Yusuf Çağlar’ın ardından…

Sahaflar Derneği'nin “Bir sahaf dostunu, çok değerli bir arşivci ve koleksiyoneri koronavirüsü sebebiyle yitirdik. Camiamıza baş sağlığı, sevenlerine sabır diliyoruz” sözleriyle vefat haberini duyurduğu Yusuf Çağlar da siyah-beyaz bir anı oldu. Ne büyük kayıp, ne büyük acı...

SELAHATTİN SEVİ 30 Kasım 2020 YAZARLAR

Ünlü İlyada destanında Akhilleus, Troya kahramanını öldürmek üzeredir. Hektor yalvarır. Fakat nedeni canının bağışlanması değil, ölüsüne hürmet gösterilmesi, ailesine teslim edilmesi ve hak ettiği gibi bir cenaze töreni yapılmasıdır. “… ateş payımı alayım kadın, erkek Troyalılardan” sözleri bir tür “helallik” arzusu değil midir?

Akhilleus gaddarca işkencelerden geçirse de ‘tanrılar’ Hektor’un ölüsünü korumaya çalışır. Troya Kralı ve Hektor’un babası Priamos dil döker. İkna olur Akhilleus ve baba Priamos’a teslim eder oğlunu. Hektor’un cansız bedeni “hak ettiği cenaze töreni” için yaşlı babasının kullandığı arabayla Troya surlarından içeri girer. Priamos kalabalığa, “çekilin de geçsin…” der: “ağlayın sonra/götüreyim eve ölüyü, ağlarsınız doya doya.”

Salgın ve sürgün günlerinde -hayatta kalabildiysek- en büyük üzüntü sevdiklerimize hak ettikleri gibi bir cenaze töreni bile yapamamak.

Nisan ayında anneciğim hep yaşadığı gibi “bir garip” olarak kara toprağa verilmişti.

Bir çok dostun ardından güzün son günlerinde de çok değerli dostum Yusuf Çağlar şehirden uzak bir mezarlıkta sessizce sonsuzluğa uğurlandı.

Kadrajıma renkli bir kare olarak girdiğinde Bahriyeli kısa dönem askerdi Yusuf Çağlar. Her zaman olduğu gibi Cağaloğlu’nda Türkiye Çocuk bürosunda buluşmuş, muhtemelen tarihi köfteciyi ziyaret etmiş ve Gölcük’teki birliğine yolcu etmeden önce çekmişim beyaz üniformalı fotoğrafını. Yıl 1991.

80’li yılların sonunda tanıştığımızda ben Marmara’da basın yayın, o ise İstanbul Üniversitesi’nde siyasal okuyordu. Bizi buluşturan ise çocuk yayıncılığıydı. Bir vesileyle tanışmış, sonrasında Kemalettin Tuğcu’dan Gülten Dayıoğlu’na, Mustafa Ruhi Şirin’den Yalvaç Ural’a uzanan yelpazede ortak dostlar edinmiştik. Çocuk edebiyatında yeni yüzler dizisini hazırladığımda beni Bursa’ya gönderip imam hatip öğrencisi Ali Burhan’la tanıştırmasını unutmak ne mümkün. Ya Menemen’de askerlik yaptığım dönemde yazdığı uzun ve hüzün dağıtan mektuplarını…

Yusuf Çağlar’la bir ayağımız haftalık buluşmalarımızın merkezi FKM’nin son katıydı. FEM Dersanesi’nin soğuk odası öğrenci, öğretmen, mühendis ve gazeteci adaylarından müteşekkil dostlar tarafından ısıtılıyordu. Fotoğraflar, söyleşiler, şiirler tartışıyor; yazın alanındaki ilk verimlerimizi utana sıkıla paylaşıyorduk. Sihirli bir el ise onları Zaman gazetesinin Akademi adı verilen ‘genç yetenekler’ sayfasında değerlendiriyordu, biz bile şaşırıyorduk. ‘Kırkikindi’ yağmurları gibi gönlümüzü serinleten o el bir gün “Sizi Kendi Dağıma Çağırıyorum” diye bir deneme kaleme aldığında o sayfa bizim için bitti ama edebiyata, sanata ve hayata olan tutkumuz, ilgimiz, sevgimiz hep devam etti. Dostluğumuz da… Eyüp Can’ın Pazartesi Konuşmaları’nın gündemi belirlediği yıllarda çektiğim Yusuf İslam’ın tam sayfaya yakın açılan fotoğrafını cesaretle kullanan ise cebinde tükenmez kalemi ve kretuar bıçağı eksik olmayan Yusuf Çağlar’dı… Benim aklımı çelip Zaman’a foto muhabiri olarak davet eden de…

Yusuf Çağlar ve Salih Zengin

1998 yılında Beylikdüzü’ndeki Tatilya’da ilk Misket Sergisi’ni açtığında da aynı çocuksu heyecanı yaşıyorduk, yaklaşık bir yıl sonra Kırmızı Bisiklet dergisini yayımladığında da. Ne yapıyor ediyor, bizi organizasyonun içine çekiyordu Yusuf Çağlar. Zaman’da foto muhabiri olarak mesaimi harcarken bir yandan da “Sadece fotoğrafla olmaz Selahattin Bey, yazısını da yazın” diyerek bana çocuk dergisinde “Kuş Bakışı” adında mutabık kaldığımız sayfalar açmıştı. Küçük teliflerle beni Pamukkale’den Bursa’ya, Bolu’dan Kapadokya’ya kadar farklı yerlere gönderiyor, çocuklar için gezi yazısı yazdırıyordu. Şimdi adlarını yazsam belki tedirgin olacak onlarca yazar çizer Kırmızı Bisiklet’te ya da başka mecralarda kendine yer buluyordu. Daha da önemlisi, bir süre sonra Yapı Kredi ve benzeri yayınevlerinde kendilerine alan açılıyordu. Bir dönem yönettiği sayfadaki “Fotoğraf-lık” bölümünde sadece fotoğrafçı imzasıyla başta Mehmet Kamış olmak üzere nice muhabirin çalışmaları kıymetlendi. Nasıl Türkiye Çocuk’ta iken birlikte iş yapabiliyorsak, bir dönem Milliyet’e gittiğimde de bağımız hiç kopmadı. Her buluşmamızda ise hediye edecek bir şey mutlaka olurdu. Bazen bir kitap, bazen bir kalem ya da oyuncak… Onu gerçekten mutlu ettiğini düşündüğüm hediye ise Sırbistan’ın Sancak bölgesinden Kosova’ya dönerken Mehmet Akif’in köyünde çektiğim ve içinde bazı akrabalarının da olduğu fotoğraflar serisiydi.

Kırmızı Bisiklet günleri

Zaman yeni ve görkemli binasına geçtiğinde Yusuf Çağlar’ın mesaisi, herkes işini bitirip gidince başlıyordu. Akşam saatlerinde verilen ‘kahvaltıdan’ sonra masasına dönüyor, genellikle sonradan merak sardığı neyine biraz üflüyor ve başlıyordu çalışmaya. İkinci katta gece yarılarına kadar süren sakin çalışmada haritalar, info-grafik panolar, kitaplar, albümler yapılıyordu. Rumeli, Yazdan Kalma Bir Balkan Rüyası kitabım da onun teşviki ve gayretiyle hayat buldu, “Fotoğraf Konuşmaları” serisi de, yıllık almanaklar da… Günlük haber koşuşturması içindeki muhabirleri ve foto muhabirlerini mavi ve turuncu sandalyelere oturtuyor, bir kitap yapmaya ikna ediyordu Çağlar. Başarıyordu da… Birçok arkadaşımızın ilk kitabında onunun yüreklendirmesi ve titiz çalışması vardır. Gazetenin zemin katındaki sergi alanı sürpriz bir şekilde Yusuf Çağlar imzalı bir sergiye ev sahibi oluveriyordu. Çağlar’ın pratik zekası, dört yıldan fazla süre cezaevi hücresinde tutulan görsel yönetmenimiz Fevzi Yazıcı’nın sanatı ile birleşince zamanı aşan çalışmalar ortaya çıkıyordu. Yetmediği zamanlarda da Taksim Sanat Galerisi veya başka büyük mekânlara taşınıyordu Zaman çalışanlarının emekleri. 27 Mayıs sergisi nasıl unutulur!

Zaman’da bizim iş yükümüzün iyice arttığı zamanlarda o da sahaflara, antikacılara, müzayedelere yöneldi. Sıkı bir arşivci oldu kısa sürede. İstanbul’un kitap mekânları arasında mekik dokuyan Yusuf Çağlar aynı zamanda hepsinin cemiyet fotoğrafçısıydı artık. Kitap kurdu olup da onun kadrajına girmeyen yok gibidir.

Edindiklerini ise hep o çocuksu bir neşeyle paylaştı. Yüzlerce siyah beyaz fotoğraf Yusuf Çağlar Arşivi imzasıyla bir araya geldi. Kuşçubaşı Eşref’ten Yakup Kadri’ye, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Mehmet Akif’e kadar ünlü portreler bir bir toplandı müzayedelerden. Mahyalar serisi ile dünden bugüne yaşatılan bir Ramazan geleneği yeniden hayat buldu.

Dün ise bir çok arkadaşının ve dostunun sonradan haberi olduğu gibi uzun süren korona virüsü hastalığından kurtulamayarak bu dünyaya veda etti Yusuf Çağlar. Bize ise uzun whatsapp konuşmalarıyla çok sevgili Yusuf Çağlar’ı anmak düştü. Hayat bize hak ettiğimizden daha güzel dostlar armağan etmişti; geriye onları hakkıyla uğurlayamamanın çaresizliği kaldı.

Ailesi başta olmak üzere bütün sevenlerinin başı sağolsun.

Dua ve özlemle…

KÜÇÜK BİR NOT: Sevgili Yusuf Çağlar KHK ile Zaman’ın kapatılmasından sonra ve 15 Temmuz sürecinde bu yazıda ismi geçen bazı kişilerin haksız ve çirkin hücumlarına maruz kaldı. Onlar için bile bir kez olsun kötü söz kullanmadı. Anısına saygı için aynı yolu izlemeyi tercih ettim.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com