AKP lideri bir “dehşet senaryosu” riskini alabilir mi?

Putin'in Ukrayna'ya saldırmasında da gördüğümüz üzere otoriter liderler popülerliklerini kaybetmeye başladıkları son dönemlerinde ülkelerine ağır hasarlar verme pahasına büyük kumarlar oynama riskini alabiliyorlar.

ÖMER MURAT 23 Mayıs 2022 HABER ANALİZ

NATO’da kararlar tüm üyelerin oy birliğiyle alınıyor, bu nedenle 29 üye ülke Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurusunu neredeyse ayakta alkışlarla karşılarken, Erdoğan Türkiye’sinin karşı çıkması nedeniyle bu ülkelerin üye olup olamayacağı meselesi tartışılmaya başladı.

Aslında kriz, Batılı ülkelerin bir süredir yüzleşmekten kaçındıkları ciddi bir sorunu ortalığa serdi. NATO kurucu anlaşması gereği demokratik ülkelerin bir ittifakıdır. Oysa son yıllarda özellikle Türkiye ve Macaristan hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu demokrasiler olmaktan çıkarak popülist, aşırı milliyetçi otoriter rejimlere dönüştüler. İttifakın diğer üyeleri bu meseleyi çözmeye yönelik herhangi bir yaklaşım geliştirmekten bugüne kadar ısrarla kaçındılar.

Şimdi hukukun üstünlüğü, yolsuzluk, demokrasi ve ifade özgürlüğü gibi alanlarda ülkeleri sıralayan listelerde en üst sıralarda bulunan iki devlet NATO üyeliği için başvururken aynı listelerde her sene giderek daha da alta düşen Erdoğan Türkiyesi onları veto ediyor.

Macaristan Başbakanı Victor Orban geçen yıl Ankara’ya resmi bir ziyarette bulunarak Erdoğan’la görüşmüştü.

Biden Yönetimi’nin Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını demokrasi ile otoriterlik arasında bir mücadele olarak dünyaya takdim ettiği bir sırada Erdoğan Türkiyesi NATO ittifakında bu hikayeyi bozan çıban başı olarak ortaya çıkıyor.

Nitekim bu durum Batı’da hemen ciddi tepkilere yol açmış gözüküyor. Konu daha çok yeni olmasına, Batılı liderlerin genel olarak Erdoğan’ın vetosunu önemsemeyip, bir noktada geri adım atacağı mesajı vermelerine rağmen Türkiye’nin NATO’dan atılmasının hemen ciddiyetle tartışılmaya başlanması çok dikkat çekicidir. NATO’dan bir üyenin atılması için herhangi bir mekanizma geliştirilmemiş olmasının yanlış olduğu gündeme getirilerek gerekirse Türkiye’nin ittifaktan atılması yüksek sesle dillendiriliyor.

Konuya ilişkin bir başyazı yayınlama gereği duyan Bloomberg “Erdoğan’ın NATO genişlemesini yavaşlatmasına izin vermeyin” başlığını kullandı. Makalede İsveç ve Finlandiya’nın üyelik sürecinin uzamasının bu ülkeleri Putin’in tehditlerine karşı savunmasız hale getireceği belirtilerek vetosunu kaldırana kadar Türkiye’nin NATO planlama ve tatbikatlarına katılımının en aza indirilmesi ve Erdoğan’ın NATO Zirvelerinde her bakımdan geri plana itilmesi için ABD Başkanı Biden’a çağrıda bulunuluyor. Bunların Erdoğan’ın tutumunu değiştirmemesi halinde, daha ağır cezaların uygulanmasının düşünülmesi gerektiği vurgulandıktan sonra şu ifadelere yer veriliyor: “NATO kuralları bir üyenin atılmasına izin vermiyor, ama Erdoğan’ın ortak çıkarları kasıtlı şekilde umursamaması bu kuralların yeniden ele alınmasının gerekli olduğunu göstermektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron NATO gibi üye çıkarmaya izin vermeyen Avrupa Birliği kurallarının değiştirilmesini önerdi, Biden da benzer bir girişimi NATO’da yapabilir.”

Uzun yıllar senatörlük yapmış, Demokrat Parti’nin başkan adayı olmuş Joe Lieberman ile Bush döneminde ABD’nin BM nezdindeki büyükelçiliklerinden birini yürütmüş Mark D. Wallace imzasıyla The Wall Street Journal gazetesinde konuya ilişkin bir makale yayınlandı. “Erdoğan Türkiyesi NATO’ya ait midir?” başlıklı yazıda “Ankara, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya kabulüne direnen tek üye. Türkiye mevcut durumuyla ittifaka üye olma vasıflarına sahip değil” deniliyor.

Yazıda küresel demokrasi ve yolsuzluk endekslerinde Finlandiya ve İsveç’le kıyaslandığında Türkiye’nin hali pür melali özetleniyor: “Türkiye’deki özgürlük ve şeffaflık Erdoğan yönetiminde her bakımdan zarar gördü. 2003’te başbakan olduğunda Küresel Yolsuzluk Algısı Endeksinde Türkiye 77. sıradaydı 2021’da 96. sıraya indirdi. Küresel Demokrasi Endeksinde 2006’da 88. olan Türkiye’yi 2021’de 103. sıraya düşürdü. 2021 Yolsuzluk Algılama Endeksi’nde Finlandiya ve İsveç, sırasıyla birinci ve dördüncü, Küresel Demokrasi Endeksi’nde ise altıncı ve dördüncü sırada yer aldı.”

Yazıda Erdoğan Türkiyesini NATO’dan atmak için şöyle hukuki bir yol öneriliyor: “Türkiye bir NATO üyesidir, ancak Erdoğan yönetiminde artık bu büyük ittifakın temelini oluşturan değerlere bağlı değildir. NATO tüzüğünün 13. Maddesi, üye devletlerin ittifaktan geri çekilmeleri için bir mekanizma sunmaktadır. Üyelik için ne ilkesel ne de pratik gereklilikleri karşılamayan bir üye ülkenin sınır dışı edilmesi için bir prosedür oluşturmak üzere 13. Maddeyi değiştirme zamanı belki de gelmiştir.”

ABD Başkanı Joe Biden, İsveç Başbakanı Magdalena Andersson ve Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö’yü NATO’ya üyelik başvurularının ardından Beyaz Saray’da ağırladı ve bu ülkelerin başvurularına tam destek verdiğini bir kez de böyle duyurdu.

ABD’nin eski Türkiye ve Finlandiya Büyükelçisi Eric Edelman ise The Dispatch adlı dergide yayınlanan yazısında, Erdoğan’ı uyararak Senato’daki Cumhuriyetçilerin lideri Mitch McConnell’in bir kaç gün önce Helsinki’ye gerçekleştirdiği ziyaret sırasında yaptığı açıklamalara atıfta bulunuyor, ABD Kongresinde Finlandiya ve İsveç’in üyeliklerine yönelik geniş bir destek bulunduğunu, pek çok Kongre üyesinin Türkiye yerine bu ülkelerin alınması konusunda istekli olacağını kaydediyor. Edelman NATO tüzüğünde bir üyenin atılması için herhangi bir mekanizma olmamasına rağmen Kongre’de böyle bir hava oluşmasının nedeninin Erdoğan’ın artan otoriterliği ve Amerikan karşıtlığıyla ilişkili olduğunu belirtiyor.

Batı basınında Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması için bu çerçevede başvurulacak bir hukuki yöntem olarak 1969 tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin “Bir andlaşmanın ihlal edilmesi sonucu sona erdirilmesi veya yürürlüğünün askıya alınması” konulu 60. Maddesinin 3. fırkasının (anlaşmanın konu veya amacının gerçekleştirilmesi için elzem olan bir hükmün ihlal edilmesi) işletilebileceğinden bahsediliyor. ABD’de köklü bir muhafazakar yayın organı olan National Review’de “Türkiye’yi NATO’dan atma zamanı geldi” başlığıyla yayınlanan makalede otoriter Erdoğan Türkiyesinin mevcut uluslararası konjonktürdeki yerinin NATO değil, Rusya ve Çin’in yanı olduğu kaydediliyor.

CNN’de yayınlanan bir başka yazıda NATO ve AB’nin diğer üyelerinin Erdoğan ve Orban gibi liderleri izole ederek, onların vetolarını görmezden gelip karar alması öneriliyor. Peki bu yapılırken nasıl bir hukuki süreç işletilecek? Harvard Üniversitesi’nden Prof. Robert I. Rotberg bu sorunun çözümü için bir “Uluslararası Yolsuzlukla Mücadele Mahkemesi” kurulmasını öneriyor. Haberden bu teklifin sadece fikir düzeyinde kalmayıp uygulamaya geçirilmesi için bir süredir Rotberg’in de içinde bulunduğu bir komite tarafından aktif çalışmalar yürütüldüğünü, komitede 40 kadar eski devlet başkanı, yine 40 kadar Nobel ödüllü şahsiyetin görev aldığını öğreniyoruz. Rotberg söz konusu mahkemenin “Erdoğan, Orban, Putin ve onlar gibileri yargılamak için iyi bir yer olacağını, buna ihtiyaç duyulduğunu” belirtiyor.

Aynen “10 Büyükelçi Krizi” sırasında olduğu gibi ABD Başkanı Joe Biden’ın konuyu görüşmek için Erdoğan’ı aramaya gerek görmediği anlaşılmaktadır. Erdoğan’ın 10 Büyükelçiyi sınır dışı ederek Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde onulmaz bir yara açma tehdidinde bulunmasına rağmen Biden’ın onun bu blöfünü ciddiye aldığını gösterir şekilde bir telefon görüşmesi gerçekleştirmemişti. Şimdi de Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan veto krizine ilişkin olarak Biden’ın yakın zamanda konuyu Erdoğan’la doğrudan ele almayı öngörmediğini açıkladı. Biden’ın bu yaklaşımı “aklını başına toplayıp vetoyu hemen kaldırmazsa” Erdoğan’a karşı “havuçtan ziyade sopa” kullanmayı planladığının ciddi bir işareti olarak görülebilir.

Batı’nın kapalı kapılar ardında kolunu iyice bükerek Erdoğan’a vetosunu kaldırtacağından genel olarak pek şüphe duyulmamaktadır. AKP liderine “10 Büyükelçi Krizinde” olduğu gibi Türk halkına Batı’ya isteklerini kabul ettirdiğine dair yalanlar söylemesi için sembolik tavizler de vermekten kaçınılmayacak, kriz muhtemelen bu şekilde çözülecektir. Hatırlanacağı üzere Erdoğan Rahip Brunson için “Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsınız” demişti. Deniz Yücel’in serbest bırakılarak Almanya’ya gönderilmesi için ise yine benzer şekilde “Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla” ifadelerini kullanmıştı. Neticede ikisi de özel uçakla ülkelerine gitmişti.

Erdoğan kendisi görevde olduğu müddetçe Rahip Brunson’un ABD’ye iade edilmeyeceğini ilan etmiş, fakat dönemin ABD Başkanı Trump’ın tehditi üzerine geri adım atmıştı. Özel uçakla ülkesine dönen Brunson Beyaz Saray’da kabul edilmişti.

Erdoğan seçim sathı mailinde Batı’yla krizi büyüterek, Batı’dan tokat yedikçe içeride milliyetçiliği köpürtüp o rüzgarla seçimi kazanmayı planlıyor olabilir mi? Önceki ABD Başkanı Trump’ın “Türkiye benim harika ve emsalsiz mantığım çerçevesinde sınırı aştığını düşündüğüm bir şey yaparsa, Türkiye’nin ekonomisini tamamen yok ederim. (Daha önce yaptım!)” şeklinde, Türkiye için oldukça aşağılayıcı ifadeler içeren twiti sonrası AKP liderinin hemen geri adım attığı akıllardadır. Bir doların 16 TL’yi aştığı ve bu düşüşün nerede duracağını kimsenin bilmediği bir ekonomik kriz ortamında Erdoğan Batı’yla ilişkilerinde tansiyonun yükselmesine ne kadar tahammül edebilir? Normalde bu sorunun mantıklı cevabı zaten yüksek enflasyon ve işsizlik altında ezilen halkın ekonomik sıkıntılarının dayanılmaz boyutlara ulaşacağı için bundan kaçınacağı şeklindedir. Fakat Putin’in Ukrayna’ya saldırmasında da gördüğümüz üzere otoriter liderler özellikle popülerliklerini kaybetmeye başladıkları son dönemlerinde ülkelerine ağır hasarlar verme pahasına büyük kumarlar oynama riskini alabilmektedirler. Önündeki anketler seçimi kazanmasına yönelik fazla umut vadetmiyorsa AKP lideri tabanını bir “ekonomik kurtuluş savaşı” yürütüldüğüne ikna etmek için belki bu “dehşet senaryosunu” denemeyi de aklının köşesinden geçiriyor olabilir.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com