Üstün: Adana’da işkence yapmak üzere kurgulanmış bir senaryo var

Adana'da yaşanan polis şiddetini değerlendiren Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün, "Sanki Furkan Vakfı üzerinden bütün topluma mesaj veren ve 'Siz böyle bir hakkı kullanmaya kalkarsanız sizi de böyle yaparız, işte işkenceden geçiririz, coplarız.' diyecek bir manzara hazırlanmış." dedi.

MEHMET ŞAHİN 27 Mart 2022 SÖYLEŞİ

Gelişmiş demokrasilerde de değişen siyasi iktidarlara göre zaman zaman insan hakları uygulamalarında dalgalanmalar olabiliyor. Fakat Türkiye’de son yıllarda ağır ihlaller yaşanıyor. Adana’da Furkan Vakfı gönüllülerine yapılanları orantısız güç kullanımı olarak tarif etmek çok zor. Hem polis şiddetini hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ulaşan seçim yasasında öngören tasarıyı Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün’le konuştuk…

Adana’da yaşananları iktidar çevreleri en fazla ‘orantısız güç kullanımı’ şeklinde tanımlarken sadece iki polis hakkında soruşturma açıldı. Orada olana polis şiddeti demek yeterli mi? 

Kesinlikle bir defa orantısız güçle tarif etmek bu olayı hafife almak anlamına gelir. O yapılan kötü muameleyi, işkenceyi tolere etmek anlamına gelir. Biz bugün partimizde uzun bir toplantı yaptık, gündem maddelerimizden biri de bu olaydı. Türkiye’de maalesef son yıllarda bazı haklar unutturulmak isteniyor. Bunlardan biri toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı. Anayasamızda bu net bir şekilde tarif edilmiştir. Yani herkes silahsız olarak ve barışçıl yöntemlerle izin almadan gösteri yapabilir, basın açıklaması yapabilir diye çok net bir ifade vardır ama özellikle 15 Temmuz’dan sonra, 15 Temmuz da bahane edilerek, ardından da Covid ortamını bahane ederek her türlü masum talebi maalesef reddediyor valilikler. İzin almaya dahi gitseniz mutlaka bir kulp bulup, böylesi bir hakkı kullandırmamak için bin bir bahane uyduruyorlar. Bakın geçtiğimiz yaz aylarındaydı. Meclis’in önünde Sayın Davutoğlu’nun liderliğinde küçük bir grup açıklama yapmak istedik. Bu meclisin çalışmalarını engelleyecek şekilde büyük çapta bir gösteri değil. Meclis’in içinde de değil. Meclis’in yanında herkese açık bir park var. O parkta bir basın açıklaması yapacağımızı ifade ettim. Gösteri yok, yürüyüş yok. Herhangi başka bir eylemsellik bir durum yok. Sadece yaz ayı, parkta bir basın açıklaması yapılacak. Aman Allah’ım! Biz gittiğimizde parka, park kapatılmış boydan boya. Vatandaşlar çıkartılmış. Bu ülkede 2.5 yıl başbakanlık yapmış, AK Parti’de genel başkanlık yapmış bir insana, ben de 16 yıl milletvekilliği yaptım o Meclis’te. Meclise istesem girebilirim. Serbest giriş kartım var eski vekil olarak ama meclisin yanındaki bir parka benim girme hakkım yok. Yani neyse pazarlıklar şunlar bunlar. 5-6 kişi ancak girebildik. 5-6 kişi orada lütfederek, polisin lütfetmesiyle bir basın açıklaması yapabildik.

“ADANA’DA İŞKENCE YAPMAK ÜZERE KURGULANMIŞ BİR SENARYO VAR”

