‘KHK’lıların kimsenin affına ihtiyacı yok, onlar bu devletten alacaklıdır’

Dr. Selami Er: 'AYM'nin kimi ‘naif’ görüşlere göre büyük umut vadeden iptal kararı, maalesef hukuksuzluklara bir nebze olsun çare olabilecek bir mahiyet dahi arz etmiyor. Çünkü KHK’lılar lehine bir sonuç doğurmuyor. Af söylentilerine gelince; KHK’lıların kimsenin affına ihtiyaçları yoktur! Zira KHK'lılar bu devletten alacaklıdır.'

SELAMİ ER 31 Ocak 2022 GÖRÜŞ

Dünyaca ünlü karikatürist Carlos Latuff'un Türkiye'deki KHK'lıların yaşadığı dışlanmayı anlatan karikatürü.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 7086 sayılı Kanunun iptal istemi ile ilgili 28.06.2021 tarihinde verdiği kararın gerekçesi 26.01.2022 tarihinde, yani karardan yedi ay sonra nihayet yayımlandı. Kimi ‘naif’ görüşlere göre büyük umut vadeden karar, peşinen söylemek gerekirse maalesef yaşanan hukuksuzluklara bir nebze olsun çare olabilecek bir mahiyet dahi arz etmiyor.

06.02.2018 tarihli ve 7086 sayılı Kanun, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde çıkarılan ve otoriterleşmiş iktidar tarafından darbenin sorumlusu olmakla suçlanan Gülen cemaati başta olmak üzere, iktidarın düşman olarak nitelediği gruplar ile ilişkili kişileri terörist ilan eden, binlerce kamu personelini mesleklerinden ihraç etmekle kalmayıp, çok sayıda temel hak ve özgürlükten de mahrum eden bir hukuk garabeti mahiyetindeki KHK’lardan birini yasalaştıran bir düzenlemedir.

AYM, İPTAL DİLEKÇESİNİ ÇOK İYİ ÖZETLEMİŞ AMA SONUÇTA HUKUK YOK 

Bu düzenleme yasalaştıktan sonra ana muhalefet partisi tarafından iptali istemi ile 2018 yılında AYM’ye başvurulmuştu. İptal dilekçesinde seçmece bir şekilde bazı maddelerin değil, tüm Anayasaya aykırı maddelerin iptalinin istendiği,  iptal isteminin gerekçesinin anayasal haklar çerçevesinde oldukça iyi bir şekilde ifade/formüle edildiği anlaşılıyor.

AYM’nin kararı da okunduğunda yapılması gerektiği gibi dilekçedeki şikayetlerin iyi bir şekilde özetlendiğini, incelemenin maddeler halinde ve usuldeki sıraya uyularak yapıldığını, ilkelerin sıralandığını, ancak dilekçedeki Anayasaya aykırılık sorununa, yani sonuca gelindiğinde hukuktan başka motivasyonlar ile ilkelere tamamen ters bir yorumla hükmün verildiğini görmekteyiz.

MEHMET AKİF’İN RESSAM HAKLI ŞİİRİ GİBİ: KIZIL DENİZ YEŞİL OLACAK DEĞİL YA

Karar, Mehmet Akif’in ‘Ressam Haklı’ şiirinde anlattığı hikayeyi akla getiriyor. Hani bir zaman zengin bir adam tarih-i mukaddes modasına uyarak konağının bir duvarına resim çizmesini ister bir ressamdan, ressam bütün duvarı kıpkızıl bir boya ile boyar ve bunun Firavun’un askeri kovalarken Musa’nın Kızıl Deniz’i geçmesini resmettiğini iddia eder. Konak sahibinin hani Musa sorusuna ‘karaya çıkmış’, firavun nerede sorusuna ise ‘boğulmuş’, peki kızıllık nedir sorusuna ise ‘kızıl deniz yeşil olmaza ya’ diyerek cevap verir. İşte AYM de tüm başlıklara ilkeler yazıyor, açıklamalar yapıyor, iddialara cevap veriyor, ancak ortada ne hukuk var, ne de Anayasa, sadece hiçbir hukuksuzluğu/haksızlığı gideremeyecek kelimeler! İşin daha da kötüsü bunun bilinçli bir şekilde ve planlı olarak hak ihlallerini gerçekleştiren iktidarı ve sistemi meşrulaştırma amacı ile yapılıyor olması.

Bu acı ama gerçek izahtan sonra kararı çok detaylandırmadan incelemesini yapalım, zira mevcut hukuksuzluk düzeni o kadar genel bir hal aldı ki, hepsini yazmaya kalktığınızda metin bir kitaba dönüşmeye başlıyor.

KANUN ‘AĞAÇ KABUĞU YESİNLER’ SEVİYESİNDE BİR SİVİL ÖLÜM FERMANI

İptali istenen Kanunun 1. Maddesinin ilk fıkrası şöyle:

‘Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.’

Devam eden fıkralarda ise KHK’lıları sadcece meslekten ihraç etmekle kalmayıp, mahkumiyet kararı aranmaksızın bu kişilerin rütbe ve memuriyetleri alınmakla, bir daha doğrudan veya dolaylı bir kamu hizmetinde istihdamları engellenmekte, uhdelerinde bulundurdukları kurul, komisyon ve denetim kurulu üyeliklerine son verilmekte, silah, gemi adamlığı ve pilot ruhsatları iptal edilmekte, lojmanlardan tahliyelerine hükmedilmekte, pasaportları iptal edilmekte ve güvenlik şirketlerinin ortağı ve çalışanı olmaları yasaklanmaktadır. Yani bu kişiler ‘ağaç kabuğu yesinler” seviyesinde bir sivil ölüme terk edilmektedirler. Devamında listede yer alan emekli emniyet personeli için de yukarıda sayılan hak mahrumiyetleri öngörülmekte ve vali, büyükelçi, müsteşar gibi ünvanlar da liste ekindeki personelden alınmaktadır.

İPTAL DİLEÇESİNDEKİ YETKİ GASBI GİBİ ARGÜMANLARA DA CEVAP YOK 

Başvuru dilekçesinde ileri sürülen genel Anayasa’ya aykırılık iddialarından bu şekilde kamu personelinin ihracının ‘kanunla bireysel işlem ya da yargı kararı niteliğinde tasarrufta bulunma anlamına geldiği ve dolayısı ile idari işlem niteliğinde olduğu, bireysel işlemlerin olağanüstü hal KHK’sı ile yapılmasının açık bir fonksiyon gasbı niteliği taşıdığı’ ve geçmişe yürür şekilde uygulandığı argümanlarına AYM’den bir cevap verilmemiştir.

Kamu personelinin KHK ile ihraç edilemeyeceği, zira bunun olağanüstü halin gerekli kıldığı bir konu olmadığı ve önlemin OHAL süresini de aştığı, ayrıca düzenlemenin AYM’nin 1991 ve 2003 tarihli içtihatlarında belirtildiği gibi Anayasa’nın mülga 91. maddesi kapsamında yetki kanununa dayanılarak çıkarılan bir KHK olarak da değerlendirilemeyeceği iddiasını ise, ressam hikayesindeki kurnazlık ile ve aklımızla alay edercesine memuriyetten ihraç kararlarının tehlikenin bertaraf edilmesi amacına yönelik olarak defaaten uygulandığı ve ekli listede sayılan kişilerle sınırlı olarak uygulandığı dikkate alındığında OHAL dönemde hüküm ve sonuçlarını doğurduğu, dolayısı ile olağanüstühâl dönemini aşan genel bir düzenleme niteliği taşımadığı şeklinde cevaplamıştır.

İPTAL İÇİN ‘TÜM KAMU GÖREVLİLERİ İHRAÇ EDİLMİŞTİR’ KARARI MI GEREKİYOR

Bu açıklama ile son dönemlerde mahkemelerin hukukta zaman kavramını yorumlarken paçavraya çevirdikleri içtihatlara bir yenisi de katılmış oluyor. Darbe gecesi 18 yaşının altında ve reşit olmayan askeri öğrenciler sonraki yıllarda yaşını doldurduğunda suçta temadi var denerek tutuklanırken, AYM de bu zehirden çorbaya katkı olarak meslekten bir daha geri dönemeyecek şekilde ihracın sadece OHAL dönemine etki eden bir kural/işlem olduğunu iddia ediyor. Sanki bir şehirde birkaç günlüğüne sokağa çıkma yasağı uygulanmış ve yasağın kalkması ile her şey eski haline geri gelmiş gibi. İşte o kadar basit AYM’nin mevcut hukukçuları için yüz binlerce insanın hayatını bir gecede geri dönülmeyecek şekilde mahvetmenin açıklaması. Liste ile sınırlı uygulanma argümanı ise ayrıca ucube bir açıklama. On binlerce kamu çalışanının bir cümle ile ihracı, anayasaya aykırılık için yeterli değilse, ne yeterlidir? İptal etmek için tüm kamu çalışanları mesleklerinden ihraç edilmiştir diye bir KHK’nın yapılmasını mı beklemektedir yüce! Mahkeme?

Karar daha sonra Kanunda geçen “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibaresini ayrıca inceliyor ve iptal kararını bu kelimeler için veriyor. Kararda üyelik ve mensubiyet kavramlarının kanunlarda suç olarak düzenlendiği, bu nedenle masumiyet karinesi kapsamında inceleme yapılacağı belirtilerek haklarında mahkemelerce kesin bir mahkûmiyet kararı verilmediği halde kişilerin suçlu sayılmasına neden olabilecek bu ifadeler, olağanüstü hâl şartlarında dahi dokunulması yasaklanan masumiyet karinesine aykırı bulunarak iptal edilmektedir.

AYM, ‘ÜYE OLANLAR ZATEN İLTİSAKLIDIR, İHRAÇLARI MÜMKÜN’ DİYOR 

Ancak bu iptal hükmünün mevcut ihraçlara hiçbir bir faydası olmayacağını ise AYM, çoğun içinde az zaten vardır formülü ile izah ediyor. Yani üye olanlar her halükarda örgüt ile irtibatlı ve iltisaklı olduklarından, iptal edilen kelimeler çıkarıldığında da ekli listedeki kişilerin ihracı mümkündür/ Anayasaya aykırı değildir demek istemektedir.

Maddenin kalan kısımları için memuriyetten ihraç Anayasanın 20. ve 15 maddesi kapsamında incelenmektedir. Anayasanın 13. Maddesi temel hak ve özgürlüklerin nasıl kısıtlanabileceğini kurala bağlarken, olağanüstü hallerde ise 15 maddeye göre çekirdek haklar dışında daha kısıtlayıcı kurallar getirilebilmektedir. Özel hayatın gizliliği ve korunması ise çekirdek haklardan değildir. Ancak burada bir terör örgütü ile üyelik olmasa da irtibatlı ve iltisaklı kabul edilmenin de üstelik beraberinde getirdiği meslekten çıkarılma ve birçok haktan mahrumiyetle beraber masumiyet karinesini ihlal ettiği gerçeği görmezden gelinmiştir.

İRTİBAT VE İLTİSAK DURUM VE ŞARTLARA GÖRE BELİRLENEBİLİR Mİ?

AYM, hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlemler içermesi gerekiğini belirtmekte, ancak daha sonra bu ilkeye tamamen aykırı şekilde ‘irtibat’ ve ‘iltisak’ kavramlarının adeta Türk Dil Kurumunun görevini üstlenircesine açıklamasını yaparak objektif anlamının kapsam ve sınırlarının durum ve şartlara göre yargı içtihatlarıyla değerlendirilerek belirlenebileceğini ve kanunilik ilkesini karşıladıklarını kabul etmektedir.

Oysa yakınlarda İzzet Özgenç’in ifade ettiği gibi bu ifadeler daha önce kanunlarda kullanılamamış, sınır ve kapsamı yargı içtihatları ile doldurulmamış, dolayısı ile hukuki olmayan ve idarenin keyfi uygulamalarını engelleyemeyecek ifadelerdir. Anlaşılan o ki, hukuki olmayan ve/veya keyfi uygulamaların engellenmesi de istenmemektedir.

SAVUNMALARI ALINMADAN MEMURLARA DİSİPLİN CEZASI BİLE VERİLEMEZ

Ancak burada AYM tabiri caiz ise hukuki kurnazlığı kullanarak iptal istemini sadece haklar yönü ile incelemekte, Anayasa’nın kamu kurumları ve kamu görevlileri ile ilgili maddelerinde yer alan açık hükümleri görmezden gelmektedir. Örneğin Anayasanın 129. Maddesine göre memurların savunmaları alınmadan en küçük bir disiplin cezası dahi verilemeyeceği hükmü yer alırken meslekten ihraçlarının nasıl savunmaları alınmadan ve yargılanmadan gerçekleştirilmesi Anayasaya uygun olabilir sorusunu göremezden gelmektedir.

Dahası bahse konu KHK ile ihraç edilen öğretim görevlileri yönünden Anayasanın 130. Maddesinde yer alan ‘Üniversite yönetim ve denetim organları ile öğretim elemanları; Yükseköğretim Kurulunun veya üniversitelerin yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her ne suretle olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlar.’ açık hükmüne rağmen bu düzenleme nasıl Anayasaya uygun olur sorusunu ise AYM, bu düzenlemeyi, ‘bilimsel özerkliğin sağlanması için getirilen bu ek güvencenin kişilerin kamu görevinden çıkarılmasına neden olan olgular bağlamında bağımsız olarak dikkate alınmaması’ ve kişilerin mesleki yaşamları ile yakından ilgili maddi hak niteliğinde olan ve Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliği ve korunması çerçevesinde incelenmesi’ gerektiği argümanı ile açıklamaktadır. Bu kadar ilke ve kural sayılarak bu sonuca ulaşmak, tam olarak bir sürü kumaşı elinde sıkıştırıp tavşana dönüştüren sihirbaz becerisi gerektirir. Tebrik etmek lazım.

TEMEL KOŞUL ‘ERİŞİLEBİLİRLİK’ VE ÖNGÖRÜLEBİLİRLİKT’İR

Kişilerin geçmişe dayalı olası eylem ve ilişkilerinden hareketle geçmişe etkili sonuç doğurması hedeflenen söz konusu düzenlemenin hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü  ilkesine aykırı bir düzenleme niteliğinde olduğunu görmezden gelmiştir. Oysa Anayasa Mahkemesi böyle bir düzenlemenin kanunilik ölçütünü taşımayacağını bilmiyor olamaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına göre özel hayata müdahaleye imkan veren bir düzenlemenin taşıması gereken temel koşullardan biri “erişilebilirlik” diğeri “öngörülebilirlik”tir. Öngörülebilir olması ile kastedilen, düzenlemenin, ilgili şahsa davranışlarını düzenleme ve sonuçlarını ön görebilmesine elverişli kesinlikte formüle edilmiş olmasıdır. Bu nitelikte olan bir düzenlemenin ise her şeyden önce erişilebilir olması gerekir. Yani kişinin belirli bir davranışta ya da eylemde bulunduğu veya sosyal ilişki kurduğu sırada bu eylem ya da ilişkilerinin doğuracağı sonuçlarının düzenlendiği/yaptırıma bağlandığı hukuk kurallarının ayrıntıları konusunda yeterince bilgi sahibi olması gerekir. Bakanlar Kurulu tarafından kabul edildiği tarihten önceki dönemde ve suç teşkil etmeyen eylem ve ilişkilerden sonuç çıkarmaya matuf geçmişe etkili anılan maddeler bu haliyle “erişilebilirlik” kriterini taşımamaktadır.

İSTİHBARİ KAVRAMLAR OLAN İLTİSAK VE İRTİBATIN ANLAMI BELİRSİZDİR

Bu noktada Anayasa Mahkemesinin erişilebilir bir yasal düzenleme olup olmadığı değerlendirirken, Türkiye’de herhangi bir dini ya da siyasi grup veya oluşum ile irtibatlı ya da iltisaklı olmanın hiçbir zaman yaptırım gerektiren bir eylem olarak düzenlenmediğini de dikkate alması gerekmekteyken bunu görmezden gelmeyi tercih etmiştir. “Erişilebilir” bir düzenleme yokluğunda o düzenlemenin “öngörülebilir” olup olmadığı değerlendirmesine gerek yoktur. Ancak bir an için inceleme konusu kanun maddelerinin erişilebilir olduğu kabul edilse bile bu düzenlemeler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları uyarınca öngörülebilir nitelikte olmadığı gibi hukukun üstünlüğü ilkesine de aykırıdır. Zira öncelikle, söz konusu düzenlemeler kişilere, davranışları düzenleme ve sonuçlarını ön görebilmelerine elverişli kesinlikte formüle edilmiş değildir. İstihbari birer kavram olan “mensubiyet, iltisak ve irtibat” kavramlarının anlamları belirsiz olup bu kavramların kapsamını belirten yargı kararı dahi o dönem itibarıyla bulunmamaktaydı. Kişilerin ne tür davranış ya da sosyal ilişkilerinin, bunların hangi döneme, ne kadar uzak geçmişine, hangi ilişki seviyesinden sonra hangi objektif ölçütlere göre bu kavramların kapsamında değerlendirileceği ne söz konusu düzenlemelerde ne de başka bir mevzuat ya da yargı içtihatlarında belirlenmemiştir.

Ancak şov bununla da bitmemektedir. Kanunilik incelemesini temel uluslararası standartları gözardı edip bir şekilde geçtikten sonra düzenlemenin kamu güvenliğini ve düzenini korunmaya ve kamu hizmetinin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesine yönelik meşru amacını kabul ederek ölçülülük ve demokratik toplumda gereklilik testine geçmektedir. Burada 15 Temmuz darbe girişimi ve cemaat yapılanması resmi söylem çerçevesinde özetlenerek örgüt kabul edilen cemaate karşı kamu güvenliğini sağlamak için bu tedbirin istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olduğu kabul edilmiştir.

AYM’NİN VARLIK GAYESİ TEHDİTLERE KARŞI DEVLETİ KORUMAK DEĞİLDİR

Tedbirin geniş uygulanması ya da neden sınırlı sayıdaki kamu görevlisine uygulanarak hedeflenen amacın gerçekleştirilmediği ise örgüt yapısının karmaşıklığı, toplumun ve devletin her kademesinde yer alarak bir etkinliğe ulaşması, hiyerarşik yapısı nedeni ile  göreceli olarak önemsiz pozisyonda görev alan kişilerin de etkili bir şekilde milli güvenlik ve kamu güvenliği aleyhine faaliyetler gerçekleştirebileceği argümanı ile bertaraf edilmiş. Ülkenin terör örgütlerinin hedefinde olduğu bir süreçte darbe girişimi sonrasında devletin olağan dönemle kıyaslanmayacak ciddi ve acil yöntemlere başvurulması haklı görülmüştür. Yani tehlike çok büyük, önlem de ona göre büyük olmalı ve hukukun dışına da o denli çıkılabilir denmiştir. Oysa on yıllardır ne ülkenin maruz kaldığı tehdit iddiaları bitmekte ve ne de bu iddiaları gerekçe yapıp devlet eli ile işlenen insan hakları ihlalleri sonlanmaktadır. AYM’nin kuruluş amacı, varlık gayesi, tehditlere karşı devleti korumak veya  yapılan hak ihlallerini meşrulaştırmak değil, devletten bireylere kaşı yönelen tehditleri, hak ihlallerini önlemektir.

Daha hafif bir sınırlama aracı ve yöntemiyle müdahalede bulunularak istenen amaca ulaşılabileceği iddiası, yani örneğin kamu personelini açığa alarak görevden uzaklaştırarak haklarında soruşturma yapıldıktan sonra memuriyetten çıkarma ve hak mahrumiyetlerine maruz bırakılabileceği görüşüne karşı ise yine örgütün karmaşık ve tehlikeli, gizemli yapısı nedeni ile daha hafif önlemin zorunlu olmadığı şeklinde açıklanmıştır. Üstelik başına daha hafif önlem ile sonuca ulaşmak mümkün iken ağır bir aracın kullanılması, ölçülülük ilkesine uygun düşmez dendikten sonra.

‘ÖNCE AS, SONRA YARGILA, MASUMSA ORTAYA ÇIKAR’

KHK ile bireyselleştirme yapılmadan ve muhtemel keyfiliklere açık şekilde ihraçların gerçekleştirildiği yönündeki soruna ise, AYM etkili idari ve yargısal denetim mekanizmalarının oluşturulmasıyla bireyselleştirme şartının yerine getirileceği kabul edilebilir diyerek karşılık vermiştir. Yani mevcut OHAL Komisyonu ve idari yargı süreçlerinin yeterli olduğu kabul edilmiştir. Bununla AYM, insan hakları yargılamasının engellemek istediği temel hukuksuzluklardan biri olan ‘önce as/cezalandır, sonra yargılarsın, masum ise ortaya çıkar’ orta çağ düşüncesini kabul etmektedir.

Oysa OHAL komisyonu hem çalışma hızı ve hem de karar istatistikleri bakımından keyfiliği ortadan kaldırma değil, devam ettirme aracına dönüşmüştür. Kararda AYM tüm doğru ilkeleri sıralayıp tam tersi sonuca varabilmeyi başarmaktadır. Sonuç olarak düzenlemeyi temel olarak Anayasanın 15, 20, 119 ve 120 (KHK ile ilgili) maddeleri kapsamında Anayasaya uygun bulmaktadır. Ne diyelim böyle AYM her diktatöre lazım!

ÇALIŞMA VE TEŞEBBÜS HÜRRİYETİNİN ENGELLENMESİ DE ANAYASAYA UYGUNMUŞ

Diğer hak mahrumiyetler ile ilgili düzenlemeleri ise yine özel hayatın gizliliği ve korunması ve Anayasa’nın olağanüstü dönemlerde hakların kısıtlanmasını düzenleyen 15 maddesiyle bazı durumlarda çalışma/teşebbüs hak ve hürriyeti kapsamında incelemiş ve benzer gerekçeler ile Anayasa’ya uygun bulmuştur.

Bir daha geri dönemeyecek şekilde meslekten ihraçla ilgili olarak kararda, Kanun koyucunun anayasal ilkeler içinde kamu hizmetinin gerektirdiği nitelikleri ve şartları belirleme yetkisi ile izah edilmiştir. Halbuki söz konusu düzenleme kamu hizmetine girmeyi ve çıkmayı genel nitelikte soyut düzenleyen bir kural değil, belli bir grupla ilişkisi olduğu kabul/tahmin edilen kişilerin ihracı ile ilgilidir.

GERÇEKTEN PES! 15 TEMMUZ’DAN ÖNCE BAŞKA BİR İKTİDAR MI VARDI?

Bu aşamada Avrupa’da farklı ülkelerde çıkarılan arındırma yasalarından bahsedilerek, demokrasiye geçişten önceki devlet yapısında çalışan kişilerin kamu görevinden uzaklaştırarak kamuya dönüş imkânlarını ortadan kaldırıldığı, demokratik devlet yapısını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir örgüt ya da oluşumla bağlantıları olduğu gerekçesiyle söz konusu tedbirin Türkiye’de de uygulandığı ifade edilmiş. Gerçekten pes! Darbe girişiminden önce ülkede başka bir rejim ya da iktidar mı vardı? İhraç edilen kamu personeli mevcut çalışanlar ile aynı eğitim sisteminden ve süreçlerden geçerek kamu çalışanı olmadı mı? Sanki darbe girişiminden önce ülkeyi cemaat idare ediyordu da demokrasiye geçerek geçmişten arındırma yapılıyor. Üstelik AİHM’nin Pişkin başvurusunda bu düzenlemeleri arındırma kapsamında mı yaptınız sorusuna hükumeti temsilen adalet bakanlığı ‘hayır’ demişken. Çünkü Adalet Bakanlığı çok iyi biliyordu ki kişileri kısıtlı sürelerle kamu görevinden uzak tutmayı amaçlayan arındırma yasaları bile AİHM’den vize alamamıştı. Ömür boyu kamu hizmetlerinden yasaklılık getiren bu ucube sistemin uluslararası yargıdan döneceğini bakanlık farkındaydı. Ama artık kararları BM ve AİHM’den dönmekle kevgire dönen Anayasa Mahkemesi için bu bir sorun olarak görünmüyor.

ARINDIRMA YASASI İKİ ALMANYA’NIN BİRLEŞMESİNDEN SONRA UYGULANDI

Arındırma yasaları olarak adlandırılan ve eski doğu bloku ülkelerinde özellikle Almanya’nın birleşmesi sürecinde uygulanan süreç kastediliyor. Evet birleşme sonrasında Doğu Almanya devletinde görev alanlar mesleklerinden çıkarılmışlardır. Ancak buradaki mantık, başka bir rejimde ve ideolojide yetişen ve bir kısmı eski istihbarat birimine bağlı çalışan bu personelin tekrar demokratik değerlere kurulan ülkede istenen değerlere göre hizmet edemeyeceği düşüncesine dayanmaktadır.

Kararda ayrıca kişilerin devletin kamu otoritesiyle bağlantılı olmayan özel sektör alanında istihdam edilme imkânını ortadan kaldırılmadığı, Komisyon ve İdare Mahkemesine başvuru imkânı getirilmek suretiyle etkili idari ve yargısal güvenceler sağlandığı da belirtilere düzenleme Anayasaya uygun bulunmuştur.

20 HAKİMLİK YAPMIŞ BİR KHK’LI AVUKATLIK İZNİ BİLE VERİLMİYOR

Özel sektörde iş bulmanın bir KHK’lı için ne kadar zor olduğunu ve iş bulabilenlerin de vasıflarına rağmen çok düşük ücretler ile ve zor koşullarda çalıştığını, insanların üzerine atılan leke ile hayatın nasıl çekilmez hale geldiğini ve buna bağlı meydana gelen intihar vakalarını da vicdan sahibi kişiler için ayrıca not etmek gerekir.  20 yıl hakim olarak çalışmış bir kişinin avukatlık da yapmasına izin verilemeyen ve SGK kaydında KHK notu düşüldüğü bir durumda; yine 20 yıl polis olarak görev yapmış birinin özel güvenlik şirketlerinde de çalışılmasına izin verilmeyen bir durumda 45-50 yaşından sonra hangi işi yapabileceğini birinin cevap vermesi lazım.

Pilot lisanslarının iptali de özellikle darbe gecesi hava kuvvetlerinin kullanılması gerekçe gösterilerek ve ‘kamu güvenliği aleyhine çok ciddi sonuçlar meydana getirebilecek eylemlerde bulunulması mümkündür’ denerek Anayasaya uygun bulunmuş.

Mülkiyet hakkı kapsamında yapılan incelemeler (silah ruhsatlarının iptali, lojmandan tahliye) ise mülkiyetin üçüncü kuralı (düzenleme) çerçevesinde yapılmış, tazminat da gerekmediği değerlendirilerek yukarıdaki gerekçelerle birlikte Anayasaya uygun bulunmuş.

AYM İKTİDARA AÇIKÇA ‘PASAPORTLARI İPTAL EDEBİLİRSİNİZ’ DİYOR

Kararda kısmen sonuç doğurabilecek iptal hükmü KHK’lıların pasaportlarının iptali ile ilgili hüküm. Daha önce Anayasa Mahkemesi’nin  OHAL kapsamında diğer tedbirlere karşı hukuk yolunu kapatan düzenlemeyi iptal eden kararı ile bağlantılı olarak, pasaportları iptal edilenlerin başvuracakları hukuki yol olmadığından seyahat özgürlüğünü ölçüsüz biçimde engellediği gerekçesine dayanılmıştır. Okuyucuya daha anlaşılır bir biçimde anlatmak gerekir ise pasaportları iptal edebilirsiniz, ancak buna karşı başvurulacak bir mekanizma oluşturmanız gerekir deniyor. Bu maddenin yürürlüğe girmesi için kanun koyucuya dokuz ay süre verildiği için bir anda seyahat özgürlüğünün kazanılacağı zannedilmemeli. Bu süre zarfında hangi KHK’lıya ne kadar seyahat özgürlüğü tanınacağı iktidarın insafına bırakılmış oluyor.

Bir diğer iptal hükmü ise kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarihten 08.03.2018 tarihine kadar şirket ortaklarının pay ve haklarına üçüncü kişilerle devretmelerinin otomatik olarak muvazaalı kabul ederek ticaret sicilinden terkin edilmesini düzenleyen kurala ilişkin. Burada da AYM bunu muvazaalı kabul etmeyi değil, muvazaalı kabulden sonra buna karşı bir başvuru mekanizması kurulmamasını ölçülü olmayan bir müdahale (hak ihlali) olarak görmektedir. Buradaki iptal hükmünün yürürlük tarihi de dokuz ay sonra olarak belirlenmiş.

İPTAL KARARLARI HAKLARI İHLAL EDİLENLER LEHİNE BİR SONUÇ DOĞURMUYOR 

Sonuç olarak bu iptal hükümleri mevcut sorunlara merhem olabilecek nitelikten çok uzaktır. AYM yapılan başvuruları usule uygun olarak inceliyor, ilkeleri, kuralları sıralıyor, ancak ya hakları ihlal eden kuralları Anayasaya uygun buluyor ya da öyle iptal kararları veriyor ki hakları ihlal edilenler lehine bir sonuç doğurmuyor veya mevcut problemi çözmüyor.

Kararla beraber tartışılan bir husus da 6755 sayılı Kanun’un 37. Maddesine eklenen 3 numaralı fıkrada kasten görevini KHK’lılara karşı aksatan veya kötüye kullanan kamu personelinin fiilleri nedeni ile doğacak cezai, idari, hukuki ve mali tüm sorumluluklardan azade eden hükmü incelerken “Milli Güvenlik Kurulunca” ve hukuki, mali” kelimelerini iptal etmesi, ancak yeni açıklanan karara konu düzenlemede de “Milli Güvenlik Kurulunca” ifadesini sorunlu bulmaması.

MGK KARARI ÇELİŞKİLİ AMA BU DİĞERLERİNİN YANINDA DEVEDE KULAK

Önceki kararda AY 118’e göre MGK’nın sadece bir danışma kurulu olduğunu, tavsiye niteliğinde karar alabileceğini ve icrai yetkisi olmadığını, dolayısı ile kimin devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar veremeyeceğini belirtiyordu. Yeni kararda ise ‘MGK’nın devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verdiği yapı, oluşum veya gruplarla ilgili tespiti dikkate alınarak kamu görevinden çıkarma ve diğer tedbirlerin öngörülmesi MGK kararlarına icrai bir işlev kazandırmadığı’ gerekçesi ile bu ibarenin iptal edilmediği ifade ediliyor. Düzenlemeden ‘üyeliği, mensubiyeti’ ibaresi zaten iptal edildiği için MGK’nın varlığının çok sorun olmadığı düşünülmüş olabilir. Her halükarda önceki karar ile çelişen bir görüş farklılığı bulunsa da bu çelişkinin diğerleri yanında devede kulak olduğunu da söylemek lazım.

Bu iptal kararı yine KHK’lılar açısından sonuç almayı engeller şekilde kurgulanmıştır. Bu iptal kararları ile AYM, OHAL Komisyonu ve diğer mahkemeler gibi hak ihlallerini giderici değil, hukuksuzlukları irtikap eden iktidarı meşrulaştırıcı, mağdurların önünde etkili uluslar arası hukuk yollarına ulaşmayı geciktirici ve önleyici bir rol oynamaktadır. Zira yaşananların hukuki izahı AYM ve diğer mahkemeler için farklı değildir. Türkiye’deki tüm kurumlar maalesef iktidarın söylemini/diskurunu benimsemiş durumdalar.

AYM ‘DARBENİN SUÇLUSU CEMAAT, SİZ YETER Kİ İLTİSAK, İRTİBAT BULUN’ DİYOR

Buna göre; sayıları milyonları bulan, toplumun her alanında yer alan koca bir topluluk ne olduğunu kimsenin anlayamadığı ‘Allah’ın lütfu’ darbe girişiminin tek sorumlusudur ve bu darbe girişimi ile ve başka şiddet eylemleri ile hiçbir ilişkisi olmayan, ancak zamanında cemaat ile irtibatı/iltisakı bulunan herkes orta çağ seviyesinde hukukun bile kabul etmeyeceği şekilde bu suçun ortağı olarak terör örgütü irtibatlısı/ iltisaklısı /üyesidirler. Dolayısı ile de meslekten ihraç, haklardan yoksunluk, hapis vs hepsini hak etmektedirler. Hikaye böyle kurgulandığında kurumların yaptığı tek şey suçlanan/meslekten çıkarılan kişilerin geçmişte cemaat ile irtibat/iltisak veya üyelik (nasıl oluyor ise!) ilişkisi olup olmadığını delillendirmeye çalışmak oluyor. Ortada gerçek bir terör örgütü olmadığından Bank Asya’ya para yatırmak, gazete abonesi olmak, devletin kontrolünde bir okula/dershaneye gitmek, bir haberleşme programı kullanmak, kurban kestirmek, bir öğrenciye burs vermek gibi (bir hakkın kullanımı kapsamında) meşru eylemlerde suç delili sayılmaktadır.

İKTİDAR HERHANGİ BİR MUHALİF GRUPLA İLİŞKİLİ OLMAYI SUÇ SAYABİLİR

Bu hukuki cinnet halinden kurtulmadıkça sorunun içeride çözümü mümkün değildir. Bu nedenledir ki İzzet Hoca gibi iktidara yakın kimseler bile bu durumdan şikayet etmektedirler. İşin enteresan yanı kendileri de benzer yapılarla ilişkili kimseler bugün iktidarın kendilerinde olmasının rahatlığı ile bu hukuksuzluklara alet olmaktadır. Oysa yarın aynı mantığın kendileri için işletilerek uygulanmayacağının garantisi bulunmuyor. İktidar kimde ise muhalifini düşmanlaştırarak örgüt ilan edebilir ve bu muhalif grupla ilişkili olmayı da pekala suçun delili sayabilir.

Son tahlilde daha önce çok defa ifade ettiğimiz bir gerçeği bu karar ile AYM’nin de teyid ettiğini ve Gülen cemaati davalarında AYM’nin diğer yargı organlarından farklı bir konumda olmadığını ve etkin bir hukuk yolu olmaktan çıktığını bir kez daha belirtelim. Ne var ki bunu AİHM kabul edinceye kadar bu yolun kerhen tüketilmesinin de zorunlu olduğunu söylemek lazım. Bununla birlikte ihraçlarla ilgili sonuçlanan davalarda ihtiyaten hem AYM’ye hem de AYM sonucunu beklemeden de AİHM’ye başvurulması ve ihraçlardaki kanunilik unsurunun yokluğuna dair iddialar bakımından AYM’nin etkin bir yol olmaktan çıktığının verdiği kararlar ile izah edilmesi de başvurucuların kullanabileceği bir alternatif olarak düşünülebilir.

KHK’LILARIN KİMSENİN AFFINA İHTİYACI YOKTUR, ONLAR DEVLETTEN ALACAKLIDIR

Son bir iki gün içinde sosyal medyaya yansıyan genel af söylentileri ile ilgili de bir kaç kelime etmek gerekirse; her ne kadar mağdur kitleleri rahatlatacak olsa da KHK’lıların kimsenin affına ihtiyaçları yoktur! Zira hiçbir suça bulaşmamış tersine hakları mağdur edilmiş kimseler olarak devletten ve toplumdan maddi ve manevi olarak alacaklıdırlar. Ve hukuk yarım yamalak da olsa geri döndüğünde, bir normalleşme başladığında haklarının iade edileceğinden kuşku duyulmamalıdır.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com