Varlık Vergisi’nden cemaat davalarına: Bir devlet pratiği olarak ‘mala çökme’

AYM eski raportörü Dr. Selami Er: 'Ermeni Tehciri', Varlık Vergisi, Kıbrıs Harekatı, Kürt köylerinin yakılması ve cemaat davaları. Orta Asya steplerinde bin yıl önce olağan kabul edilen ganimet ve yağma uygulaması günümüzde kitlesel hak ihlallerine dönüşmüş ve devletin bir idari pratiği halini almıştır.

SELAMİ ER 07 Temmuz 2022 GÖRÜŞ

Eski Bitlis evleri.

Yakın geçmişte yaşanan kitlesel mülkiyet hakkı ihlallerinin en önemlilerinden biri resmi söylemiyle ‘Ermeni Tehciri’ sürecinde ve devamında meydana gelmiştir. Uzmanlık alanım tarih olmadığı için başka bir tartışmaya mahal vermeden mülkiyet hakkına odaklanmak amacı ile ‘Tehcir’ kavramını kullandığımı, amacımın yaşanan büyük acıları ve hadiseleri resmi tarih mantığı ile küçültmek olmadığını vurgulamak isterim. Zira resmi söylemin ‘onlar da köyleri basarak insanları öldürdü, karşılıklı kırım yapıldı’ açıklaması bir hukuk devletinde kabul edilemez. Çünkü bazılarının işlediği suçlar nedeni ile aynı ırka/dine/görüşe mensup insanların tümünü cezalandırmak, başta suçun şahsiliği, suç ve cezaların kanuniliği ilkesi olmak üzere hukuka tamamen aykırıdır. Ayrıca bir tarafta topluluk halinde de olsa bireyler, diğer tarafta tüm gücünü ve imkanlarını kullanan devlet vardır. Ne var ki yaşadığımız topraklar bu tür hukuk cinayetleri yönünden zengin bir laboratuvar gibidir.

Resmi tarih tezine göre Birinci dünya savaşı yaşanırken ayaklanan bazı Ermeni çetelerinin Müslüman Türk/Kürt köylerini basarak öldürmeleri sonrasında birkaç cephede savaşan devlet, olayları kontrol altına alamamış ve çeteleri bastıramamıştır. Adeta bugün de iktidarda olan ittihat ve terakki kafası meseleyi çözmek için 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan ‘Vakti Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat’ ile askeri makamlara zorunlu göç ettirme yetkisi vermiş ve bu gölgede yaşayan Ermeniler, Suriye’ye asker eşliğinde zorunlu olarak göç ettirilmiştir. Bu süreçte yüz binlerce insan yaşamını yitirmiştir.

26 Eylül 1915 tarihinde ise ‘Ahar Mahallere Nakledilen Eşhâsın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkında Kanun-u Muvakkat’ ile zorunlu göçe tabi tutulanların mal varlıklarının ne yapılacağı, nasıl tasfiye edileceği düzenlenmiştir. Ayrıca zorunlu göç ettirilenlerin kalan mallarının ne yapılacağı konusunda çalışmak üzere il ve ilçelerde ‘Emvali Metruke Komisyonları’ kurulmuş ve ikincil düzenlemeler de yapılmıştır. Kanuna göre satılan taşınır malların bedelleri emanet hesaplarda tutulacak ve tüm mal varlıkları koruma altına alınacaktır. Ancak teori, pratiğe devlet ve vatandaş eliyle tam bir yağma şeklinde dökülmüştür.

Kanunun 2. maddesine göre taşınmazlar Maliye ve Vakıflar Hazinesi adına tescil edilecekti. Aynı madde ile nakil işleminden 15 gün önce yapılan devir (ferağ beyanı, Osmanlıda kuru mülkiyet kamunun sayıldığından, kullanım hakkı devredilmekte idi, ancak Medeni Kanun’un kabulü ile kullanım hakları bu günkü anlamda sahipliğe dönüştürülmüştür.) ve muvazaa veya gabin olmadıkça geçerli kabul edilmiş, yani 15 günden daha kısa süre içinde yapılan devirler geçersiz sayılmıştır.

Büyük binalar (okul, kilise gibi) orduya tahsis edilerek devletleştirilmiş, bazı mallar yerel tüccara değerinin çok altında bedeller ile satılmış, bazı mallar ve varlıklar ise (özellikle evler) halka dağıtılmıştır. Ancak bu dağıtım yapılmadan taşınır malların büyük bir bölümü zaten yağmalanmıştır. Talanın boyutu ise hem komisyonlar eksiksiz ve doğru bir kayıt tutmadıklarından ve hem de kayıtlar iyi muhafaza edilemediğinden kesin olarak bilinememektedir.[1] Kanunla Komisyonlar zorunlu göçe tabi tutulanların hem borç ve hem de alacakları için sorumlu gösterilmiştir.

Kendileri zorunlu göçe tabi tutulmasa da o bölgede mal varlığı bulunan Ermeni vatandaşların mal varlıkları da bu Kanun kapsamında değerlendirilmiş, ayrıca uygulamada bu bölgelerle ilgisi olmayan bazı kişilerin de malları emval-i metruke kapsamında kabul edilmiştir.[2] Kanun 1988 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.

Sonuç olarak tehcir ile beraber Ermeni vatandaşlar mülksüzleştirilirken, bu varlıklar Türk/Müslüman vatandaşlara ve devlete aktarılmış ve sermaye/mülkiyet kitlesel olarak devlet eliyle el değiştirmiştir. Öyle ki örneğin Antep’in bilindik ailelerinin bir kısmı bu ‘talan ekonomisi’ sayesinde daha önce çalışanı oldukları kişilerin varlıklarını komik bedeller ile alarak zengin olmuştur.[3]

Ayrıca Balkan Harbi sonrası gelen muhacirlere yer verebilmek için İttihatçı hükümet özellikle Yunanistan’a sınır bölgelerde yaşayan Rumları Yunanistan’a kaçırtmaya yönelik bir politika uygulamış ve bunlardan kalan bölgelere Balkanlardan gelen muhacirler yerleştirilmiştir.[4]

Aslında emval-i metruke uygulaması sadece Ermeniler ile de sınırlı uygulanmamıştır. Balkan harbi, tehcir, Lozan Antlaşması ve mübadele sürecinde ve sonrasında, yani cumhuriyetin ilk yıllarında da Emval-i Metruke (Gayrimüslim vatandaşların terk ettikleri mallar) ile ilgili çok sayıda düzenleme yapılmış ve ülkeyi terk eden/terk ettiği varsayılan Gayrimüslimlere ait malların belli usuller ile satılarak bedellerinin emaneten Maliye Hazinesi veya Sandıklara devredilmesi veya Hazine adına tescil edilmesi ile ilgili çok sayıda düzenleme yapılmış, mülklerini kendi adlarına tescil ettirmek için hak düşürücü süreler öngörülerek mülkleri büyük ölçüde ellerinden alınmıştır.

Anayasa Mahkemesinde bu konuda incelediğimiz bir-iki başvuru, maalesef zaman bakımından mahkemenin yetkisi olmadığı için kabul edilemez bulunmuştur. Dosyaları okuduğumda gerçekten çok acı hadiselerin yaşandığına, mülklerinden hak düşürücü süreyi kaçırdıkları için çıkarılanlar, kendilerine ait mülklerde oturmak için kira ödemek zorunda kalanlara şahit olmuştum.[5]

Bir diğer kitlesel mülkiyet hakkı ihlali uygulaması ise İkinci Dünya Savaşı yaşanırken 1 Kasım 1942 yılında çıkarılan 4305 sayılı ‘Varlık Vergisi Kanunu’ uygulaması ile gerçekleştirilmiştir. Bu kanunun uygulanmasına giden süreçte önce Gayrimüslimler aleyhinde propaganda yapılarak ortam hazırlanmıştır. Bunda artan milliyetçiliğin de etkisi büyük olmuştur. Kanunun amacının savaş sırasında olağanüstü kazanç ve servete sahip olanları vergilendirmek olduğu öngörülmüş, dönemin başbakanı Saraçoğlu, amacın piyasadaki para arzını azaltarak fiyat artışlarının önüne geçmek olduğunu söylemiştir.[6]

Kanunun uygulanması amacı ile illerde Komisyonlar kurulmuş, Kanun 3. maddesi ile vergi matrahının komisyonlarca belirleneceği, 11. maddesi ile buna itiraz yolunun olmadığı ve 12. maddesi ile de ödeme süresi 15 gün olarak belirlenmiş ve süre bitmeden dahi Komisyonlara haciz yetkisi verilmiştir. Aynı madde ayrıca vergi borcunu ödeyemeyenlerin zorunlu çalışma ile yükümlü tutulmalarını öngörmüş, 14. madde ise mükellef ile birlikte ikamet eden birinci ve ikinci derece yakınlarının mallarını teminat olarak kabul etmiştir.

Gayrimüslim vatandaşlara ödeyemeyecekleri kadar yüksek vergi borçları çıkarılmış, bu kişiler çıkarılan borcu ödeyebilmek için 15 gün içinde mal varlıklarını değerinin çok altında satmak zorunda kalmış veya komisyon ve vergi idaresi bunları yine değerinin altında zorla satışa çıkarmıştır.

Adana’da Aramyan mektebi.

Borcunu ödeyemeyenler (toplam yaklaşık 1400 kişi) bir yıl kadar zorunlu çalışmaya götürülmüştür. Toplanan vergi o yılın bütçesinin %80’ine tekabül etmektedir. Varlık vergisi Kanunu 14 ay sonra yürürlükten kaldırılsa da Gayrimüslim vatandaşların toplam nüfusa oranı on yıl içinde yarı yarıya azalmıştır.[7] Varlık vergisi ile elde edilen 315 milyon liranın %52’sini Gayrimüslimler, % 29’unu Müslümanlar ve %19’unu Ecnebiler (vatandaş olmayan yabancılar) ödemek durumunda kalmışlardır.[8] Nüfusun o dönemde yaklaşık yüzde 2’sinin Gayrimüslim olduğu düşünüldüğünde verginin ne kadar adaletsiz uygulandığı anlaşılacaktır.

Kısacası vergi adı altında Gayrimüslim vatandaşların mülklerine devlet tarafından el konulmuş ve sermaye/mülkler Müslüman/Türk vatandaşlara devredilmiştir. Dolayısı ile gerek Emval-i Metruke ve gerekse Varlık Vergisi uygulamasının arkasındaki amacı sermayeyi millileştirmek, Türkleştirmektir.

Bir diğer kitlesel mülkiyet hakkı ihlali ise bir kahramanlık hikayesi olarak bildiğimiz ve hemen herkesin milliyetçi refleksler ile yaklaştığı ‘1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ sonrasında yaşanmıştır. ‘Barış harekatı’ sonrasında Kıbrıs ikiye bölünmüş ve Türk tarafında kalan Rumlar, Rum tarafına, Rum tarafındaki Türkler ise Türk tarafına göç etmiştir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) 1985 yılında kabul edilen Anayasasının ‘Devletin Mülkiyet Hakkı’ gibi ilginç bir başlığı olan 159. maddesi ile 13 Şubat 1975 tarihinde terk edilmiş bulunan veya söz konusu tarihten sonra yasanın terk edilmiş veya sahipsiz taşınmaz mal olarak nitelendirdiği veya hüküm veya tasarrufu kamuya ait olması gerekli olup da aidiyeti saptanamamış olan tüm taşınmaz mallar, bina ve tesisler Tapuda böyle kayıtlı olup olmadığına bakılmaksızın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin mülkiyetinde kabul edilmiştir. Yani Türk tarafını terk eden Rumların mülkleri Anayasa ile devlete aktarılmıştır. Bu mülkler büyük oranda Rum tarafından gelen ve mülklerini terk etmek zorunda kalan Türkler ile Anadolu’dan getirilen Türklere tahsis edilmiştir. Anayasa bunun için de geçici madde ile önlem almıştır.

İşin ilginç yanı ise Rum tarafının orayı terk eden Türklerin malları üzerindeki mülkiyet hakkını kabul etmesi ve Türk tarafının yaptığı hukuksuzluğu yapmaması, buna rağmen Kıbrıs sorununun yıllarca haklı davamız olarak tanımlanmasıdır.

Daha sonra bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınmış ve AİHM, Loizidou/Türkiye davasında önce Kıbrıs’ta gerçekleşen bu hadise nedeni ile taraf devlet olan Türkiye (resmi olarak başka bir ülkede, KKTC’de  gerçekleşen hadise) aleyhine başvuru yapılabileceğini kabul etmiş ve Türkiye’nin Loizidou’nun mülkiyet hakkını ihlal ettiğine ve tazminat ödemesine karar vermiştir.[9] 

Ülkesellik/yerellik yönü ile bu dava Türkiye’de çokça tartışılmıştır, ancak bu tartışmalar Bayan Loizidou ve benzeri binlerce kişinin mülkiyet haklarının kitlesel olarak üstelik de Anayasa’ya hüküm konularak ihlal edildiği gerçeğini değiştirmemektedir.

