi ve “Yeni Türkiye’yi” böyle kabul etmesi için Putin Rusyası ve Komünist Çin’le ilişkilerini ilerleterek bir anlamda “Beni daha fazla kızdırmayın, onlara giderim ha!” diyordu.

Asıl hedefi “onlara gitmeden” Batı’nın kendisini otokrat haliyle kabul etmesini sağlamaktı. Ama Batı Türkiye’nin ekonomik ve askeri açıdan ne denli kendisine bağımlı olduğunu bildiğinden onun bu oyunu karşısında pek tavır değişikliğine gitmedi. Erdoğan’ın işi Rusya’dan S-400 gibi kritik bir silah alımına kadar götürmesinde, başka nedenler yanında, eksen değiştirme çabasının ne denli ciddi olduğuna Batı’yı inandırma taktiği de vardı. Fakat bu blöf tutmadı, Erdoğan Batı’yı istediği yere getiremeyince “10 Büyükelçi Krizi” ve New York ziyareti sırasında şahit olduğumuz öfke nöbetlerini yaşadı.

Erdoğan’ın Biden’a kızdığında soluğu yanında aldığı Putin’in Ukrayna savaşıyla bir lider olarak dünyada saygınlığı iyice dibe vurdu, Rusya’nın bu savaşın siyasi ve ekonomik sonuçlarıyla önümüzdeki on yıllarda boğuşacağı anlaşılıyor. Bu Erdoğan için artık Rusya’yı Batı’ya karşı oynama oyununun da sonuna gelindiği anlamını taşıyor. Biden Brüksel’de kendisine zaman ayırmayarak Erdoğan’a “Benim sana ihtiyaç duyduğumdan çok daha fazla sen bana muhtaçsın” dedi. Bunda da haksız olduğu söylenemez.

NATO Zirvesi marjında ABD Başkanı Biden’ı ikili görüşmeye ikna edemeyen Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile görüştü. Erdoğan iki yıl önce Macron hakkında “zihinsel olarak tedaviye ihtiyacı var” açıklamasında bulunmuştu.

Şöyle ki, Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara Erdoğan’ın katılmamasını Batı’nın şimdilik sorun etmemesi, ekonomik açıdan oldukça kırılgan durumdaki Türkiye’nin Rusya karşısındaki zayıflığını bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Putin “fazla terlemeden” atacağı bir kaç adımla maalesef Türk ekonomisini çökertebilecek konumdadır ve Batı böyle bir durumun ortaya çıkmasını istememektedir. Bir diğer neden ise Suriye’de, özellikle de İdlib’deki “saatli bombanın” patlatılması endişesidir. Putin kafası atarak Halep’te ve başka Suriye şehirlerinde yaptığı gibi İdlib’de yerleşim yerlerini orantısız şekilde havadan bombalamaya başlarsa Türkiye’ye bir kaç milyon Suriyeli mültecinin daha geleceği, bunlar içinde aşırılıkçı örgütlere bağlı olarak savaşmış, şiddet temayüllü kişilerin de olacağı ve bu mültecilerin hiç değilse bir bölümünün öyle ya da böyle soluğu Avrupa’da alacakları kaygısı da vardır. Görüldüğü üzere bu ihtimallerden en fazla endişe etmesi gereken Batı’dan önce Türkiye’dir, çünkü bunların Batı’ya bedeli “bir” olacaksa, Türkiye’ye “üç, dört” olacaktır.

“Krizin Türkiye için doğurduğu fırsatlar” derken, bazıların sanabileceği gibi Batılı şirketlerin Rus pazarından çekilmesi sayesinde boşluğu Türk şirketlerinin doldurması gibi akla ziyan fikirleri kastetmiyorum tabii ki… Batı Putin’i ekonomik açıdan boğmaya çalışırken, Çin’e bile Rusya’ya yardım etmemesi için ihtarlarda bulunurken, bir NATO üyesinin Rusya’nın yaptırımları deldiği ülkeye dönüşmesine seyirci kalacağını zannetmek ahmakçadır. Bize ABD’den gizli tutabileceğini sanarak gayr-ı hukuki şekilde İran’a yönelik yaptırımları en az 20 milyar dolara varan rakamlarla delme aymazlığını hatırlatmaktadır.

Financial Times’da yer alan habere göre, Avrupalı bir diplomat Türkiye’nin Batı yaptırımları sonrası Rus parası için bir merkez haline gelip gelmeyeceğini “yakından takip ettiklerini” belirtiyor. İsmi verilmeyen bir başka Avrupalı yetkili ise Türkiye’yi Ukrayna savaşını “para kazanmak için bir fırsat olarak gördüğü” için eleştiriyor. Bir Avrupalı uzman ise Zarrab vakasını hatırlatarak Erdoğan’ın İran için yaptığı gibi Rusya için de yaptırımları gizlice ve yasadışı delebileceği şüphesinin Batılıların kafasında her zaman bulunduğunu belirtiyor. Bugün Türkiye’nin aşağıda sayacağım bazı fırsatları değerlendiremiyor oluşunda, Erdoğan hükümetinin o meseledeki tavrından başlayarak Batı nezdinde yaşadığı ve geri kazanması pek mümkün gözükmeyen büyük itibar kaybı önemlidir. Çok ucuza harcanan o itibarın, kolay kazanılabilmesi mümkün değildir. (İktidarın zannettiği gibi “İtibardan tasarruf olmaz” lafı kamu parasını bin odalı saraylara dökerek israf etmeye mazeret olsun diye değil, itibarın çok kıymetli bir şey olduğu, onu kaybetmek pahasına hiçbir fiilde bulunmamak gerektiğini vurgulamak için söylenir.)

Krizin Türkiye için doğurduğu asıl fırsatlar, bu vesileyle örneğin Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, Avrupa’ya vizesiz seyahat ve Avrupa Birliği üyelik süreci gibi meselelerin canlandırılması, Suriyeli mülteciler için Batı’nın daha fazla yardım etmesinin sağlanması, savaş nedeniyle dünyada büyük bir gıda krizinin yaşanacağı ve bundan doğrudan etkilenecek ülkeler arasında Türkiye’nin de olması nedeniyle bu alanda Batı’nın ekonomik desteğinin alınması, Türkiye’nin Rusya gibi yayılmacı ülkelere karşı kendisini savunabilmek için kritik silahlara sahip olabilmesi gibi hususlardır.

Bir diğer husus ise Avrupa’nın 2027’ye kadar artık Rus doğal gazını almamayı hedeflediğini ilan etmiş olması nedeniyle, ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkan Doğu Akdeniz gazının en hızlı ve en ucuza Türkiye güzergahından Avrupa pazarlarına ulaşacağı gerçeğini dikkate getirerek bu alanda büyük yatırımların çekilmesidir. Fakat Erdoğan olduğu müddetçe Avrupa, Doğu Akdeniz gazını Türkiye üzerinden taşıyan formüllere öncelik ve finansal destek vermekten kaçınacaktır, çünkü Avrupalı liderler, “bir otokrata (Putin’e) bağımlılıktan kurtulmaya çalışırken, diğerine (Erdoğan’a) bağımlı hale gelmek” istemeyecektir.

Erdoğan, NATO Zirvesi kapsamında İtalya Başbakanı Mario Draghi ile bir araya geldi. Draghi geçen yıl Erdoğan’a “diktatör” demiş, Ankara’nın tepkisine rağmen sözünü geri almayacağını söylemişti.

Biden’ın “S-400’leri Ukrayna’ya ver, ilişkilerimizi normalleştirelim” teklifini aslında daha çok Erdoğan’ı sıkıştırmak için yaptığına pek kuşku yoktur. Daha önce de vurguladığım gibi, Rusya ve Çin’le çatışmanın ideolojik veçhesini “demokrasi/otokrasi” karşıtlığı üzerinden kurmak isteyen Biden’ın uluslararası kamuoyunda popülist otoriterliğin sembol yüzlerinden biri haline gelen Erdoğan’la yakın bir görüntü vermek istemediği göreve gelişinden bu yana bellidir. Bu isteksizlik ve artık Erdoğan’ın elinin iyice zayıflamış olduğu gerçeği, usta bir siyasetçi olan Biden’ı AKP liderini düştüğü sıkışıklıkta iyice zor durumda bırakan böyle bir teklif geliştirmeye itmiş gibidir. ABD Başkanı teklifin Putin’in de sinirlerini zıplatacağının farkındadır.

Görünen o ki, Ukrayna savaşı iyice kızışacak, bunun doğuracağı özellikle ekonomik dalgalanmalar yüzünden Erdoğan Batılıların kapısını epey aşındırmak zorunda kalacaktır. Biden bunu farkındadır ve AKP liderinden “sırtındaki S-400 yükünü” bırakıp gelmesini istemektedir. Köşeye sıkışmış durumdaki Erdoğan, Putin’in artık kendisiyle uğraşamayacak kadar zayıfladığını düşündüğü an, Biden’ın yaptığı teklife atlayacaktır. Fakat gerek siyasi reflekslerinde son dönemde müşahade edilen zayıflama, gerekse iç siyasetten farklı olarak dış politikayı okuma konusunda yeteneklerinin sınırlı olduğu gerçeği, bize bu zamanlamayı tutturabilme ihtimalinin o kadar güçlü olmadığını söylemektedir.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat