‘Cemaat mallarına el koymaların tamamı kitlesel mülkiyet hakkı ihlalidir’

AYM eski raportörü Dr. Er: Kitlesel mülkiyet devirleri ile 50 milyar dolar civarında bir sermayenin/mülkün son 6-7 senede el değiştirdiği tahmin edilmektedir. Cemaate yönelik bu kitlesel mülkiyet hakkı ihlalleri açıkça bir müsadere işlemidir. Bu ihlallerin uluslararası mercilerce tespit edileceğine de kuşku yoktur.

SELAMİ ER 25 Eylül 2022 GÖRÜŞ

Yakın tarihte yaşanan kitlesel mülkiyet hakkı ihlalleri ve bunun ardında yatan zihniyeti irdelediğimiz  önceki yazıda Türkiye’de özellikle azınlıklara yönelik kitlesel mülkiyet hakkı ihlallerinden bahsettik ve bunun artık her nesilde bir veya birkaç kez tekrar eden devletin idari bir pratiği halini aldığını ifade ettik.

Türkiye 1999 yılından itibaren Avrupa Birliği ve IMF gibi kuruluşlar ile anlaşarak demokrasiyi ve hukuk devletini güçlendirecek şekilde reformlar yapmaya başlamış, ardından gelen AKP iktidarı da bu yolda ilerleme sözü vermişti. AKP, iktidara geldikten sonra bir süre gerçekten bu hedefe uygun hareket ederek bazı yapısal reformlar ve kanun değişiklikleri yaptı. Fakat devam eden yıllarda yaptığı bu iyileştirmeleri yıkan AKP’nin  o gün hükmedemediği askeri vesayetin etkisini kırmak,  yargı bürokrasisi ve kendisine  etki edebilecek diğer unsurları baskılamak için bu reformları kullandığı acı bir şekilde görülmüştür.

AKP,  iktidardaki gücünü arttırdıkça, ilk kuruluşunda halka vermiş olduğu sözlerden adım adım sapmıştır. Artan güç karşısında artık mevut anayasal ve yasal demokratik kurallar Machiavelli’ye üstatlık yapabilecek potansiyele sahip Erdoğan için ayak bağı olmaya başlamıştır.

İHALE VE İMAR YOLSUZLUĞUNUN FAİLLERİ HUKUK VE DEMOKRASİ İSTEMEZ  

Zira 2011’de başlayan Suriye’deki muhalifleri destekleme politikası adı altında bazı terör örgütlerine silah gönderme ve İran’a uygulanan ambargoyu delme faaliyetleri ile uluslararası suçlara bulaşan, bunun yanında ihale yolsuzluklarından arsa/imar yolsuzluklarına birçok suçun faili haline gelen iktidarın hukuk devletini savunması mümkün değildir. Gülen cemaati ile yolları ayıran ise, bir kısım kamu personelinin suç teşkil eden bu faaliyetlere göz yummaması  ve hatta bunlara karşı görev ve yetkileri çerçevesinde karşı duruş sergilemesidir. Yani sorunun kaynağı Gülen cemaati ile ilişkilendirilen bu kişilerin diğer cemaatler gibi payını alarak iktidara biat etmemesidir.

Erdoğan iktidarının, Gülen cemaatini hedef tahtasına koyduğu ilk olay, 2012 yılında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıdır. Ülke genelinde yaşanan ve iktidara karşı demokratik bir toplumsal tepki olarak tarihteki yerini alan Gezi olaylarında, cemaat medyasının iktidar lehine bir tutum ortaya koymaması ise bunu pekiştirmiştir.

Ve ardından AKP cemaatin en yaygın, başarılı ve belki de insan kaynağı olan dershanelerin kapatılması hamlesiyle cemaati bitirme planına start vermiştir. O zamanlar bu hamle devam eden ve iktidar tarafından haber alınan 17/25 Aralıkta ortaya çıkacak yolsuzluk soruşturmalarına karşı bir ön alma hamlesi olarak yorumlanmış olsa da aslında bu, iktidarın cemaate yönelik kitlesel olarak mülkiyeti hedef alan ilk eylem planıdır. Bu hamle ile cemaatin önemli gelir ve insan kaynağının kurutulması hedeflenmiştir.