Türkiye bu kararı uygulamamak için uzun süre direndi, ancak ardından başka ihlal kararları geldi ve Avrupa Konseyi’nin sorunun bir iç hukuk yolu kurularak çözülmesi için yaptığı baskı ile birlikte KKTC’de bir ‘Taşınmaz Mal Komisyonu (TMK)’ kurulmasına karar verildi. AİHM Xenides-Arestis başvurusunda, kararlarıyla ortaya koyduğu kriterlerin TMK tarafından karşılandığı sonucuna vardığından dava dostane çözüm ile neticelenmiş, daha sonra AİHM, 1 Mart 2010 tarihinde Demopoulos ve diğerleri başvurusunu artık etkin bir iç hukuk yolu olduğu gerekçesi ile kabul edilmez bulmuştur.[10]

Yakın geçmişte yaşanan bir diğer kitlesel mülkiyet hakkı ihlali ise 1990’lı yıllarda yaşanan köy boşaltma/yakma hadiseleridir. Bu dönemde Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesinde terör sorunu ve çatışmalar artmış, güvenlik sorunu ülkenin en önemli sorunu haline gelmişti. Sorunun bir parçası da terör örgütünün ücra köylerden zorla veya gönüllü lojistik desteği sağlaması idi. Devletin çeteler ile birlikte idare edildiği o günlerde bu sorunu çözmek için ‘parlak fikir!’ olarak bu köylerde yaşayanların zorla şehirlere göç ettirilmesi ve köylerin örgüt elemanlarına lojistik destek sağlayamayacak şekilde yıkılması/yakılması gelmişti. Maalesef on binlerce insanın evleri, bahçeleri, taşınır malları (bazen canlı hayvanların dahi yakıldığı iddia edilmiştir) gözlerinin önünde askerler tarafından yıkılarak veya ateşe verilerek köylerini zorla terk etmeleri sağlanmıştır.

Evleri ve mülkleri yakılan, kullanılamaz hale getirilen kişilerin hukuk mücadelesi uzun yıllar almış ve nihayet AİHM, Menteş ve Diğerleri kararı ile başvurucuların özel ve aile hayatına saygı, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine ve tazminat ödenmesine karar vermiştir.[11] Devamı davalarda ise ayrıca işkence veya kötü muamele yasağından da ihlal kararı verilmiştir.[12]  İhlal kararlarının artması ve Konseyin baskısı sonucu 17 Temmuz 2004 tarihinde kabul edilen 5233 sayılı ‘Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’ ile ‘Zarar Tespit Komisyonları’ kurulmuş ve zorla köyleri boşaltılan ve mülkleri tahrip edilen vatandaşlara uğradıkları zarar karşılığında tazminatlar ödenmiştir.

İçişleri bakanlığı verilerine göre Şubat 2021 tarihine kadar Zarar Tespit Komisyonlarına toplam 498.102 başvuru yapılmış, bunlardan 453.462 adedi sonuçlandırılmış olup 262.832 başvuru için tazminat ödenmesine karar verilmiş ve 5.246.583.779,-TL ilgililerine ödenmiştir.[13] Köy boşaltma/yakma hadislerinin diğerlerinden farkı, burada mülklerin tahrip edilip, kullanılamaz hale getirilmesi ve kullanımın engellenmesi, diğerlerinde ise sahiplerinden alınıp devlete veya başkalarına mülkiyetlerinin aktarılmasıdır. İşin ilginç yanı köyler zorla boşaltılırken amacın terör örgütüne yapılan lojistik desteğin kesilmesi olduğu söylenmiş, ancak alınan tazminatların dörtte birinin örgüt tarafından vatandaşlardan alındığı ve bunun önünde geçil(e)mediği yerel kaynaklar tarafından ifade edilmektedir.

Kısaca bahsedilen bu kitlesel mülkiyet hakkı ihlallerine 1980 askeri darbesi ile işlenen mülkiyet hakkı ihlalleri ile 6-7 Ekim olayları sonrasında Gayrimüslim vatandaşların dükkanlarının yağmalanması ve sonrasında yine düşük bedellerle bunların satılmak zorunda kalınması hadiselerini de ilave edebiliriz.

Görüldüğü gibi yakın geçmişte Türkiye’de nerede ise her 20-25 yılda bir, yani her neslin en az bir defa şahit olacağı şekilde devlet eliyle bir faklı dini, etnik grup veya düşüncede olan kişilere yönelik kitlesel mülkiyet hakkı ihlalleri gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye devam edilmektedir.  Adeta Orta Asya steplerinde bin yıl önce olağan kabul edilen ganimet ve yağma uygulaması günümüzde Kanuna dayanılarak devlet gücü ile gerçekleştirilen kitlesel hak ihlallerine dönüşmüş ve Türk Devletinin bir idari pratiği halini almıştır.

 

[1] Eren Fahrettinoğlu, https://mulkiyetihlali.wordpress.com/2020/04/30/bir-devlet-gelenegi-olarak-mulke-el-koyma-1/#_ftnref1, 12.05.2022

[2] Bkz. Suat Şimşek, Ermeni Malları (Emval-İ Metruke) Hakkında Yapılan İlk Düzenlemelerin Hukuki Açıdan Tahlili, Adalet Dergisi, 65. Sayı, 2020/2, s.301-303, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1467972

[3] Bkz. Ümit Kurt, Kronoshaber ile söyleşi, 20.04.2021, href=”/tr/tarihci-umit-kurt-abi-ne-ermenisi-yahu-antepte-ermeni-mi-varmis-dedim-gitmisler-dedi/

[4] Emvali metruke üzerine Nevzat Onaran ile söyleşi, 10.06.2022, https://www.altust.org/2014/05/emvali-metruke-uzerine-nevzat-onaran-ile-soylesi/

[5] Örnek başvurular için Bkz. Agavni Mari Hazaryan Ve Diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016 ve Yosif Lindiridi Ve Manol Lindiridi, B. No: 2013/2058, 25/6/2015

[6]Varlık Vergisi nedir, kimler etkilendi, neden tartışılıyor?,  11.11.2021, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59231713

[7] Bkz. M. Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu Yayınevi, 1951, İstanbul

[8] ŞAHİN, M., ve ÖZENÇ, Ç., (2008), “Varlık Vergisi ve Toplumsal Etkileri”, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Cilt. 45, No. 516, s. 87-98, den aktaran: Ahmet Kızılkaya EKONOMİK VE SİYASAL BOYUTLARIYLA VARLIK VERGİSİ,  Emek ve Toplum Dergisi, Cilt: 5, Yıl: 5, Sayı: 12, 2016, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/263340

[9] AİHM, Büyük Daire Loızıdou v. Turkey, B. No: 15318/89, 23 Mart 1995, https://hudoc.echr.coe.int/fre#{%22itemid%22:[%22001-57920%22]}

50 madde ile ilgili 28 July 1998, No:  (40/1993/435/514) https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22tabview%22:[%22document%22],%22itemid%22:[%22001-58201%22]}

[10] Daha fazla bilgi için bkz. Yaprak Renda, Loızıdou Kararından Bugüne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kararları ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararlarının Kıbrıs’taki Mülkiyet Sorununa Etkisi, Ankara Barosu Dergisi, 2013/1, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/398060

[11] AİHM, Menteş ve Diğerleri/Türkiye, B.No: 58/1996/677/867, 28 Kasım 1997, https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22appno%22:[%2223186/94%22],%22itemid%22:[%22001-58120%22]}

[12] Hasan İlhan /Türkiye, (Başvuru no:22494/93), 9 Kasım 2004, https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22fulltext%22:[%22hasan%20ilhan%22],%22documentcollectionid2%22:[%22GRANDCHAMBER%22,%22CHAMBER%22],%22itemid%22:[%22001-67346%22]}

[13] İç İşleri Bakanlığı, 5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun Uygulamasına Yönelik İşlemler, 01.02.2021,  https://www.icisleri.gov.tr/kurumlar/icisleri.gov.tr/IcSite/illeridaresi/%C4%B0statistiki%20Bilgiler/5233%20say%C4%B1l%C4%B1%20kanun%20uygulama%20istatistik/5233-Sayili-Kanun.pdf

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram