Yargı iktidar değişikliğini satın mı aldı?

Kim bilir belki de 15 Temmuz Genelkurmay çatı davasında hakimin “İlk derece mahkemesi Yurtta Sulh Konseyi olmadığına karar verdi. Dosya dönünce onun üzerinde de konuşuruz.” ifadesi yargının iktidarın değişimi ihtimalini şimdiden satın aldığı ve böylesi bir uzlaşmaya hazır olduğu anlamına geliyordur.

SELAMİ ER 08 Mayıs 2023 GÖRÜŞ

Bugüne kadar görülmemiş bir şekilde Merkez Bankasının Tahtakale’den döviz satın alarak el arabaları ile bunu transfer etmesi ve döviz rezervi kalmadığı için altın rezervlerini de satışa sunması Türkiye ekonomisinin açıklanmamış iflasının en bariz habercisi. Ekonomik krizin en büyük nedeninin, kamu kaynaklarının yolsuzluk ve israf ile talan edilmesi, inatla sürdürülen yanlış para politikaları ve kişi-parti menfaatinin kamu yararına tercih edilmesi olduğu herkesin malumu. Ancak bunun kadar hukuk devletinden uzaklaşılmasının da bunda etkisi olduğunu söylemek gerekir.

Bağımsız ve tarafsız bir yargının olmadığı, kuralların iktidarın keyfine göre değiştiği ve uygulandığı, geleceğe dair belirsizliklerin arttığı, parti ve kişi menfaatlerinin ülke menfaatinin önünde görüldüğü, yolsuzluğun yaygın ve alışık hale geldiği bir ortamda, ülkeye dışarında yatırım yapmak rasyonel olmayacağı gibi, mevcut insan ve ekonomi kaynaklarının da ülkeyi terk etmek istemesi gayet normaldir. İşleyen bir hukuk sisteminin (hukuk devletinin) sağladığı denge ve denetim mekanizmaları olmaksızın iktidarın şahıs ve parti menfaati için freni patlamış kamyon gibi ekonomiyi de istenmeyen yollara savurması ve kazaya kurban etmesi mukadderdir.

World Justice Project’in ‘Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne (Rule of Law Index) göre Türkiye, incelenen 140 ülke arasında Çin, Angola ve Mali’nin bile gerisinde 116. Sırada yer alıyor.[1] Aynı organizasyonun 2021 yılı endeksine göre ise 139 ülke arasında 117. sırada yer almaktaydı. Yine Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2021 Yolsuzluk Algı Endeksi’ne göre Türkiye 2013-2021 yıllarında en çok düşüş yaşayan 10 ülkeden biri olarak 43 sıra gerileyerek 2021 yılında 96. sırada yer almaktadır. Yolsuzluk Algı Endeksi sonuçlarında öne çıkan vurgu, yolsuzluğun yaygınlaşmasını ve sıradanlaşmasını sağlayan cezasızlık uygulamalarının sürdüğü yönünde.[2]

Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önemli seçim vaatlerinden biri de tekrar hukuk devletine dönüleceği, herkese eşit davranılacağı, kimsenin ayrıma tabi tutulmayacağı ve tüm bireylerin kamu kaynaklarından adil şekilde yararlandırılacakları şeklinde. Bu konuda ben kendisinin samimi olduğuna inanıyorum. Ancak bunun bölünmüş ve kutuplaşmış toplum yapısında gerçekleştirilmesinin de kolay olmadığını görmek lazım.

Bunu sağlamak için gelişmiş hukuk devletleri kendilerine göre mekanizmalar kurmuşlar. Örneğin Almanya’da kamuda işe alım komisyonlarında ‘Gleichstellung’, yani eşitlikten sorumlu bir kişi de yer almakta ve mülakat komisyonunun mülakata giren tüm adaylara eşit davranıp davranmadığını, adayların dil, ırk, cinsiyet, görünüş farklılıkları, engelli olup olmaması ve hatta kısmi zamanlı veya tam zamanlı çalışma istekleri nedeni ile lehlerine veya aleyhlerine davranılıp davranılmadığını kontrol etmektedir. Hoş, bu ülkelerde hiçbir parti iktidara gelince kamu kurumlarını kendi destekçileri ile doldurmayı amaçlamadığı gibi, toplumsal kesimler de kamuda bir kurumu ele geçirmek gibi bir amaç taşımamaktadırlar. Türkiye’de ise kamuda iş mülakatlarına 28 Şubat sürecinde Atatürk rozeti ile girmek bir adet haline gelmişken, şimdilerde AKP-MHP teşkilatlarının listelerine girmeden adete işe girmek mümkün olamamaktadır.

Esas konuya dönecek olursak, altılı masa etrafında muhalefetin bir araya gelişini sağlamak herhalde en başta Kılıçdaroğlu’nun başarısı olsa gerek. HDP’nin bu muhalefet bloğunun resmi olmayan destekçisi olmasını sağlamak da terör algısı üzerinden siyaset yapan iktidara ve muhalefetin içindeki karşı duruşlara rağmen mevcut şartlarda bir önemli bir kazanım olarak görülmeli.

Thomas Hobbes ve Jean-Jacques Rousseau tarafından kavramsallaştırılan anayasal demokrasilerin (hukuk devleti de diyebiliriz) temeli sayılan ‘Toplumsal Sözleşme’ kavramı toplum içindeki gücü, etki alanı ve sayısı farklı birey ve toplulukların bir ülkede birlikte yaşayabilmek için karşılıklı uzlaşma ve belli kurallara uymayı taahhüt etmek suretiyle kendi özgürlüklerinden vazgeçmeleri, fedakarlıkta bulunmaları esasına dayanmaktadır.

Uzun süredir ayrıştırılan ve birbirine düşman haline getirilen toplum kesimlerinin böylesi bir uzlaşmayı, en azından temsilcileri eli ile büyük oranda sağlayabilmesi vaat edilen toplumsal barış ve huzurun öncelikli aşamasıdır. İstenen hukuk devletine ulaşabilmek için öncelikle kimseyi/hiçbir toplumsal grubu dışlamadan o masanın etrafında toplamayı başarmak gerekiyor ve bu hiç de kolay bir iş olmayacaktır. Zira bunun görüntüde değil, gerçekten yapılması adına atılacak adımlara, muhalefet bileşenlerinin içinden dahi itirazlar gelecektir.

Bir an bu altılı masayı genişlettiğimizi farz edelim. Can Dündar gibi muhalifleri bu masaya davet etmek sanırım kimse için sorun olmayacaktır. Ancak bu masaya örneğin Selahattin Demirtaş davet edilebilecek midir ve bu durumda İYİ Parti’nin tepkisi ne olacaktır? Milyonlarca oy ile temsil edilen HDP/Yeşil Sol Parti’nin yer almadığı bir masadan gerçek anlamda ‘toplumsal uzlaşma ve barış’, dolayısı ile hukuk devletinin prensiplerinden olan ‘hukuk önünde eşitlik’ çıkmayacağı açıktır. Toplumsal uzlaşma için ‘onlar da terör örgütü ile irtibatlarını kessinler’ klişesini aşacak bir bakış açısına ihtiyaç var.

Yine sayıları yüz binleri bulan hepsi eğitimli ve iyi meslek kariyerleri olan KHK’lılar bu masada yer alabilecek mi? Kendini ben ‘ben sosyalistim’ diye tanımlayan bir KHK’lı ile görüntüyü kurtarmak için irtibat kurmak kolay iş. Cemaat bağlantısı, mevcut iktidarın dili ile irtibat ve iltisakı sabit biri bu masada yer almayacak ise buradan da toplumsal bir uzlaşma, dolayısı ile toplumsal barış çıkmaz. ‘Kontrollü’ darbe girişimini kastederek ‘ama onlar da darbeye kalkıştı’ veya (bir yandan bağımsız ve tarafsız olmadığından şikayet ederken ) sadece ‘yargıdan beraat alanları işlerine döndüreceğiz’ klişelerini aşan bir bakış açısı ile mesele ele alınmadan bu problem de çözülemeyecektir.

Gerçek bir toplumsal uzlaşma ve barış için bu masada sadece, örneğin LGBT’liler ve dini-etnik azınlık temsilcilerinin değil, ayrıca AKP ve MHP’nin oy aldığı toplumsal kesimlerden de temsilcilerin olması zorunludur. Yanlış anlaşılmasın AKP ve MHP’yi yöneten ve bir suç şebekesinin üyeleri haline gelen kimseleri kastetmiyorum. Elbette suç işleyenler hakkında soruşturmalar yapılmalı ve gerekiyor ise cezalandırılmalılar. Bunlar çok ayrı meseleler. Ancak bizi ne kadar rahatsız ederse etsin bu iktidara oy veren milyonlar göz ardı edilerek, küçümsenerek de toplumsal bir uzlaşma sağlanamaz. Aksi durum sadece kamu imkanlarından yararlananların, haksızlık yapanların ve haksızlığa uğrayanların yer değiştirdiği, ancak haksızlığın, adaletsizliğin sürdüğü ve dolayısı ile uzlaşmanın olmadığı bir toplum demektir.

Toplumsal bir helalleşmenin ancak bu şekilde kapsamlı bir uzlaşma sağlanması halinde gerçekleşebileceğine inanıyorum. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü konusundaki özeleştirisini, meydanlarda KHK’lıları muhatap alarak sözler vermesini, AKP-MHP tabanına da samimi bir şekilde seslenmesini, itirazlara rağmen HDP’nin tam desteğini almayı başarmasını da çok önemli buluyorum. İktidar olması ve bunu aday belirleme sürecinde olduğu gibi diğerlerini dışlamadan, çatışmaya girmeden ve tahriklere kapılmadan ısrarla genişleterek sürdürmeyi başarması halinde, Kılıçdaroğlu Türkiye’nin Gandhi’si neden olmasın?

Kim bilir belki de Anayasa Mahkemesi’nin yakın zamanda Ahmet Aslan başvurusunda PYD-YPG terör örgütüne ait bayrak ile çektirilen fotoğrafın beğenilmesi nedeni ile verilen cezanın (HAGB kapsamına alınmış) haksız olduğu, çünkü o tarihte henüz bu yapının terör örgütü olarak kabul edilmediği, dolayısı ile cezaların kanuniliği ilkesini ihlal edildiği yönündeki kararı ve 26 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen 15 Temmuz Genelkurmay çatı davasında hakimin “İlk derece mahkemesi Yurtta Sulh Konseyi olmadığına karar verdi. Dosya dönünce onun üzerinde de konuşuruz.” ifadesi de yargının iktidarın değişimi ihtimalini şimdiden satın aldığı ve böylesi bir uzlaşmaya hazır olduğu anlamına geliyordur.

[1] https://worldjusticeproject.org/rule-of-law-index/global

[2] https://www.sivilsayfalar.org/2022/01/25/turkiye-yolsuzluk-algi-endeksinde-2013ten-bu-yana-43-sira-dustu/