BELKİ DE TARİHTE İLK KEZ BİR HÜKÜMET BİR BANKAYI BATIRMAYA ÇALIŞTI

01.03.2014 tarihinde 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 2. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ‘dershaneleri’ ibaresi çıkarılarak dershaneler dönemine son verilmiş, ancak mevcut dershanelerin 1.9.2015 tarihine kadar devam edeceği belirtilmiştir. 13.7.2015 tarihinde Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi E.2014/88 sayılı kararı ile eğitim ve öğretim hakkı ile teşebbüs hürriyetine aykırı bularak iptal ettiğinden dershaneler bir süre daha faaliyetlerine devam etmiştir. İptal kararında açıkça mülkiyetin kullanımını kısıtlayan bu düzenlemenin mülkiyet hakkı yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir. Mülkiyet hakkı ihlali halinde ileride doğabilecek olası tazminat yükümlülüklerinden kaçınmak için böyle bir yola gidilmiş olması muhtemeldir. Devamında yapılan düzenlemeler ile dershaneler kurs ve açık liselere dönüştürülmüştür.

17/25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmalarının ardından iktidar, ‘arkamızdan vurulduk, beklemiyorduk’ söylemiyle kısa süre içinde cemaati ‘Paralel Yapı’ya dönüştürmüştür. Elindeki basın-medya gücü ve uzun yıllardır iktidarda olmanın getirdiği avantaj ile bu söylem halkın önemli bir bölümüne kabul ettirilmiştir. Daha sonra bu tanımlama ‘terör örgütü’ne dönüşmüş ve 15 Temmuz kontrollü ‘darbe girişimi’ ile birlikte bunun topluma kabul ettirilmesi de zor olmamıştır.

Dershanelerden sonraki hedef ise Bank Asya olmuştur. Önce kamu kurumlarının Bank Asya ile olan sözleşmeleri feshedilmiş ve mevduatları çekilmiştir, ardından bizzat Cumhurbaşkanlığında oluşturulan bir ekip aracılığı ile, bankada belli bir rakamın üstünde mevduatı bulunan iş adamından sporcusuna herkes aranarak tehdit yolu ile paralarını bankadan çekmeleri istenmiştir. Bu şekilde belki de tarihte ilk defa bir hükumet kendi ülkesinde bulunan ulusal bir bankayı batırmaya çalışmıştır. Ancak cemaat sempatizanlarının çekilen mevduatı telafi etmek üzere bankaya para yatırması ile banka bu krizi atlatmıştır. BDDK’nın tüm denetimlerinde de banka hakkında olumsuz bir husus tespit edilemedi. Öyle ki o günlerde tanıdığım bir BDDK murakıbı “… ‘bu bankanın mali yapısı bozuk ve el konulmalı’ şeklinde rapor yazacak bir deli arıyorlar, ancak defalarca farklı murakıplar tarafından denetlendiği halde bunu kimseye yazdıramadılar, sonuçta bu bir matematik işi ve rakamlar ortada” demişti. Ancak TMSF 2105 yılında sudan bir bahane ile (ortaklardan birinin bazı belgelerde imzası olmadığı/bazı toplantılara katılmadığını bahane ederek) bankaya el koydu. Bu ortak Sanko Holding ve danışıklı bir oyun ile bu şekilde davranmış ve Bankaya el konduktan sonra ise Abdulkadir Konukoğlu, “Bu, kanuni haklarıdır” şeklinde açıklama yapmıştı[1]. El konulmadan önce yaklaşık 10 milyar dolar aktif büyüklüğü, 1,5 milyar dolar öz kaynağı bulunan banka darbe girişimi sonrasında faaliyet izni kaldırılarak tasfiye edilmiştir. Ayrıca bu bankada mevduatı olan on binlerce kişi terör örgütü üyesi veya terör örgütüne yardım suçlaması ile soruşturmaya/kovuşturmaya tabi tutulmuştur.

Müşterileri hakkında terör örgütü soruşturması yapılırken, bugünlerde Sedat Peker’in yüz milyonlarca dolar yolsuzluk iddiaları ile[2] gündeme gelen Bank Asya’nın eski Genel Müdür Yardımcısı Taşkesenlioğlu’nun 2018 yılında Sermaye piyasası Kurulu Başkanlığına getirilmesi[3] esasında suçlamaların ne kadar politik olduğunu ve Erdoğan iktidarı için ne ahlak ve ne de gerçek suçun bir önemi olmadığını, tek kriterin kendisine biat edilip edilmediği olduğunu ironik bir şekilde ortaya koymaktadır.

2014 yılında ayrıca 6545 sayılı Kanunla sulh ceza hakimlikleri oluşturulmuş ve bu hakimlikler hükumet tarafından önce “paralel yapı” daha sonra ise “silahlı terör örgütü” olarak tanımlanan cemaat ile ilişkili olduğu düşünülen kurum, kuruluş ve şirketlere kayyım atayarak yönetimlerini ve tüm tasarruf haklarını gerçek sahiplerinden almışlardır. Burada öncelikle medya ve basın-yayın kuruluşları (başta Bugün ve Zaman Gazeteleri, Samanyolu TV vs.), daha sonra eğitim ve öğretim kurumları hedef alınmıştır.

1064 OKUL, 360 KURS, 47 SAĞLIK MERKEZİ, 15 ÜNİVERSİTE, 1419 DERNEK… 

Oluşabilecek tepkiler karşısında itidalli bir biçimde cemaat kurum ve mülklerini gasp eden iktidar, asıl kitlesel hak ihlallerini ise kontrollü darbe girişiminden sonra yapmıştır. Darbe girişimi aynı gün içinde bastırıldığı halde, bu kirli ve karanlık hadiseden  beş gün sonra, hiçbir çatışmanın kalmadığı ve ihtiyaç olmayan bir zeminde olağanüstü hal ilan edilmiştir. Bu ortamda şeytanlaştırılan cemaat mensuplarına yönelik yoğun ve yaygın sistematik tutuklamalar ve meslekten çıkarmanın, işkence ve sosyal lincin yanında tarihte az görülmüş kitlesel mülkiyet hakkı ihlalleri gerçekleşmiştir.

22.07.2016 tarihli 667 sayılı KHK ile cemaate ait olarak bilinen birçok kurum ve kuruluş kapatılmış ve bundan sonra yapılacak kapatmalarda ise ilgili bakana yetki verilmiştir. İnsan Hakları Ortak Platformu’nun Olağanüstü Hal Uygulamaları Güncellenmiş Durum Raporunda[4] yer alan verilere göre; Mart 2018 tarihi itibarıyla 1064 özel eğitim kurumu (anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise), 360 özel kurs ve etüd merkezi, 847 öğrenci yurdu, 47 özel sağlık merkezi, 15 özel vakıf üniversitesi, 2 konfederasyona bağlı 29 sendika, 1419 dernek, 145 vakıf, 174 medya ve yayın kuruluşu kapatılmıştır.

25.07.2016 tarihli 668 sayılı KHK ile de 3 haber ajansı, 16 televizyon kanalı, 23 radyo kanalı, 45 gazete, 15 dergi, 29 yayın evi kapatılmıştır. Ayrıca RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) bünyesinde oluşturulan Komisyon kararı ile de kapatılan kuruluşlar bulunmaktadır. 15.8.2016 tarihli 674 sayılı KHK ile bu medya kuruluşlarının satış ve devri için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) yetki verilmiştir. TMSF verilerine göre Kapatılan Medya kuruluşu sayısı 177 olup, halen 34 televizyon, 38 radyo, 73 gazete-dergi ve matbaa ile 6 haber ajansı olmak üzere toplam 151 Medya ve Basın kuruluşu ise TMSF tarafından devralınmıştır.[5]

Aynı KHK’lara göre kapatılan kurumların taşınmazları Hazine adına tescil edilmiş ve her türlü mal varlığı, alacak ve hakları Hazineye / Vakıflar Genel Müdürlüğüne bedelsiz olarak devredilmiş sayılırken, tam karakuşi bir hükümle borçlarından dolayı hiçbir şekilde Hazineden hak ve talepte bulunulamayacağı hükme bağlanmıştır. Hatta taraflı denetimler ile çıkarılan vergi ve SGK borçlarından ötürü Deli Dumrul misali şirketleri ellerinden alınan eski ortak ve yöneticiler hakkında haciz işlemleri yapılmış, şahsi mallarına da göz dikilmiştir.

NE SUÇ İŞLERLERLE İŞLESİNLER KAYYIMLARA DOKUNULMAZLIK GETİRİLDİ

Cemaat ile ilişkili kabul edilen veya faaliyetlerine yardım eden kişilere ait özel şirketlere yönelik olarak ise, önce yargı eli ile kayyım atanarak müdahalede bulunulmuş ve şirketlerin yönetimi sahiplerinden alınarak atanmış kayyımlara devredilmiştir. 674 sayılı KHK’nın 19 ve 20. maddeleri ile kayyım yetkileri TMSF’ye devredilmiş ve ayrıca söz konusu şirket ve varlıkların satış ve tasfiyesine ilişkin hükümler getirilerek TMSF’ye bu konuda tam yetki verilmiştir. Aynı KHK lar ile bu örgütlü mala çökmeye hız vermek ve kayyım olarak atananların olası soruşturma korkularına son vermek amacı ile idari, mali ve cezai hiçbir sorumlulukları olmadığı şeklinde hüküm getirilerek kayyımlık faaliyetleri nedeni ile tüm sorumluluklarına muafiyet getirilmiştir. Yani bu kişiler kayyım atandıkları kurumlara ne kadar zarar verirse versin, ne suç işlerse işlesin ceza almayacaklar ve tazminat ödemeyeceklerdir.

Bu kapsamda devredilen 985 adet şirket veya ticari işletmenin satış ve tasfiye işlemleri halen TMSF tarafından yürütülmektedir ve TMSF bünyesinde 717 tam kayyımlık, 115 kısmi kayyımlık ve 101 şahsi mal varlığı kayyımlığı bulunmaktadır. TMSF’ye göre, Eylül 2021 itibarıyla bu şirketlerin toplam aktif büyüklüğü 76,25 milyar lira, öz kaynak büyüklüğü 33,69 milyar TL, ciro büyüklüğü 36,55 milyar TL ve çalışan sayısı 37.463 kişi olarak gösterilmiştir. Oysa yine TMSF’ye göre bu şirketlerin Eylül 2019’da aktif büyüklüğü 59,4 milyar lira (10 milyar ABD doları) olarak hesaplanmıştır.[6] Bu durum kayyım elinde bu şirketlerin değerini ne kadar hızla yitirdiğini açıkça göstermektedir. Kayyım atandığı tarihte bu şirketlerin aktif büyüklüğü ve değerlerinin bunun çok üstünde olduğu göz önüne alındığında devasa servetlerin eridiği anlaşılmaktadır.

BOYDAK, KOZA, ORKİDE, NAKSAN… TÜRKİYE’NİN İLK 500’ÜND OLAN ŞİRKETLER

Devredilen ticari işletmelerde çalışan sayısı 49.587 kişi olarak belirtilmiştir. Bu şirketlerden Boydak, Koza, Dumankaya, Akfa, Orkide, Sesli ve Naksan TMSF tarafından Türkiye’deki en büyük 500 şirket arasında gösterilmektedir.

Bu şekilde şirketlere kayyım atanması tamamen hukuk dışı bir müdahale olup, açıkça mülkiyet hakkı ihlalidir. Zira Ceza Muhakemesi Kanununun 133. Maddesine dayanarak şirketlere kayyım atanması için şirketin faaliyetleri çerçevesinde suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için bunun gerekli olması gerekir. Kayyım atanan bazı şirketlerin faaliyetleri çerçevesinde suç işlendiğine dair bir iddia bugün dahi bulunmamaktadır. Bu şirketlerin sahiplerinin örgüt üyesi oldukları veya örgüte maddi destekte bulundukları şeklinde suçlamalar vardır. Kayyım ataması yapılıncaya kadar bu şirketler faaliyetlerini tamamen yasal çerçevede sürdürmüşlerdir. Bünyesinde basın-yayın organı bulunan şirketlere kayyım ataması ise açıkça muhalif basını susturma ve cezalandırma amaçlıdır ve bu iktidar tarafından dahi kabul edilmektedir.

Ayrıca görünüşte kayyım ataması yapılmasına ve malların mülkiyeti sahiplerinde kalmasına rağmen, aslında bu dolaylı bir müsaderedir. Zira aradan yıllar geçse de şirketler/varlıklar sahiplerine iade edilememekte ve iktidara yakın haramzadeler (kayyım ve adamları) tarafından har vurulup harman savrulmaktadır. Yakın zamanda Boydak Holdinge atanan kayyımın şirketten çaldığı 20 milyon Euro ile kayıplara karıştığı haberi basında yer almıştı.[7] Diğer yandan bazıları hakkında bir süre sonra müsadere kararı alınarak mülkiyete son verilmektedir.[8]

TATLI YA DA MOBİLYA ÜRETİCİSİ HANGİ SUÇTAN GELİR ELDE ETMİŞ OLABİLİR   

Türkiye’de Mülkiyet Hakkının Erozyonu Raporuna göre TMSF, kendisine verilen yetkilerini kötüye kullanmakta ve kendisine devredilen şirketlerin çıkarlarını gözetmemektedir.[9] Raporda Türk hükumetine, Hazineye ve TMSF’ye aktarılan varlıkların sahiplerine iade edilmesi ve sebebiyet verilen zararların tazmin edilmesi önerilmiştir.

Normal bir hukuk sisteminde elbette bir kişi hakkında suçlu olduğu gerekçesi ile dava açılabilir ve mahkum edilebilir. Ancak aynı kişinin iddia edilen suçla uzaktan yakından ilgisi olmayan şirketin de suç ile bağı kurularak kamuya aktarılması daha önce karşılaşılan bir durum değildir. Cemaate yönelik soruşturmalarından önce Türkiye’de çok sayıda terör örgütü soruşturması yapılmış, ancak bu şekilde kitlesel olarak suçla ilgisi olmayan varlıklara el koyma ve mülkiyetini karşılıksız kamuya devretme işlemlerine rastlanılmamıştır. Zira bir tatlı veya mobilya üreticisinin gelirlerinin suçtan elde edilen gelir olduğunun kabulü kuşları bile güldürecek bir iddiadır. Kayyım atama ve el koyma işlemlerinin muhalif bir grubu cezalandırma dışında bir amacı bulunmamaktadır.

Darbe girişimi sonrasında haklarında terör örgütü üyesi olmaktan adli işlem yapılan birçok kamu personeli ve sivil vatandaşın mal varlıklarına,  banka hesapları dahil tedbir konularak uzun süre mal varlıklarına erişimleri engellenmiştir. Bir kısmı hakkında tedbir kararları devam etmektedir. Bu konuda açıklanan net sayı ve rakamlar bulunmadığından kesin rakamları bilmiyoruz. Kamudan ihraç edilen/açığa alınan personelin parasını ödeyerek aldıkları silahlarına (beylik silah değil) bedelsiz olarak el konulmuştur. Ayrıca bu kişilerin hiçbir şekilde kamu hizmeti niteliğinde meslek icra edemeyecekleri KHK’lar ile hükme bağlanmış, pilotluk gibi ruhsatları da iptal edilmiştir. SGK kayıtlarına da KHK ile ihraç şerhi düşüldüğünden özel sektörde de önemli ölçüde istihdamları ve pasaportları iptal edilerek yurt dışına çıkışları engellenmiştir.

KAPATILAN ÜNİVERSİTELERDE 2808′ AKADEMİSYEN 3041 KİŞİ ÇALIŞIYORDU 

Kapatılan özel öğretim kuruluşlarında çalışan 22 bin 474 yönetici, eğitimci, öğretmen, uzman öğretici, usta öğretici ve diğer personelin çalışma izni onayları iptal edilmiş ve bu personele başka bir özel öğretim kurumunda çalışma izin onayı düzenlenmemesi yönünde uygulamalar yapılmıştır. Kapatılan 15 vakıf üniversitesinin ise toplam 3041 kadrolu çalışanı (2808 akademisyen) bulunmakta idi.

Anayasa, 35. maddesi ile AİHS’ne paralel şekilde mülkiyet hakkını koruma altına almış ve bir şeyin mülkiyetini sahibinin izni olmadan kamuya aktarma için iki usul öngörmüştür. Bunlar kamulaştırma ve devletleştirme olup, her ikisinde de mülkün bedelinin tespit edilerek ödenmesi gerekmektedir. Bunun dışında 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 54’üncü maddede “Eşya müsaderesi”, 55’inci maddesinde ise “Kazanç müsaderesi” bulunmakta olup, suçta kullanılan veya suçtan elde edilen eşya veya gelirin (uyuşturucu, uyuşturucu satışından elde edilen para veya suçta kullanılan silah)  müsaderesi amaçlanmıştır. KHK ile kurumları kapatarak mal varlıklarını kamuya devretme, KHK’larda bu şekilde tanımlanmasa da açıkça bir müsadere işlemidir ve Anayasa’nın 38. Maddesinde yer alan ‘genel müsadere cezası verilemez’ hükmüne açıkça aykırıdır. Cemaate ait/ilişkili kurumlar yönünden genel bir müsadere uygulanmıştır. Kaldı ki bu kurumlar hakkında suç isnadı dahi bulunmamaktadır. KHK ile kapatılan bir okula ait bina ne bir suçtan elde edilmiştir ve ne de bir suçta kullanılmıştır.

Adli ve idari makamlarca gerçekleştirilen müdahalelere karşı başvuru yolları bulunmakla beraber, KHK’lar ile yapılan kapatma/el koyma/Hazineye devretme ve işten çıkarmalara ilişkin önce bir başvuru yolu bulunmamakta idi. Zira KHK ile genel düzenleyici işlem yapılması gerekirken, yasamanın yetkileri gasp edilerek birel işlemler yapılmıştı ve bu karşılaşılan bir durum değildi. Dolayısı ile kurumlar haklarında bir soruşturma yapılmadan, bir mahkeme kararı olmadan yürütmenin emri ile topluca kapatılarak malları Hazineye aktarılırken yavuz hırsız misali buna karşı itiraz etme hakkı da sahiplerine/yetkililerine verilmemişti.

ŞİRKETLERİN TMSF’YE DEVRİ MÜLKİYET HAKKININ SİSTEMLİ İHLALİDİR 

Türk yargısı ve AYM  KHK ile mağdur edilenlerin başvurularını reddetti. Ancak daha sonra bu davaların AİHM önüne taşınması ve ihlal kararlarının çıkacağının anlaşılması ile 7075 sayılı Kanun ile 2018 yılında OHAL Komisyonu kurularak ihraçlar ve  kapatmalara karşı bir başvuru yolu açıldı. Fakat 7075 sayılı Kanun KHK’larda yer alan ilave tedbirlere karşı başvuru yollarının kapalılığı durumu devam etti. Örneğin kapatılan bir kurumun mallarının Hazineye devrine karşı bir dava açılması mümkün değildi. Daha sonra 24/12/2019 tarihinde AYM bu Kanunda geçen ‘ilave tedbirler ile’ ibaresini iptal ettiğinden başvuru yolları tekrar açılmış oldu. Ne var ki bu kurumların yöneticilerinin/ortaklarının da büyük bir kısmı hakkında adli takibat yapıldığından, ayrıca bilgi ve belgelere ulaşmaları sınırlı olduğundan ve korku atmosferi hakim olduğundan bir kısmı bu başvuru yollarını da kullan(a)madı.

Sonuç olarak cemaate  yönelik soruşturmalar kapsamında yönetimleri kamuya devredilen, varlıkları satılan veya Hazineye/TMSF’ye devredilen kurum, kuruluş ve şirketler nedeni ile sahiplerinin mülkiyet hakları sistematik ve yaygın bir şekilde Anayasanın 35 ve 13. maddelerine, Evrensel Beyannamenin 17. maddesi ve AİHS’ye ek 1 nolu Protokol’ün 1. maddesine aykırı şekilde ihlal edilmiştir/edilmektedir.

Bu ihlallerin uluslararası mercilerce tespit edileceğine kuşku bulunmamaktadır. Nitekim KHK ile kapatılan eğitim-öğretim, sağlık, medya ve tekstil gibi alanlarda faaliyet gösteren sendikaların (Aksiyon-İş Konfederasyonu bünyesinde) Uluslararası Çalışma Örgütüne (İLO) yaptıkları başvuruda, başvuru yollarının tüketilmesine gerek görülmeden (OHAL Komisyonu etkin olmayan bir iç hukuk yolu olarak tanımlanmıştır) güçlü bir ihlal kararı çıktı. Kararda sendika üyelerinin bir soruşturma yapılmadan ve delil gösterilmeden ihraç edildikleri, bunun adil yargılanma hakkına aykırı olduğu, işten çıkartmalar ile de 158 Sayılı Hizmet İlişkisine Son Verilmesi Sözleşmesine ve 87 nolu Sayılı Örgütlenme Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunması Sözleşmesi’ne  aykırı hareket edildiği tespit edilerek, mağduriyetleri gidermek amacı ile işe tekrar almalar da dahil olmak üzere acilen yapılması gerekenler Hükumete liste halinde bildirilmiştir.

AİHM’NİN İPEK DAVASI KARARI EMSAL OLARAK GÖRÜLMEMELİ

AİHM henüz cemaat davalarında mülkiyet hakkına ilişkin bir başvuruyu esastan incelemedi. İpek Holding’in kayyım atamasına dair bir başvurusu talihsiz bir şekilde başvuru yollarının tüketilmediği ve açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesi ile kabul edilemez bulunmuştur. Oysa İpek Holding’e ait bir de medya grubu bulunmakta idi ve bu nedenle başvurunun ifade özgürlüğü kapsamında ayrıca bir önemi bulunmaktaydı. Öte yandan Anayasanın 30. Maddesinde “…basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulmaz” hükmü bulunmaktadır. Gelecek davaların bu dava gibi ele alınmayacağını düşünmekteyiz. Bu nedenle mevcut İpek davası emsal niteliğinde düşünülmemelidir.

Bahsedilen kitlesel mülkiyet devirleri ile 50 milyar dolar civarında bir sermayenin/mülkün son 6-7 senede el değiştirdiği tahmin edilmektedir. Cemaate yönelik kitlesel mülkiyet hakkı ihlalleri, daha önce anlatılan kitlesel ihlaller ile benzer biçimde devlet gücü kullanılarak gerçekleştirilmiş ve bir şekilde hukuk ile uyumlu olmayan kanunlara dayanılmıştır. Ancak uzun süredir iktidarda olmanın ve konjonktürün avantajı ile günümüz imkanlarının genişliği nedenleriyle diğerlerine nazaran daha çeşitli, daha karmaşık ve daha yoğun yaşanmıştır. Bununla birlikte ardındaki motivasyon aynıdır ve muhalif/istenmeyen bir kitleyi sindirme, faaliyet ve kendini savunma imkanlarını elinden alma ve nihayetinde yok etme amaçlıdır.  Bu uygulamanın yüzyıllar önce orta çağda ve göç öncesi Orta Asya’da yaşanan kitlesel gasp hareketlerinden bir farkı yoktur.

Bu hak ihlallerini gerçekleştiren ve sebep olanların zihniyetinin günümüz hukuk ve hak anlayışının çok gerisinde belki de bin yıl öncesine ait olduğu ve henüz evrimini tamamlamadığını söylemek abartı olmayacaktır. Gelinen an itibariyle mevcut koşulların değişmesi ve kitlesel hak ihlallerinin tekrar yaşanmaması, ancak ayrımsız herkesin hakkını tanıyan ve hukukun üstünlüğüne inanan bir zihniyet değişimine bağlıdır. Bu gerçekleşmeden fail ve mağdurlar değişse de kitlesel hak ihlalleri son bulmayacak, tarih tekerrür edip duracaktır.

[1] https://www.yenisafak.com/ekonomi/bilseydim-bank-asyaya-ortak-olmazdim-2074246

[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/zehra-taskesenlioglundan-mine-tozlu-sinerene-suc-duyurusu-haber-1579355

[3] https://www.diken.com.tr/yeni-spk-baskani-atandi-fetoden-kapatilan-bank-asyada-16-yil-hizmeti-var/

[4] http://www.ihop.org.tr/wp-content/uploads/2018/04/Ola%C4%9Fan%C3%BCst%C3%BC-Hal_17042018.pdf) (http://www.ihop.org.tr/wp-content/uploads/2017/03/Fact-Sheet-of-SoE_23022017.pdf)

[5] TMSF, https://www.tmsf.org.tr/tr/Tmsf/Kayyim/kayyim.medya

[6] TMSF, https://www.tmsf.org.tr/tr/Tmsf/Kayyim/kayyim.veri

[7] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/tmsfnin-atadigi-kayyum-20-milyon-euro-ile-kayiplara-karisti-1947825

[8] Örneğin Naksan Holding ortakları hakkında davanın kesinleşmesi ile 24.06.2022 tarihinde müsadere kararları onaylandı. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/fetonun-para-kasasi-naksan-holding-sirketlerinin-musadere-karari-onandi/2621648

[9] Platform Peace and Justice, The Erosion of Property Rights in Turkey, s.15-16 ve s.35 https://secureservercdn.net/160.153.138.143/3gh.cf1.myftpupload.com/wp-content/uploads/EROSION-OF-PROPERTY-RIGHTS-IN-TURKEY-1.pdf

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram