BELGESEL | Öğretmen Mehmet Alp ve ailesinin 15 Temmuz’u

SELAHATTİN SEVİ 11 Kasım 2018 GÜNDEM

2015 yılının 18 Nisan günü öğretmen Mehmet Alp, Cizre’de sokakta yürürken önünde Polo marka beyaz bir araç durdu. Genç adam sürücüyü ilçedeki tanıdıklarından veya öğrenci velilerinden biri sandı. Cama doğru eğildi. Birden arka kapı açıldı, ani bir hareketle içeri çekildi. Ne oluyor, demeye kalmadan Mehmet Alp kendini arka koltukta buldu. Arabada üç kişi vardı.

Araba hareket ederken önde oturan kişilerden biri cebinden cüzdanını çıkardı. Tıpkı filmlerdeki gibi avucuna aldığı cüzdanı baş parmağı ile açtı, metalik polis logosunun olduğu kimliğini gösterdi. Aracı kullanan kişi ortamı yumuşatmaya çalıştı: “Kusura bakmayın, bir şey konuşmak istiyorduk. Biraz sert bir davet oldu.”

Beyaz Polo ilçe merkezinden çevre yoluna doğru ilerlerken olup biteni anlamaya çalışıyordu Mehmet öğretmen. Terör bölgesinde yaşadığı için çevresindekilerden yıllarca ‘beyaz Toroslar’ın hikâyelerini dinlemişti ama bunun kendisiyle ne ilgisi olabilirdi ki? Sıradan bir öğretmendi o, kimya öğretmeni…

Polis kimliğini görünce tedirginliği biraz geçmişti ama şaşkındı, çok korkmuştu. Kısa süren şokun ardından “Kimsiniz, ne oluyor?” diye sordu yanındakilere. Araçtakiler “Bir mesele var” dediler. Kısa bir süre sonra da niyetleriyle ilgili sorular sormaya başladılar.

MATBU İTİRAF İLE GELMİŞLER

Ellerinde PKK’ya katıldığını iddia ettikleri öğrencilerin bir listesi vardı. Bazılarının FEM Dershanesi’nde kaydı olduğunu söylüyorlardı. İstedikleri, bu öğrencileri FEM’in ve Gülen Cemaati’nin PKK’ya yönlendirdiğini iddia eden kâğıdı Mehmet öğretmenin imzalamasıydı.

Mehmet Alp, Cizre’de görev yaptığı dönemde bazı öğrencilerin sıraları boşalıverirdi. Birkaç hafta devamsızlık olunca herkes bilirdi ki o çocuk dağa çıktı.

Gösterdikleri kâğıda baktı, üçü kendi öğrencileriydi.  “Bir yanlışınız olmalı, ben Cizre Anadolu Lisesi’nde görev yapıyorum. Öğrencilerden bazılarını okulumda olduğu için biliyorum fakat çoğunu tanımıyorum. İlgim yok,” deyince rica ile başlayan istek tehdide dönüştü: “Bunu imzalamazsan seni buraya gömeriz. Eşin var, çocuğun var… Kendini düşünmüyorsan onları düşün!”

Genç öğretmene sopanın ucunu gösterdikten sonra havuç uzattılar: “İmzalarsan burada, terör bölgesinde kalmazsın. Başka bir yerde istediğin yere hatta istediğin kuruma atayabiliriz. Böyle bir gücümüz var.”

YALANCI ŞAHİTLİK YAPAMAM

Şaşkındı Mehmet öğretmen: “Benden iftiracı ve itirafçı olmamı istiyorsunuz. Bilmediğim bir konuda yalancı şahitlik yapamam,” diyebildi. Birden arkada oturanlardan biri belindeki silahı çıkardı. Annesine ve eşine küfürler ederek silahı kafasına dayadı. Bir diğeri, “Bu çok bilmiş” diyordu. Çok korkmuştu Mehmet Alp. “İsterseniz Emniyete gidelim, hukuk zemininde ne isterseniz orada yaparız” diyebildi.

Bir anda eşi ve çocukları gözünün önüne geldi. Oysa ne güzel bir güne uyanmışlardı. Kızının okul şenliği için evde hazırlıklar yapılmıştı. Okula vardıklarında tam bir bahar havası vardı. Diğer velilerle birlikte ikramların tadına bakılmış, gurur duydukları çocuklarının hünerlerini seyretmişlerdi. Mehmet Alp şehir merkezinde halletmesi gereken bir iş için ayrıldığında başına geleceklerden habersizdi. Kestirme olsun diye öğle üzeri Anadolu Lisesi’nin solundaki sokaktan yürümüş, telefonunu ve cüzdanını park ettiği aracın torpido gözünde bırakmıştı. Yolunu kesen ‘beyaz Polo’nun o günden sonraki hayatını tamamen değiştireceğinden habersizdi.

3 ŞEHİR, 4 CEZAEVİ, 17 KOĞUŞ… VE İŞKENCE!

Aslında, 19 yıllık kimya öğretmeni Mehmet Alp için bundan sonraki sıkıntılı hayatının başlangıcıydı o kısa yolculuk. Tehdit ve hakaretlerden sonra bir yol kenarına atılacaktı. Ama aylar sonra gözaltına alınacak, tutuklanacak ve 23 ay cezaevinde kalacak, elleri kelepçeli 3 şehir, 4 cezaevi ve 17 koğuş değiştirecekti. Üstelik 1 ay tecrit hücresinde kalacak, uzun süre ne ailesiyle ve ne avukatıyla görüştürülecek ve kim olduklarını hiçbir zaman bilmeyeceği kişiler cezaevinden alıp ona 24 gün işkence yapacaktı.

 

O günleri anlatırken, “Dövülmüş, elektrik verilmiş, bedenen ve ruhen acı çeken ve işkence yapılmış birçok insan gördüm. İşkenceyle bir sürü belge imzalatıldı. Ben de ruh ve beden sağlığımı kaybettim. Ağır işkencelerin ardından 23 ay sonra serbest bırakıldım,” diyen Mehmet öğretmen, “İşimi kaybettim. Arkadaşlarımı kaybettim. Her şeyimi kaybettim. Sonunda da ailemle birlikte ülkemi terk etmek zorunda kaldım,” diyor Mehmet Alp…

Kendi halinde bir öğretmenken hapis yatan, işkence gören, dostlarını ve arkadaşlarını kaybeden, akrabaları tarafından yalnız bırakılan ve en sonunda ülkesini terk etmek zorunda kalan Mehmet Alp, şimdi, mülteci olarak bulunduğu Yunanistan’da yaşadıklarını açıkyüreklilikle Kronos’a anlattı.

ÖNCE KAÇIRDILAR, SONRA EŞİNİ GÖZALTINA ALDILAR

Mehmet Alp o günleri gözleri dolarak hatırlıyor. Ve devam ediyor… Beyaz Polo’daki kimliği belirsiz kişiler tehditler fayda etmeyince Mehmet Alp’i Cizre-Habur karayolunun 7’nci kilometresinde araçtan dışarı atmışlar. “Seninle işimiz bitmedi, bir kez daha görüşeceğiz” diye tehdit etmeyi de ihmal etmemişler.

Yolun ortasında kalakalan Mehmet Alp ne olup bittiğine anlam verememiş. Kendine geldiğinde yaşadıklarını şöyle bir aklından geçirmiş.

Bir süre ıssız yolun kenarında bekledikten sonra çaresiz otostop yapıp bir kamyonla Cizre’ye geri dönmüş.

KİMSEYE ANLATAMADI

Eşi neden geç geldiğini sorunca olanları anlatmaktan çekinen Mehmet öğretmen, eşinin sitemlerini “Telefon arabada kalmıştı” diyerek geçiştirmiş.

Endişeli iki günün ardından kötü rüyanın devamı gelmiş. 20 Nisan’da şafak vakti evine yapılan baskında kapıda bu kez özel harekatçılar varmış. Mehmet öğretmen kendisini ‘resmen’ alacaklarını düşünse de aradıkları eşiymiş.

“Mesele nedir?” diye sorunca, “2010 KPSS ile ilgili” cevabını almış.

Oysa Mehmet Alp’in eşi Nejla Alp, 2009 yılındaki KPSS sonuçları ile görevine atanmış. “Bir yanlışlık var,” dediyse de sözünü dinletememiş.

Nejla Hanım’ı önce araçla Diyarbakır’a, arkasından da uçakla Ankara’ya götürmüşler. Çaresiz Mehmet öğretmen bir yandan annelerini isteyen çocukları 1 yaşındaki Murat ve 8 yaşındaki Ayşe ile ilgilenmeye çalışırken, gözyaşları içinde Ankara’ya kadar peşlerinden gitmiş.

2009’DA ATANAN EŞE 2010 SINAVINDAN GÖZALTI

O günlerde özgür basın henüz susturulmadığından konu gazete ve televizyonlara yansımış, Cihan Haber Ajansı’nın çektiği haber ve görüntüler yankı uyandırmıştı.

Haberde özetle şöyle deniyordu: “2010 yılında gerçekleştirilen Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda (KPSS) kopya iddiasıyla ilgili operasyonda gözaltına alınan bir anne, 1 yaşındaki çocuğuyla, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde görüştürülmedi. Yaşanan bu olay kameraya yansıdı. Ankara Barosu yetkililerinin çabaları sonucu bir süre sonra çocuk annesi ile buluşturuldu.”

Alp ailesinin avukatları kamuoyu ile şu bilgiyi paylaşmıştı: “Müvekkilimin eşi ve iki çocuğu beraberinde gelmiş. Geldikten sonra iki çocuğu babasına bırakmışlar. Yaklaşık iki-üç gündür otel odalarında bu insanlar rezil rüsva durumdalar. Bugün sabahleyin müvekkilin büyük kızı rahatsızlandı, hastaneye götürdüler. 1 yaşındaki çocuğu da biz getirdik, annesiyle görüştürebilme şansına sahip oluruz diye düşünüyorduk. Ancak içeride karşılaştığımız muamele; önce savcı beyle görüştüler. Savcı bey de ‘ben hiçbir şey yapamam, burası çocuk yuvası değil, götürün nereye götürürseniz’ diye bir cevap aldık.”

Ankara Barosu’nun Çocuk Koruma Bürosu ile diğer temsilcileri araya girince bebek annesine gösterilmişti.

KPSS BAHANE…

Nejla öğretmen Cizre’de sabahın köründe evine baskın yapılarak ve özel harekatçılar eşliğinde Ankara’ya getirilse de oradaki polislerin ve savcıların gündemi farklıydı.

Mehmet Alp o talihsiz günü unutamıyor: “Ben kızımı hastaneye götürmüştüm. O sırada Emniyet’te değildim ve yakınlarımızdan da kimse yoktu. 1 yaşındaki çocuğu Emniyet’te kapının önüne bırakıvermişler.”

İLGİN YOK AMA ADLİ KONTROL ŞART

Bu sırada içeride ifadesi alınan Nejla Alp, kendisinin 2009 yılında yapılan KPSS öğretmenliğe atandığını, çok da yüksek olmayan 78,9 puanla memuriyete giriş yaptığını ispatlamış. Dört günün sonunda Nejla Alp ‘bir buçuk yıllık adli kontrol şartı’ ile serbest bırakılmış.

Nejla Alp, o günleri acıyla hatırlıyor: “Sadece beni değil, çok sayıda insanı gözaltına almışlardı. Çok iyi hatırlıyorum. O gözaltının sonunda 17 kişiyi tutukladılar. 25 kişi de serbest bırakıldı ama adli kontrol ile salıverildik. Düzenli olarak karakola imza vermek zorundaydık.”

Hem kendisinin hem de eşinin yaşadıklarına dikkat, çeken Mehmet öğretmen, başlarından geçenlerin tesadüf olmadığına inanıyor: “Yaşadıkça görüyorum ki, darbe sürecinden önce ciddi bir hazırlık yapılmış. Fişleme listeleri, yok etme arzusu, tecrit etme, toplumdan soyutlama ve sivil ölüme hazırlıklar çok önceden başlamış.”

‘ARKADAŞLARIMIZ SELAMI KESTİ’

Ankara’daki denetimli serbestlik kararından sonra aile tekrar Cizre’ye dönmüş. Kısa süreli de olsa adli bir süreç yaşamaları okullarındaki öğretmen arkadaşlarının, mahalledeki komşularının, hatta yakın tanıdıklarının selamı sabahı kesmelerine sebep olmuş. “Korkuyorlardı,” diyor Mehmet Alp: “Eşimin başına gelen çok sıra dışı ve ağır bir şey olmasına rağmen arayan, telefon eden insan sayısı azalıverdi. Mahkemenin serbest bırakmasının bir anlamı olmuyor. İnsanın suçsuz ve masum olduğunu sadece mahkemelerde değil toplum nezdinde anlatması daha da zor!’’

Cizre’ye döner dönmez görevlerine kaldıkları yerden devam ediyor öğretmen karı-koca. Fakat bir yandan da ilçede hendekler kazılıyor, kurtarılmış bölgeler oluşturuluyor. Okula gidip gelirken öğrencisi olacak yaştaki çocuklara ve gençlere kimliklerini göstermek zorunda kalıyorlar. Polise şikayet ettiklerinde, “Elimiz kolumuz bağlı, devletin takdiri, hükümetin kararı… Biz bir şey yapamayız,” cevabını alıyorlar.

HENDEK SAVAŞLARINDAN ŞANLIURFA’YA

İş çığırından çıkınca da önce sokağa çıkma yasakları, ardından da operasyonlar geliyor. Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlere “gidebilenler gitsin” diyor.

İl dışı tercih yapan Alp ailesinin Şanlıurfa merkeze tayini çıkıyor. Bunu biraz da kendileri istiyorlar. Çünkü yüksek puanlı yerleri yazarlarsa ailenin bölünebileceğini düşünüyorlar.

Tam da taşınma hazırlıkları yaparken Cizre iyice karışıyor. Operasyonlar hız kazanıyor. İki günde toplayabildikleri kadar eşyayla Şanlıurfa’nın yolunu tutuyorlar. Fakat karakola imza vermek zorunda oldukları için haftada bir Cizre’ye geliyorlar. Can güvenliği yok. Uzun uğraşlar sonunda 2015 Eylül’ünde imzanın Urfa’da atılmasını sağlıyorlar.

ÖNCE KAÇIRILDI, DAHA SONRA TUTUKLANDI

Gülen cemaati soruşturması kapsamında cemaat dersanelerine giden öğrencilerin PKK’ya katıldığı şeklinde ifade vermesi için kaçırılan ve ölümle tehdit edilen kimya öğretmeni Mehmet Alp tayini çıkınca Şanlıurfa’ya taşınıyor ancak Cizre’de başlayan süreç, yeni şehirde de peşlerini bırakmıyor. 13 Mayıs 2016’da polis yine günün erken bir saatinde evlerinin kapısını çalıyor.

Mehmet Alp kendinden emin, “Herhalde bir ifade verir dönerim,” diyerek Emniyet’e gidiyor. Fakat ifadenin Ankara’da alınacağı söyleniyor kendisine. Sivil bir araçla Ankara’ya götürülüyor. Ve kabus başlıyor…

Kendisine sorguda yöneltilen sorular matbu ve önceden hazırlandığı belli: Gülen Cemaati ile irtibatın var mı? Devlette çalışma kararını nasıl aldınız? Sizi devlette çalışmaya biri mi yönlendirdi? Daha önce çalıştığınız yerler neresi? Eşin neden Samanyolu Koleji’nde çalıştı? KPSS’ye kendi isteğinizle mi başvurdunuz? KPSS sürecinde size soru ve dokümanlar verildi mi? Kendi rızanızla mı, başkalarının yönlendirmesiyle mi evlendiniz?

TEKRAR GÖZALTI VE TUTUKLULUK

“Sinirlendim,” diyor Mehmet Alp: “Hayatımdaki kararları alırken kendi irademi kullandığımı, bir kimya öğretmeni olarak hayatımı devam ettirebilecekken yüksek lisans yaptığımı ve doktora için hazırlandığımı söyledim.”

Gözaltından sonra önce mahkemeye sevk ediliyorlar, ardından da 17 Mayıs 2016’da Ankara Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklanmalarına karar veriliyor. Daha 15 Temmzu filan yok… İlk durak Sincan T Tipi Ceza İnfaz Kurumu…

İlk görüşmesini eşiyle ve onun bulduğu bir avukatla yapıyor. Delil yok, suç yok ama beklemeye devam ediyor cezaevinde.

‘DÜNYA SAVAŞI Z’ İZLERKEN DARBE GELİYOR

Kaldığı yer devlet memurlarının konduğu bir koğuş. Koğuşa ve koğuş şartlarına alışmaya çalışıyor. İdealist bir öğretmen olarak devam ettiği hayatının sonunda görmüş olduğu muamele onu hayal kırıklığına uğratıyor. Önce inanmak bile istemiyor yaşadıklarına.

Bir iki ay kalır çıkarız diye başlayan cezaevi hayatı uzadıkça uzuyor.

Bir akşam Fox TV’de ‘Dünya Savaşı Z’ filmini izliyorlar toplu olarak. Akan altyazı bütün koğuşun dikkatini çekiyor. Köprüde bir hareketlilik olduğu ile ilgili ilk haberlerin ardından darbe ihtimali konuşulmaya başlanıyor. Koğuşta kendi aralarında yaşananlara anlam vermeye çalışıyorlar. Endişeleri bir kat daha artıyor.

Derken duvarların dışından helikopter, uçak, patlama sesleri işitiliyor. Herkes ciddi bir korku ve panik yaşıyor. Dünyadan tecrit edildikleri yerde olup bitenlerin şaşkınlığını yaşıyorlar.

Darbe girişiminin ardından henüz 36 saat geçmeden, 17 Temmuz Pazar sabahı, bulundukları Sincan T Tipi Cezaevi’ne hâkim ve savcıların getirileceği, kendilerinin ise Sincan L Tipine nakledileceği bildiriliyor. Merkezi anons sistemi ile yapılan duyurunun sonunda cezaevinde bulunanlara hazırlanmaları için sadece yarım saatleri olduğu konusunda sertçe bir uyarı da yapılıyor.

YENİ HAPİSHANEDE AÇ SUSUZ GÜNLER

Sabah 5-6 gibi 14 kişilik koğuşa 41 kişi yerleştiriliyor. Hiçbir şahsi eşyaları da verilmiyor. Sıcak su yok, elbiseler yok, kap-kacak yok. Yatak yorgan eksik. Ailelere ulaşılamıyor. Adeta esir kampı!

Ardından gelen Olağanüstü Hal kararı ile telefon ve mektup da yasaklanıyor. Gazeteler engelleniyor. Kantin kısıtlanıyor. Meyve sebze bile satılmıyor. Yeterli yemek olmadığı için gecelerce aç uyuyorlar. Sebze meyve dahi alamıyorlar. Zor koşullar herkesi bir şekilde etkiliyor. Mehmet Alp’in ise kötü yemeklerden kalın bağırsağı yırtılıyor.

Koğuşta ciddi bir kanama geçiriyor Alp. Defalarca acil butonuna bassalar da yanıt gelmiyor. Doktor da yok! İlk yardımı koğuş arkadaşları yapıyor.

DOKTOR: SİZE MÜDAHALE ETMEMİZ YASAK

Günler sonra doktor geldiğinde sadece koğuş kapısından şöyle bir bakıyor. “Durumunuzu anlıyorum ama bizim size müdahale etmemiz yasaklandı” diyor fısıltıyla. Açıkça, sözlü olarak yüzüne söylüyor bunu.

İki ay boyunca ağrılarla ve kanamalarla yaşıyor Mehmet Alp 41 kişilik koğuşta. Cezaevi yönetiminin tavrı biraz yumuşayınca da Sincan Cezaevi Hastanesi’ne sevk ediyorlar. İlk muayenede doktor moralini bozmaması gerektiğini ama perianal kanser başlangıcı olduğunu paylaşıyor kendisiyle. Bir nevi kolon kanseri… Numune Hastanesi’ne sevkini yapıyor. Hastaneyle koğuş arasında gidip geliyor sürekli. Her döndüğünde birilerinin gelip birilerinin gittiğini görüyor.

Hastane sürecinde sadece bir kez ailesiyle görüşmesine izin veriliyor. 15 Temmuz süreciyle birlikte avukatlara da görüşme yasağı konulduğu için yapayalnız kalıyor.

2016’nın Ekim ayında jandarma cezaevi aracıyla Numune hastanesine sevki yapılıyor.

Bu arada hakkında hazırlanmış iddianameyi görme imkânı buluyor. Gülen adına devlete sızmak, Bank Asya’da hesabının olması, KPSS soruşturmaları, eşinin geçmişi… HTS kayıtları… Bir tek ‘Telefonunda ByLock var’ suçlaması yapmıyorlar.

İlk kez 2016 Ağustos ayında mahkemeye çıksa da süreç sonunda 22 kez duruşmaya katılıyor. Ve her seferinde “Tutukluluğunun devamına…” kararıyla cezaevine dönüyor.

‘TAMAMEN KURGU…’

Cezaevinden hastaneye gidip gelirken araçta kimlerle karşılaşmıyor ki! Paşalar, Yargıtay üyeleri, hâkimler, savcılar, akademisyenler… Gördüğü bir kurmay yüzbaşı gözünü kaybetmiş. Havacı bir tuğgeneral, savunma müsteşarıyla darbe girişimi günü İngiltere’de olduğu halde tutuklanmış. Hatta bu paşa darbe gecesi darbeyi önlemek için girişimlerde bulunmuş.

Mehmet Alp, “O zaman anladım ki, darbe girişimi tamamen bir kurgu, maksat birilerini bir şekilde tasfiye etmekmiş,” diyor.

Sonra sanatçıları görüyor. Gazetecileri, Alaattin Kaya, İlhan İşbilen, Ahmet Böken… TRT ve AA çalışanları, spor muhabirleri… O gün darbe girişimini önlemek için görevde olan polisler dahil herkesi toplayıp getirmişler.

BİR YANDA HASTALIK BİR YANDA İŞKENCE

Öğretmen Mehmet Alp’e rahatsızlığından dolayı cerrahi operasyon yapılıyor bu arada. Kalın bağırsağındaki polipler temizleniyor. Doktor şaka yapar gibi stresten uzak durmasını tavsiye ediyor. Aşırı risk bulunmamakla birlikte durumunun daha da kötüleşebileceği yönünde uyarılarda bulunuyor. Ailesine yine haber veremeden tekrar cezaevine dönüyor.

2016 yılının Ekim ayında bazı günler koğuşa dayak yemiş, işkence görmüş insanlar gelmeye başlıyor. Gözaltında kayıp ve ölüm haberleri de gelince endişeleri artıyor. Derken Kasım ayında apar topar yeni bir hapishaneye naklediliyorlar. Bu sefer kendini Keskin Cezaevi’nde buluyor. Koğuş sakinleri yine ‘cemaat’e yakın olduğu iddiası ile tutuklanan öğretmenler, esnaf, bir de adi suçlular… Hücrelere ise hâkim ve savcıları yerleştirmişler. Onlara tecrit uygulanıyor.

Hücrelerde bir ay kalan da var, aylarca kalan da… Hücreye girenin ne zaman çıkacağı belli değil. Hatta hapse girdiğinden beri hücrede tutulduğu söylenen çok sayıda isim var.

Tarihini tam olarak hatırlamıyor ama Aralık-Ocak aylarında Mehmet Alp’i de hücreye alıyorlar. Hücrenin adı E 40. Günde sadece iki saat havalandırma hakkı var. Kimseyle görüşmesine izin yok, radyo ve gazete yasak.

O güne kadar ne bir disiplin suçu var ne bir sıra dışı davranışı. Neden hücreye alındığı ile ilgili verdiği dilekçeyi savcılığa, Kırıkkale Ağır Ceza Hâkimliği’ne yazsa da bir cevap alamıyor.

İŞKENCE MERKEZİNE SEYAHAT

Hücreden sonra tekrar akademisyen, öğretmen ve doktorların olduğu bir koğuşa getiriyorlar Mehmet Alp’i. Hücreden sonra orası sanki kurtuluş yeri gibi geliyor. Öyle ya, tek başına geçmeyen geceler ve gündüzlerden sonra şimdi en azından birkaç kişiyi görme, onlarla konuşma imkânı buluyor.

Derken Mayıs 2017’nin sonlarına doğru aniden gardiyanlar geliyor. “Mahkemen var, hazırlan” diyorlar. Alp, “Benim mahkemem 6 Haziran’da” dese de bir açıklama yapmadan hemen hazırlanmasını istiyorlar. “Götürmemiz gerekli, çabuk,” uyarılarından sonra yola çıkıyor Mehmet Öğretmen: “Yanıma bir evrak falan alamadım, üstümde ne varsa onunla yola çıktım.” Cezaevinden dışarıya çıkarıldığına dair bir evrak görmek istese de, “Gizlilik kararı var, sana söyleyecekler” cevabını alıyor.

Dış kapıya geldiklerinde kendisini sivil giyimli insanların beklediğini görüyor Mehmet öğretmen. O zaman farklı bir şeyler döndüğünü anlıyor. Tekrar cezaevine dönmek istediyse de başarılı olamıyor. Bağırmalarına da kimse cevap vermiyor, zaten etrafta sesini duyurabileceği kimse de yok…

Hiçbir evrak imzalatmadan kaçırır gibi götürüyorlar. Anında ters kelepçe vurup, içinde iki kişinin olduğu sivil bir araca bindiriyorlar. Araç Volkswagen. 106 bin kilometrede… Filtre arızası var. Rengi beyaz veya gri. Bir yandan da plakasını ezberlemeye çalışıyor fakat yolda ara sıra durarak her seferinde başka plaka takıyorlar. Daha sonra mahkemede anlatacağı gibi aracı kullanan polisin sicil numarasını da ezberliyor.

İŞKENCECİSİNİN EŞKALİNİ ÇİZDİ

Gülen cemaati soruşturması kapsamında Mayıs 2016’da tutuklanan kimya öğretmeni Mehmet Alp, 1 yıl sonra hakim karşısına çıkarılmak için apar topar koğuşundan alınarak sivil araba ile Şanlıurfa’ya doğru yola çıkarılıyor. Yolculuk sırasında Alp, yanındaki kişilerin eşkallerini unutmamak için dikkatlice yüzlerine bakıyor. Yüzlerini adeta ezberliyor. Onları hatırlatacak hiçbir detayı kaçırmamak için kafasında notlar oluşturuyor. 

Sırasıyla Keskin, Nevşehir, Maraş üzerinden Şanlıurfa’ya ulaşıyorlar. Vakit gece yarısı…

Şanlıurfa TEM’e geldiklerinde başına bir çuval geçiriliyor, nezarethaneye yalnız başına bırakılıyor. İlk gün herhangi bir sorgu yaşanmıyor, yani sakin geçiyor ama bir şey de söylemiyorlar. Neden getirildiğine, niçin sorgulanacağına dair bilgi verilmiyor.

Kısa bekleyişin ardından Mehmet öğretmeni başka bir odaya götürüyorlar. Sivil giyimli insanlar sorular sormaya başlıyor: Darbeyi kim yaptı? Darbe talimatı kim verdi? Mehmet öğretmen soruları şaşkınlıkla karşılıyor. “Siz benden daha iyi biliyorsunuz ki darbe girişimi sırasında cezaevindeydim, üstelik ben sıradan bir öğretmenim,” dese de kâr etmiyor

CİZRE’DEKİ SAHNENİN AYNISI

Ardından aylar önce Cizre’de beyaz Polo’da yaşanan sürecin benzeri tekrarlanıyor. “Benden ‘bunlar darbeci, bunlar da da irtibatlı olduğu ve emir veren kişiler diye kâğıdı imzalamamı istediler. Yeniden Cizre’deki olayı yaşıyordum sanki,” diyor Alp.

Sonra bir belge daha gösteriyorlar: MİT’in ByLock tespit tutanağı… “İyi ama ben hiç ByLock kullanmadım ki!” cevabına yine kulak asmıyorlar. Bir yandan da çocuğun neden koleje gidiyor, eşin neden daha önce Samanyolu Koleji’nde çalıştı soruları geliyor. “Cizre bir terör bölgesi, çocuklarımı bu yüzden daha güvenli bir okula gönderdim. Sonra da kendi isteğimle devlet okuluna geçtim. Bank Asya hesabım da rahmetli babamın açtığı bir hesap. Ev kredisi borcu için açıldı” savunması da dinlemiyorlar.

‘KİMDE BYLOCK ÇIKACAK, KİMDE ÇIKMAYACAK BİZ BİLİRİZ’

İmzalamayınca, “Senin için iyi olmaz” uyarısı yapıyorlar. Nezarethanede tek başına kalıyor. Saati, günleri artık takip edemiyor. Şanlıurfa TEM’de zemin katta bir odaya alıyorlar, bir şahısla tanıştırıyorlar. Adının Murat olduğunu, Urfa MİT Bölge Başkanı olduğunu iddia ediyor. “Sorguda yardımcı olmazsan seni biz alacağız. Bu da senin için hiç iyi olmaz. Çok canın yanar. Gel, sana verilen evrakları imzala! diyor. Ardından: “Bak sende ByLock çıktı, ister misin eşinde de çıksın. Eşini de tutuklarız. Kimde ByLock çıkacak, kimde çıkmayacak biz biliriz.” 

“Hukuk zemininde yapabileceklerim varsa yapayım ama bu evraktaki insanları gerçekten tanımıyorum,” diyor Mehmet Alp ve anlatıyor: Korktum. Eşime zarar vermelerinden korktum. Yine de imzalamadan nezarethaneye gittim. Beni üç gün daha bir odada tuttular. Sürekli ters kelepçeliydim ve oturmama bile izin vermiyorlardı. Kameraların falan olmadığı izbe bir yer. Duvara dönük bir şekildeyim. Saatler geçtikçe ayaklarım titriyor, yere düşüyorum. Tekrar kaldırıyorlar, tekrar düşüyorum. Ramazan ayı oruç tutamıyorum. Enerjim kalmadı. Namaza müsaade yok. Sadece tuvalet izni var.’’

Bunun başlangıç olduğunu, daha çok canımın yanacağını, eşinin de sıkıntı çekeceğini söylüyorlar her seferinde. Bir yandan da hem kendisine hem de eşine küfür ediyorlar. 

‘HAKKINI HELAL ET, SORGUNU ARTIK MİT YAPACAK’

İçinden, “Acaba iyi polis-kötü polis oyunu mu oynuyorlar? diye geçiriyor. Ameliyata -onların jargonunda işkence- alacaklarını söyleyerek tekrar geliyorlar ve Mehmet Alp’in Sonrasını hiç hatırlamıyorum” dediği kaba işkence süreci başlıyor:

Karanlık bir ortam. Sanıyorum Şanlıurfa TEM’in iki kat altında mahzen tarzında ucu başı belli olmayan uzun bir koridor. Başıma çuval geçirdiler. Ters kelepçe ile yönüm duvara dönük olarak bekletildim. Beni getiren Adıyamanlı genç bir polisti. Hakkını helal et, bundan sonra sorgunu MİT yapacakdedi ve odadan çıktı. Artık tek başımaydım. 

Uzun bir zaman sonra içeri birilerinin girdiğini gördüm. ‘Arkana sakın bakma, çuvalı da başından çıkarma’ diye uyardılar. Kimlik bilgilerimi ve aile bilgilerimi söylediler. Daha önce gördüğüm kâğıt tekrar önümdeydi. İmzalarsam özgürlüğüme kavuşacaktım. Tersi olursa gün yüzü görmeyecektim.Ben yine orada adı geçenleri tanımadığımı tekrarladım.

Bunun üzerine birisi başıma tekme attı, veya başka bir şeyle vurdu. Sadece büyük bir acı hissettim. Yüzüm gözüm dağılmıştı, burnumdan kanlar geliyordu. Tansiyon hastası olduğumdan bayılmışım. Gözümü açtığımda tekrar nezarette olduğumu anladım.

Beni yine ellerim arkadan ters kelepçeli olarak zırhlı bir aracın içine bindirdiler. Doktora götüreceklerini söylüyorlardı. Fakat doktor bilmediğim bir yerde araca geldi. Şaka gibi, tansiyon ilacı yazdı. İyi olduğuma dair rapor tuttu, gitti. Tekrar işkence merkezinin yolunu tuttuk.

İŞKENCENİN HER TÜRLÜSÜ: BURADAN ÇIKAMAYACAĞIM!

Yavaş yavaş psikolojim bozulmaya başlamıştı. Herhalde buradan çıkamayacağım, burası son durak,diye düşündüm. Sonra zorla bir kâğıdı imzalattılar. İlaçlarımı kendi isteğimle almıyorum diye başka bir kağıt daha imzalattılar. Yediğim dayaklardan ötürü kendimi kaybediyordum. Ayılınca önüme kağıtlar getiriyorlar. Artık ne gelirse imzalıyordum ama sadece karaladım. Kullandığım imzamı atmadım yine de… Düzenli kullanmak zorunda olduğum ilaçlarımı kendi isteğimle almıyorum, imzala… Avukat istemiyorum, imzala…

Sadece buradan sağ çıkmalıyım diye düşündüm. Çünkü çıkarsam mücadele edebilirdim. Bu uğurda ilaçlarımı, avukatımı, her şeyi reddettiğime dair imzalar attım.

TEM kantininde yanından geçerken yüzü gözü dağılmış, perişan halde, bilinci gitmiş bir şahsı gösterdiler. O zamanlar ‘paralel’ tabiri vardı. Bak bu da paralel, sonunun böyle olmasını istemiyorsan, istediklerimizi yap, dediler. Sonra o kişi benim aleyhime, ben onun aleyhine beyanatta bile bulunduk çıkabilmek için. Bir fırsat bulup helalleştik onunla.”

‘İŞKENCEDEN SONRA CEZAEVİ CENNET GİBİ’ 

20 Haziran 2018’de Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği’ne çıkarıldıktan sonra tekrar tutuklanan ve koğuşa getirilen Mehmet Alp, “O kadar işkenceden sonra o berbat koğuş benim için cennete dönmek gibiydi” diyor. Ramazan ayı ve iftara yakın bir vakitte koğuşa getirmişler. Ben gelmeden önce birini TEM’e götürmüşler. Mehmet öğretmeni onun yatağına yatırmışlar. Daha sonra öğrenecekti ki, o kişi TEM’de karşılaştığı kişi. 

Gece yarısı üstü çıplak, sağında solunda morluklar olan, sol gözü kan çanağına dönmüş olarak işkence gördüğüne şahitlik ettiği kişinin yatağında yatmak garipti,” diyor aynı kaderi paylaşan Mehmet öğretmen.  O beş dakikada sarılmışlar, birbirlerini teselli etmişler. 

Sonrasında yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor: Haziran 2017’de mahkemem vardı. Bu yüzden beni tekrar Ankara’ya getirdiler. Mahkemeden önce bana Salonda üç polis olacak. Eğer Şanlıurfa TEM’de olanları anlatırsan daha zor zamanlar geçirirsindediler. Bir de 6 Haziran’da tahliye edileceksinKimin tahliye olup olmadığına hâkimler değil, biz karar veririz dediler, ‘Bizim mahkemelerin üzerinde gücümüz var. Mahkemeler bizim söylediklerimizi yapar!’” 

MAHKEMEDE 3 POLİSLE TEHDİT

Alp, 6 Haziran’da mahkemede savunma yaparken sürekli polisler gözetliyor, adeta beni bakışlarıyla baskı altında tutmaya çalışıyorlardı” diye anlatıyor duruşma atmosferini: Mahkemeye benimle birlikte bir başka evrak daha geldi ve bu evrak hâkime talimat gibi verildi. Gördüm.”

Günler süren işkencenin ardından yine işkencenin devam edeceği Şanlıurfa TEM’e dönüyorlar ters kelepçeli olarak. Eşi de arkalarından… 

Kötü günler tahliye olacağı 20 Haziran 2018’e kadar devam ediyor.

DAYAKTAN DİLİ TUTULANLAR 

Yaşadıklarımı gün gün hafızamda tutmaya çalışıyorum. Çok daha vahim durumda,  konuşma yetisini kaybetmiş, bilincini kaybetmiş insanlar görünce durumun ciddiyetini anladım. 40 gün, 60 gün kalanlar var orada. Ben işkencelere dayanamadığımdan dolayı imzamı değiştirerek imzalamak zorunda kaldım,” diyor. 

“TEM’deki polislerde korku yok, endişe yok, müthiş bir özgüven var. Güç bizde modundalar,” diyen Mehmet Alp, tam 13 sayfalık dilekçe ile yaşadıklarını tek tek yazmış. 

Bütün yaşadıklarını gün gün hatırladığı saatleriyle birlikte her yere göndermiş. Savunmasını da eklediği yazısını mahkemeye, eşi de MHP dahil gibi siyasi partilere, CHP’li Mahmut Tanal’a, barolara, insan hakları örgütlerine ulaştırmış. İşkence altındayken sosyal medyada kendisiyle ilgili paylaşımlar yapıldığını da çok sonraları öğrenmiş. 

KADINLARA İNSANLIK DIŞI İŞKENCE

İlk gözaltına alındığım 24 günlük nezarethane ve işkence döneminde her yerde sorguda yüzü gözü morarmış insanlar, ağzı burnu kan içinde mahkûm ve tutuklular gördüm. Bazıları sırılsıklam ıslatılmış, bazılarına elektrik verilmişti. 

DIŞARISI DAHA KÖTÜ

23 ay sonra 4 Nisan 2018’de Hilvan’dan tahliye oldu Mehmet öğretmen. “Eve döndük ama travmayı atlatmak kolay olmadı” diyen Alp, “Ailelerimiz bile yaşadıklarımızın farkında değil. Ailem bile anlattıklarıma inanamıyor. Bu kadar ağır şeyler yaşattıklarını tahmin etmiyor,” diyerek şöyle konuşuyor:

Toplumun umurunda bile değil, hâl hatır soran sayısı bile azdı çıktığımda. Öz vatanımızda paryaydık. Yaşları çatır çatır yaktılar, hem de herkesin gözü önünde. Neyi anladım, demek ki bu toplum daha önceki yıllarda azınlıklara, bir dönem Kürtlere, bir dönem başörtülülere yapılanların hepsini toplu olarak bize, sıradan insanlara yaptı. Yok etme projesi bu kez bizlere uygulandı.

Sıradan bir hayat yaşarken kendini farklı ve yorucu bir sürecin içinde bulan Mehmet Alp ve eşi için Türkiye’de ümitler tamamen tükenmiş. “Hukuka ve adalete olan inancım” kalmadı diyen Mehmet öğretmen, İstanbul’a gelmiş, Fatih ve Aksaray’da Suriye kökenli kaçakçılara ulaşmış. Kütahya Tavşanlı’ya döner dönmez arabasını satmış. Artık Türkiye’yi terk etme zamanının geldiğine ikna olmuş

Önce İstanbul’a, sonra bir gece yarısı Meriç’in kıyısına ulaşmışlar

Mehmet Alp bütün aile gibi o geceyi unutamıyor: Eşim ve çocuklarıma sarıldım. Oğlumu yanıma aldım. Kızımı da annesine emanet ettim. Bir şey olursa arkanıza bile bakmadan karşıya yüzün diye tembih ettim. Büyümüş de küçülmüşler gibi, ‘Tamam baba dediler. Öyle böyle bir akıntı yok. Bize sadece yıldızlar yol gösteriyor. Aklıma Yunus Aleyhisselamın duası geldi. Rabbim dedim, bizi de Yunus nebi gibi sahili selamete çıkar!”

YANINA AİLESİNİ, SECCADESİNİ, BAYRAK VE KUR’ANI ALDI

Yanımda ailemle birlikte yanıma aldığım seccadem, Kur’an ve bayrağım vardı. 

Herkes ve her şey geride kalmıştı. Sahile çıktık ama bizi çalı çırpı ve sivrisinekler karşıladı. Saklana saklana 8 saat yol yürüdük. Çok yürüdüler, çok yoruldular, çok ağladılar… Ama artık özgürdük.

Yakalandık. 6 gün karakol ve nezarette kaldık. Ama en rahat uykumu üç yıl sonra o sağlıksız ortamda uyudum. Yunanistan bize dostluk elini uzattı. Polislerden sıradan insanlara kadar herkes yardım etmeye çalıştı.

Atina’ya gittik, hastaneye işimiz düştüğünde Karolin diye bir Alman, ‘Hatay’da kaldım bir süre. Biraz Türkçem var, size nasıl yardım edebilirim,’dedi. Ülkemizde vebalı gibi insanlar bizden kaçarken burada güler yüz gördük. Metro çıkışında yaşlı bir adam geldi yanımıza. Türk müsünüz dedi. Evetdeyince durumumuzdan anladı. Sizi ve yaşadıklarınızı biliyorum. İstanbulluyum. Harbiye’de doğdum. Adım Stefanos. Berber dükkanım var. Bir yardıma ihtiyacınız olabilir. Ev tutmak için, başka işler için. İşte kartım,’ dedi.

Mehmet Alp ve ailesi şimdi bir Avrupa kentine ulaşmak için Yunanistan’ın mütevazi bir semtindeki kiralık daireyi kendisiyle aynı kaderi paylaşan başka bir aile ile paylaşıyor. Cezaevinde eşinin getirdiği çizim kitaplarıyla geliştirdiği yeni hobisini, uzun süre ayrı kaldığı cep telefonundaki aplikasyonlardan çizerek, “Mahir Aydın” ismiyle açtığı sosyal medya hesabından ‘renkli’ olarak paylaşıyor. Ki, onu ilk farketmemiz de bu sayede oluyor ve öyküsünün peşine düşüyoruz.

Atina’nın nezih mahallesindeki küçük dairede ‘eski güzel günlerdeki gibi’ eşiyle birlikte Türk usulü kahvaltıyı hazırlarken Mehmet Alp yaşadıklarına hâlâ inanamadığını belirtiyor. 

“1977’de Kütahya Tavşanlı’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tavşanlı’da tamamladım. Liseyi İstanbul’da okudum. Üniversiteyi Bursa Uludağ Üniversitesi’nde bitirdim. Yüksek lisansımı Kıbrıs’ta Yakın Doğu Üniversitesi’nde eğitim yönetimi üzerine yaptım. Son ana kadar da doktoramı Gaziantep’te yapmaktaydım,” derken hayatındaki kırılmalara dikkati çekiyor. Bu söyleşiyi ise tarihe not düşmek için yapmaya karar verdiğini anlatıyor: “Çünkü Türkiye’de şu anda çok ciddi bir toplumsal sıkıntı yaşanmakta, devlet sıkıntısı yaşanmakta belki. Mağduriyetler yaşanmakta. Onların da sesi olmak istedik.” 

Devam ediyor Alp: “Ben bir evin bir oğluyum. Bir ablam var. Maddi durumu iyi olmayan bir aile, annem ev hanımı, babam Tunçbilek Kömür İşletmesi’nden emekli. Bütün varlığını benim okumama adamış bir insan. Rahmetli oldu zaten daha sonra. Benim de bütün hayalim öğretmenlikti, eğitimdi. Başka bir şey düşünmedim. Yüksek lisans ve doktoram da eğitim üzerine. 2000 yılından bu yana öğretmenlik yapmaktayım. Bursa’da, Ankara’da, Cizre’de, Şanlıurfa’da çalıştım.”

Özgür fikirli biri olduğunu söylüyor. Her türlü düşünceye ve siyasetçilere de zaman zaman sempati duyduğunu belirtiyor. “Hayatımda kavga bile etmedim” diyerek aile geçmişinden de söz ediyor:Mevlevi bir sülaleden geliyoruz. Benim büyük büyük dedem Gorgor Mehmet Dede denilen bir zât. Mülayim Dede’nin, Esif Dede’nin, İsmail Hakkı Çelebi’nin talebeleri olan bir sülale. Mahkemede kendi beyitinden bir bölüm de okudum. Babaannemin babasının, rahmetli Gorgor Dede’nin bir beyitinde der ki, “Muhabbete mahbubuz, başka yol aram bize / adavete adüvvüz başka yol haram bize”. Bizim sülalemizde insanlara karşı, devlete karşı işlenmiş bir suç yok. O kültürle büyüdüm. Kabül görmedi. İkna edemedim.

EN BÜYÜK KORKUSU EŞİNİN VE ÇOCUKLARININ BOĞULMASIYDI

En büyük korkusunun çocuğunun ve eşinin boğulması olduğunu söyleyen Mehmet öğretmen, “Vebalini nasıl taşırdım? Onlara zarar gelmemesi için hapse girmeye bile razıydım tekrar. Ama eşimle başka çare bulamadık,” diyor. 

“Üzgünüz ama artık özgürüz. Çünkü Atinada’yızTürkiye’de insanlar bizden kaçarken burada insanlar size yardımcı olmaya çalışıyor bir karşılık beklemeden,” diyen Mehmet Alp, daha önce Yunanistan ve Yunan halkıyla ilgili yanlış düşünceleri aklına gelince kendinden utandığını anlatıyor. 

Şimdi bazen cezaevinden eşine yazdığı ve onun da kendisine yazdığı 5 bin sayfalık mektuplarla ülkesini hatırlıyorResmi seviyorum, sanatın her türlüsünü seviyorum. Cezaevinden kendimi terapi için eşimden resim çizim tekniği kitapları istedim. Çizdiklerim birkaç kez kayboldu ama yine bana geldi. Yaşadıklarımı ve bunları tarihe not olarak düşmek istiyorum.” 

Son sözü: “Devletin dini adalettir. Artık tecelli etsin. Herkes çok zarar görüyor.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com