‘AKP rejiminde devlet bütün kurumlarıyla çöktü, yeniden inşa etmek gerek’

‘Demokratik Cumhuriyet Sempozyumu’nda bir araya gelen hukukçu, ekonomist, akademisyen ile gazeteci ve yazarlar olası yeni dönemde Anayasa’nın nasıl demokratik olabileceğini birlikte düşündü.

ÖZLEM ERGUN 09 Ocak 2023 GÜNDEM

Cumhuriyet tarihi boyunca 1921, 1924, 1961, 1982 diye anılan dört Anayasa yapıldı ve zaman içinde bunların kimi maddeleri yeniden düzenlendi, bazısı referandumlu bazısı referandumsuz yeniden yazıldı, değiştirildi. 16 Nisan 2017’deki son Anayasa oylamasıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilirken yönetim biçimi de değişmiş oldu.

Bugün ‘kritik ve tarihsel’ diye tarif edilen 2023 seçimlerine giderken, Anayasa bir kez daha gündemde. AKP’nin başörtüsüne Anayasal güvence getirdiğini iddia ettiği ve aileyi yeniden tanımlandığı anayasa değişikliği teklifi, AKP-MHP milletvekillerinin imzasıyla Meclis Başkanlığı’na sunuldu.

“Parlamentoda bu iş çözülmüyorsa millete götürelim, kararı millet versin” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan işi Meclis’te çözmeye niyet etmiş olacak ki; siyasi partilerle ilk tur görüşmelerini yapan AKP, ikinci tur görüşmelerine 15 Ocak’ta başlayacağını duyurdu.

Siyaset alanının muhalefet cephesindeki iki belirleyici aktörü Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı da tahayyül ettikleri Anayasa’yla ilgili talep, program ve ilkelerini açıkladı.

Emek ve Özgürlük İttifakı, tek adam sistemini ayakta tutan ve besleyen tüm kurum, mekanizma ve bağımlılık ilişkilerini değiştirmenin öncelikli amaçları olduğunu deklare ederken “Seçim barajının kaldırılması, demokratik hakların ve siyasal özgürlüklerin en geniş şekilde kullanılmasının garanti altına alınması, demokratik, tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin kurulması acil bir ihtiyaçtır” dedi.

Millet İttifakı ise 28 Kasım’da açıkladığı 84 maddeden oluşan Anayasa değişikliği önerisinde “Yeni sistemde yasamanın etkin ve katılımcı, yürütmenin istikrarlı, şeffaf ve hesap verebilir, yargının ise bağımsız ve tarafsız olması hedefleniyor” diyerek kuvvetler ayrılığı yani parlamenter sistem vurgusu yaptı.

Anayasa tartışmaları siyaset sahnesinde bir kez daha görünür hale gelirken, Toplumsal Özgürlük Partisi’nin (TÖP) çağrıcısı olduğu sempozyumda bir araya gelen hukukçu, akademisyen, siyasetçi, gazeteci ve yazarlar ‘Demokratik Cumhuriyet’ başlığı altında demokratik bir Anayasa’nın nasıl olması gerektiğini tartıştı, birlikte düşündü.

RIZA TÜRMEN: HER ŞEYİ YENİ BAŞTAN İNŞA ETMEK GEREKECEK

Demokratik Anayasa ihtiyacına dikkat çeken Eski AHİM yargıcı Rıza Türmen, önümüzdeki dönemde büyük bir enkazla karşılaşılacağını, devletin bütün kurumlarıyla çökmüş olduğunu ve her şeyi yeni baştan inşa etmek gerektiğini belirtti.

Parlamenter demokrasiye dönmenin çözüm olmayacağını ancak yeniden inşa sürecinin yeni olanaklar barındırdığını söyleyen Türmen, “Çünkü hiç kuşku yok ki, mevcut rejimin adı demokrasi değildir. İster ‘seçimli otorokrasi’ deyin, ‘rekabetçi otorkrasi’, ‘sultanlık rejimi’ ister başka bir şey deyin… Ama demokrasi diyemezsiniz. Şimdi bunu tasfiye etmek ve yerine başka bir şey koymak gerek. Yeni bir demokrasi tartışması açmak gerek. Çünkü 6’lı masanın bize söylediği şey, parlamenter demokrasiye yeniden döneceğimiz. İyi de, bu içinde bulunduğumuz rejimin parlamenter demokrasi içinde başladığını unutmamak gerek. Demek ki parlamenter rejimde otoriterliğe geçiş olabiliyor ve gördük ki kolay da oluyor” dedi.

‘SİYASET ALANINI GENİŞLETMEK KATILIMCI DEMOKRASİYLE MÜMKÜN’ 

Türkiye’de mevcut siyasetin halksız yapıldığını, siyasi parti liderleri arasında dar bir alana sıkıştığını hatırlatan Türmen, bu alanı genişletmenin ancak katılımcı demokrasiyle mümkün olabileceğini belirtti:

“Katılımcı siyasetin, parlamenter demokrasinin alternatifi olması gerekmez. İkisi aynı anda pekâlâ birlikte mümkün olabilir. Katılımcı demokrasilerde insanlar yaşamlarını ilgilendiren konulara karar vermek üzere bir araya gelirler. Karar verme süreçleri temsilciler olmadan doğrudan yapılır ve tamamen sorunlara odaklıdır. Katılımcı demokrasilerde politikalar oylanır, kişiler yoktur. Sorun odaklı olduğu için de tahakküm ilişkilerine son verir ve eşitsizlikleri ortadan kaldırır, sesi duyulmayanların sesinin duyulmasına olanak tanır.”

Katılımcı demokrasinin, sivil toplumla yerel yönetimler arasındaki işbirliğine dayandığını aktaran Türmen, seçmenin değişimin motoru haline gelebilmesinin ancak böyle mümkün olabileceğine işaret etti.

Türmen,  “Merkez yerel ilişkisinin yeniden tanımlanması, merkezin yetkilerini yerele devretmesi, adem-i merkeziyetçi anlayışın ülke yönetimine egemen olması gerekir. Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler şartı var mesela. Orada devletin yurttaşların yerel yönetimlere katılma hakkını sağlamakla yükümlü olduğu belirtilir. Böyle bir model, seçmeni de yurttaş yapar. Seçmen 4-5 yılda bir oy veren olmaktan çıkıp, doğrudan doğruya yönetime katılan yurttaş ve değişimin motoru haline gelir” dedi.

LEVENT KÖKER: DEVLETİN ANAYASAL TEMELLERİ TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE DAYANIYOR

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Levent Köker, temel sorunu “100 küsur yıllık bir deneyimimiz var fakat bir türlü demokratik bir devlet düzeni tesis etmeye muvaffak olamadık” diyerek ortaya koyarken, devlet yönetiminin toplumun aktif rızasını almak zorunda olduğunu kaydetti: “Burada, ‘Acaba demokrasi şart mı?’ denebilir. Cevap vereyim: Evet şart. Artık modern dünyada insanların yaşadığı toplumda kendi aktif rızalarını dahil etmedikleri bir kanun yapma ve bu kanunların uygulanma süreci olması imkânsız. O yüzden devlet yönetimi kuvvetini toplumun aktif rızasından almak zorunda. Bizim de temel sorunumuz burada başlıyor.”

1920’de saltanatın kaldırılmasından itibaren devlet denilen yapının askeri ve sivil bürokrasiyle özdeşleştiğini dolayısıyla bu kesimlerin kendi toplumsal müttefikleriyle birlikte (yerli-milli burjuvazi) anayasal düzeni kurulduğunu belirten Köker, “Dolayısıyla o bürokrasinin uygun gördüğü sınırlar çerçevesinde toplumun kimliği tanımlandı. Devletin anayasal temellerinin Türk milliyetçiliğine dayanması 1923’den itibaren hemen hemen hiç değişmedi. Tüm bunlar, bugün çok yakındığımız otoriter devlet yapısının kuruluştan gelen 100 yıllık dayanaklarını oluşturuyor” dedi.

‘ÇOK ÖNEMLİ BİRİ İŞİ BAŞARMIŞ OLACAĞIZ’

“Şimdi gerçekten yeni olan bir şey inşa etmek gerekiyorsa” diyen Köker’in demokratik Anayasa tarifi ise şöyle:

Demokratik cumhuriyetin anayasasının dayandığı norm/ kaynağını aldığı temel esas, evrensel ölçülerde en geniş biçimiyle tanımlanmış sosyal ve ekonomik hakların yanı sıra siyasal haklarında en aktif biçimde realize edilebileceği bir siyasal düzeni inşa etmek zorundayız. Bunu yaptığımız zaman çok önemli bir işi de başarmış olacağız. Demokratik cumhuriyet anayasasını inşa edebilmek için tek bir milli kimlik yerine çok halklı ulusal bir kimlik inşa etme mecburiyetiyle karşı karşıyayız. Bu, aynı zamanda Kürt ve Alevi sorununu da çözeceğimiz zemin olacaktır.”

ERDOĞAN AYDIN: ÇOK KİMLİKLİ ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR ANAYASAYA İHTİYAÇ VAR 

Tarih araştırmacısı Erdoğan Aydın, toplum sosyolojinin Anayasa’da karşılık bulması gerektiğine işaret etti. Aydın, “Çok kimlikli çok kültürlü bir sosyolojide; çok kültürlü/çok kimlikli bir anayasal konsept, bir program ve bu programa güç verecek toplumsallığı örebildiğimiz ölçüde mevcut durumu değiştirebiliriz. Bunu yapamadığımız takdirde bir kez daha rejimin inşasına yedeklenen bir pozisyona kendimizi mahkûm etmiş oluruz” dedi.

MUSTAFA DURMUŞ: RANTİYE BİR DEVLET AHBAP-ÇAVUŞ KAPİTALİZMİ YARATTI

Ekonomist Prof. Dr. Mustafa Durmuş, içinde yaşadığımız sistem ve ülkede toplu krizlerin kendini net bir şekilde gösterdiğine dikkat çekti. Özellikle 2017’den bu yana derinleşen sosyal kriz ile ekonomik krizin had safhaya çıktığını hatırlatan Durmuş; yüksek kur, yüksek cari açık, yüksek dış borç, yüksek enflasyon, yaygın işsizlik, derin yoksulluğa işaret etti.

Ülkede son 20 yılda rantiye bir devlet, bir ahbap-çavuş kapitalizmi yaratıldığını ifade eden Durmuş, “Devlet- mafya- sermaye üçgeninde çok yaygın yolsuzlukların yaşandığı biliniyor. İktidar bloğu her türden politikayı, siyasal ve ekonomik araçları bu düzeni devam ettirebilmek için kullanıyor. Böylece, iktidar blogu giderek çürüdü, sertleşti ve otoriterleşti. Elinde çekiçten başka araç kalmadığı için karşısındaki herkesi, her şeyi bir çivi gibi görüp ezmeye çalışıyor. Ekonomi ile siyaset bir madalyonun iki yüzü gibidir. Birbirlerinden ayrılması mümkün değildir. Eğer siyaset demokratikleştirilmek isteniyorsa, bunu sürdürebilmek için ekonominin de demokratikleştirilmesi şarttır” dedi.

Durmuş, güçlendirilmiş parlamenter rejim ufkunu aşan yerelden katılımcı bir demokrasinin inşasına ve onun iz düşümü olan demokratik bir ekonominin inşasına ihtiyaç olduğunu belirtti.

MERT BÜYÜKKARABACAK: DEMOKRASİ, EKONOMİK EŞİTLEME OLARAK DA GÖRÜLMELİ

Barış akademisyeni ekonomist Mert Büyükkarabacak ise  “Türkiye’de demokratik cumhuriyete yaklaştığımız, böylesi mücadele dinamiklerini hayata geçirdiğimiz momentler oldu. Bunlardan biri de önümüzdeki dönem olabilir” derken, demokrasiyi ekonomik eşitlenme olarak da görebilen bir anlayışa ihtiyaç olduğunun altını çizdi:

“Ortaya koyduğumuz her program; haklar ve doğrular kataloğu değil faşizme karşı harekete geçebilecek güçleri derleyip toparlayacak ve koordinasyon içinde tutacak mücadele programına sahip olmalı. Demokratik cumhuriyet mücadelesi faşizmin yarattığı tehdidi küçümsemez. Belirleyici olan halkın örgütlülüğüdür, siyasi iktidardan dışlanmış olanların yaşanacak bir ülke inşa etmesinin temsilini üstlenmektir. Demokrasiyi sadece siyasi bir eşitlik değil, ekonomik bir eşitlenme olarak da gören bir demokrasi anlayışı gerekli.”

NURAY SANCAR: HALKIN MÜDAHİL OLMADIĞI BİR ANAYASA DEMOKRATİK OLAMAZ 

Evrensel Gazetesi Yazarı Nuray Sancar ise iktidar tablosunu “Bir dizi kayıt dışı/ yasadışı ortakla koalisyon oluşturmuş bir rejim tahayyülü ve giderek faşizmle kurlaşan bir tek adam rejimi…” diyerek özetledi.

“Ve bu tek adam rejimi, her biri şirket CEO’su gibi olan bakanlıklarla çevrelenmiş durumda. Aynı zamanda bölüşüm süreçlerinden de pay alarak kendi kendilerini zenginleştirdikleri toplam ekonomiden belirli bir çevrenin yararlandığı bir sistem oluşturdular ve bunun devamından yanalar. Demokrasi en temel biçimiyle halkın yönetim süreçlerine katılması olarak tanımlanır dolayısıyla halkın müdahil olmadığı anayasaların demokratik olma ihtimali de yoktur” diyen Sancar, Anayasa’nın tüm toplumsal kesimlerin müzakeresiyle oluşturulması gerektiğini söyledi:

“Eğer Türkiye’de bir anayasa yapılacaksa ve bunu demokratik olması isteniyorsa sadece Meclis’te olan partilerle yapılamaz. Çeşitli toplumsal sorunların etrafında örgütlenmiş kesimler, sendikalar, meslek odaları var, kadın örgütleri, gençlik örgütleri var ve bunlar bizlerin demokratik kazanımlarımızı koruyan/ genişletmeye çalışan organlar. Anayasa’nın tüm bu toplumsal kesimlerin müzakeresiyle oluşması gerekir. Biçim olarak da Anayasa’nın bütün bu alanların temsilinden oluşacak bir kurucu meclisten çıkması gerekir. Şu anda merdiven altı çalışmayla konserve bir anayasa çalışması yapılıyor ama buradan ne toplumsal sözleşme ne de demokratik bir anayasa çıkması mümkün değildir.”

HALUK KOŞAR: OTORİTERLEŞEN DEVLET, FAŞİZMİ İNŞA YOLUNDA 

Toplumsal Özgürlük Partisi’nden Haluk Koşar ise 2013 sonrasında halk hamlelerinin iktidar blogunda ikişer yıl arayla üç ciddi kırılma yarattığını hatırlattı: “Gezi direnişi, 2015 seçimlerinde AKP’yi ilk kez iktidardan düşürdü. Bu Gezi’nin ilk siyasi etkisiydi. Sonrasında ülkeyi cehenneme çevirerek iktidarda kalmayı başaran AKP, 2017 yılındaki referandumda da benzer bir durumda kaldı. İktidar, elindeki tüm imkanları kullanmasına rağmen başa baş bir denge durumunu elinde tuttuğu resmi gücün fiili kullanımıyla ancak bozabilmişti. Ve 2019’da yıkılmaz denilen iktidar blogu elindeki güçleri bir bir kaybetti.”

Çöküşle birlikte otoriterleşen devletin, faşizmi inşa yoluna gittiğini ifade eden Koşar, “2001 krizinin iktidara taşıdığı AKP, uyguladığı neo-liberal politikalarla proleterleşmeyi hızlandırırken yoksulluk da aynı oranda arttı. Küçük ölçekli işletmelerle birlikte tarım da çözülerek ekonomik çöküş gittikçe büyüdü. Çöküşün doğal sonucu olarak daha fazla otoriterleşen devlet, faşizmi inşa yoluna gitti “ dedi.

HAKKI ÖZDAL: DEMOKRASİYLE DİKTATÖRLÜĞÜN BİRLİKTE YÜRÜDÜĞÜ DÖNEMLER VAR

Gazeteci Hakkı Özdal ise yaklaşmakta olan 2023 seçimlerinin burjuva devletin klikleri arasındaki farklı güç merkezlerinin çatışmasına dönüşmekte olduğunu söyledi.

“’Seçim kaybedilirse Türkiye bir daha geri dönüşü mümkün olmayan bir diktatörlük tüneline girecek ve ülkeyi bir daha buradan çıkartmak mümkün olmayacak’ gibi bir endişe var. 2023 seçimini, 2018’den 2015’den çok özgül bir şekilde ayıran bir gerekçe var mıdır? Bence yoktur. 2023 seçimleri Türkiye için tarihi bir moment,  dönüm noktası, geri dönülmez bir eşik gibi görmek ve göstermekten vazgeçmeli “ diyen Özdal, parlamenter sistemin barındırdığı tehditlere işaret etti:

“Faşist diktatörlük, -tıpkı bizim başımıza gelenler gibi- burjuva parlamenter demokrasisinin içinden çıkan hatta onun olanaklarını kullanıp onu imha eden bir muhtevaya sahip. Türkiye tarihinde demokrasiyle diktatörlüğün kimi zaman peş peşe kimi zaman birlikte yürüdüğü dönemler var.”

AYŞEGÜL DEVECİOĞLU: ANAYASA TAM OLARAK HAYATLARIMIZLA İLGİLİ BİR ŞEY

Yazar Ayşegül Devecioğlu ise anayasaların kuru hukuk metinleri olmaktan öte insanların nasıl bir hayat yaşadıklarıyla dolaysız ilgisine dikkat çekti. “Anayasalar bir uzlaşma metni olmaktan çok esas olarak toplumsal siyasal güç çatışmalarının merkezinde yer alırlar” diyen Devecioğlu şöyle devam etti:

“Anayasa deyince çöplükten sebze toplayan, barınamayan, evinin kirasını ödeyemeyen insanların nasıl yaşamak istediğinden de söz ediyoruz. Anayasa bir hukuki kavramlar bütünü değil, aslında tam olarak hayatımızla ilgili bir şey. Sadece hayatımızda değil, mücadelemizle, kayıplarımızla, ödediğimiz bedellerle ilgili bir şey. ‘Anayasa’ deyince kuru bir metinden öte, bence önce bunu hatırlamalıyız.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com