Şimdi tüm bu tür talepleri maalesef reddediyorlar ama Adana’da artık tamamen şiddet boyutuna varmış ve insanları adeta dövmek üzere, onlara işkence yapmak üzere kurgulanmış bir senaryo var. Biz o vakfın görüşlerine katılmayabiliriz. Nitekim hakikaten dünya görüşlerimiz farklı ama hangi görüşte olursa olsun, eğer barışçıl bir gösteri yapacaksa, bir basın toplantısı yapacaksa zaten demokrasi budur yani. Karşıdaki fikri dinlemek veya ona sabretmektir ama burada sanki Furkan Vakfı üzerinden bütün topluma mesaj veren ve “Siz böyle bir hakkı kullanmaya kalkarsanız sizi de böyle yaparız, işte işkenceden geçiririz, coplarız.” diyecek bir manzara hazırlanmış. Yani bundan bir de, “Sayın Cumhurbaşkanı’nın haberi yok veya Süleyman Soylu kendisi yaptı.” veya “Bahçeli’nin emriyle yaptı.” gibi birtakım değerlendirmeler de yapılıyor. Hayır. Bu ülkede Sayın Cumhurbaşkanı’nın haberi olmadan bir şey yapılamaz. Elbette burada Bahçeli’nin tahriki vardır. Onu kesinkes bir defa kenara koyacağız. Çünkü Sayın Bahçeli, 28 Şubat’ta da sonraki aşamalarda da zulümden taraf olduğunu kendisi göstermiştir. Bugünkü olayda da yine “Evet oh oldu, şerefli Türk polisi, gününü gösterdi, görevini yaptı, cezalandırdı.” gibi bir takım nitelendirmelerde bulundu. Oysaki polis cezalandırma işlemi yapamaz, yapmamalıdır. Ancak bir suç varsa bunu derdest eder tutanağa bağlı ve savcıya götürür. Cezalandırma yetkisi, sadece ve sadece bağımsız ve tarafsız yargınındır. O bakımdan burada polis, cezalandırmaya başladığında toplumu, bunun nerede duracağı hiç belli olmaz ama maalesef bu iktidar dediğim gibi son günlerde bu yöndeki her türlü  talebi bastırmaya gidiyor. Bakın Barolar, Baro Yasası çıkacağı zaman, Ankara’ya gelmişler, Ankara’nın girişinden Anıtkabir’e kadar yürüyeceklerdi. Ankara’nın girişinde iki gün bekletildiler. Yağmurda çamurda bakın. Bizler de gittik oraya ziyarete. Orada açıklamalarda bulunduk. Şimdi bu insanlar cüppelerini giymişler, barışçıl bir şekilde yürüyeceğiz diyorlar. Efendim, otobanın kenarında yürüyemezsiniz. Böyle bir kanun yok. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ne gitti bu düzenleme. Mahkeme bu düzenlemeyi iptal etti. Nereden çıkartıyorsunuz, otobanın kenarında yürüyemezsiniz diye bir şey yok. Siz güvenlik tedbirini alacaksınız. Yürümek isteyen insanlar yürüyecekler. Barolar gibi gerçekten yani eğitim seviyesi yüksek bir topluluğu dahi bunlar coptan geçirmeye kalktılar. Dolayısıyla durum bu manada vahimdir. Yani dünün mazlumları, adeta bugün zulmeden durumuna gelmişlerdir. Bu bakımdan yapılan eylemin çok tehlikeli buluyoruz ve şiddetle kınadığımızı ifade ediyoruz.

Başörtülü polisin, yine başörtülü kadınlara vurduğu görüntüler çoktan tarihe geçti bile. Bu şiddeti savunan siyasiler, iktidarda kalmak istemiyor mu? O insanların oylarına ihtiyaç duymuyorlar mı?

Şöyle ifade edeyim. Yani Sayın Erdoğan, iktidarını korumak için, özellikle 15 Temmuz’dan sonra birileriyle önce fiili ittifak yaptı. Sonra da siyasi ittifak yaptı ve birileri kimler derseniz, bu ittifakın bir görünen yüzü var. İşte Bahçeli, Perinçek bakın, hiç bunların bir araya gelme ihtimali var mıydı Sayın Şahin? Bunun dışında 28 Şubat artıklarının tamamıyla ittifak yaptılar. Şu anda çetelere gün doğdu. Olmadıkları kadar imkan buldular Türkiye’de ve Kıbrıs’ta yine aynı şekilde. O bakımdan Sayın Erdoğan, koltuğunu korumak için bunlarla gönüllü ittifak içerisine girdi.

Evet iktidarda kalmak amaçlanıyor ama bu oyla olmayacak mı, seçmenin teveccühüyle olmayacak mı? Başka bir mekanizma mı düşünülüyor acaba iktidarda kalmak için?

Tabii şöyle. Bir defa öncelikle evrensel değerlerden uzaklaşan bir tutum sergilediklerini gördük daha biz 2015’te. Zaten orada restorasyon dönemi başlatmak istedik. Siyasi ahlak yasası. Siyasetçinin ahlaklı olmasını arzu ettik. Bakın bugün Meclis’te bekliyor. Altında Ayhan Sefer Üstün’ün imzası vardır. Benim imzamla sevk edilmiştir. Yolsuzluklara karşı şeffaflık yasasını hazırladık. İmar rantlarına karşı, imar kanunu hazırladık. En son Sayın Merkel’le vizesiz Avrupa hususunu paraf ettik, on saatlik görüşmeden sonra ama onlar özellikle bu vizesiz Avrupa meselesini gerçekleştikten sonra ya da onun ihtimali doğduktan sonra çok telaşlandılar. Zaten bize de parti içerisinde bir darbe yaptılar. Saray darbesi yaptılar. Sonra biz baktık ki bunlar iflah olmayacaklar, yollarımızı ayırdık. Onlar adım adım ülkeyi de modern dünyadan, evrensel değerlerden uzaklaştırarak bir Orta Doğu ülkesi, Orta Asya ülkesi veya Güney Amerika ülkesi gibi bir konuma evirmeye çalışıyorlar. Neden bunu yapıyorlar? Çünkü böyle daha kolay yönetebileceklerini düşünüyorlar Türkiye’yi. Oysa Türkiye böyle bir geri dönüşü yaşayamaz. Bunu sağlayamazlar. Hizmet siyasetinden uzaklaştılar. Bu şekilde güvenlikçi politikalar sonuç alabileceklerini düşünüyorlar. Hayır alamazlar. Alamayacaklarını bakın biz ifade ediyoruz aslında ama insanlar çok böyle bağlı kaldıkları bir dünya nimetine sarılırlarsa gözleri kör olur. Akıbetlerini göremezler. Biz, “Bunlara ihtiyaç yok, bunlara gerek yok.” diye çok müzakereler yaptık ama dinletemedik. Bir yerde maalesef gözleri körelmiş ve hala bu meseleyi döndürebileceklerini sanıyorlar. İşte 2018’de anlamsız şekilde beka sorunu diye bir şey attılar ortaya. O da değil aslında ama sonraki yıllarda bu beka sorununun gerçek dışı olduğu ortaya çıktı. Şu anda bir beka sorunu varsa, bu mafyayla, çetelerle iş birliğine girmiş iktidarın beka sorunudur Türkiye’de. Vatandaş bunu artık anlamaya başladı ve inşallah önümüzdeki seçimlerde ben kaybedeceklerini tahmin ediyorum.

“BİR BUÇUK MİLYON İNSAN SORGUDAN GEÇİRİLMİŞ TÜRKİYE’DE, BU AKLA ZİYAN BİR ŞEY”

Beka sorunu gündeme getirilip güvenlikçi politikalar devreye girince pek çok mağduriyet yaşanıyor. Örneğin, Kanun Hükmünde Kararnameler, adaletsiz yargılamalar… CHP zaman zaman bu konuda somut ifadeler kullanıyor. Siz Gelecek Partisi olarak neler yapacaksınız?

Bakın bizim partimiz kurulalı iki buçuk yıla yaklaşıyor neredeyse. 12.12.2019 tarihinde kurmuştuk ve o zaman evet KHK’ler can yakıyordu ama bunu çok fazla konuşan parti yoktu. Parti programına bu meseleyi alan ilk partidir. Bakın parti programı kalıcıdır. Ben bir programda falan söylemiş değilim veya genel başkan bir televizyon programında falan söylemedi. Gelecek Partisi’nin programına bu konuyla alakalı tespitler ve çözüm yolları vardır. Hani bir parti programına tabii çok uzun detaylı cümleler, çözümler yazamazsınız. Şimdi bizim partimizin daha detaylandırılmış bir rapor hazırlığı var. Burada konu ikiye ayrılıyor. Biri idare hukukunu ilgilendiren, yani KHK’lerle kamu görevine son verilen yaklaşık 150.000’e yakın vatandaşımız var. Bunların sorunları var. Bunların çözüm yolları ayrı. Bir de ceza yargılamaları sonucunda ceza almış, mağdur olmuş insanlar var. Şüphesiz biz eline silah almış veya uçaktan, helikopterden, tanktan vatandaşına kurşun sıkmış, bu darbecileri kesinlikle, zinhar herhangi bir şekilde savunacak durumda değiliz. Bunlar hak ettikleri cezaları almalı ama neredeyse bir buçuk milyon insan sorgudan geçirilmiş Türkiye’de. Yani bu akla ziyan bir şey. Bir buçuk milyonluk bir örgütse zaten bu yani çoktan darbeyi yapar, başarırdı. Bunların bir kısmı soruşturma aşamasında kalmış. Bir kısmı davaya dönüşmüş. Bir kısmı ceza almış. Bir kısmı beraat etmiş. Bir kısmı da hak etmediği halde ağır cezalar almış. Bunlarla alakalı da ayrı bir çalışma yapılması lazım. Çünkü süreç işlerken farklı farklı durumlar oluşmuş. Mesela cezası kesinleşip, infazı başlayanlar var. Mahkemesi devam edenler var. Soruşturması devam edenler var. Şimdi bunları formüle edecek, bu arada gerçekten darbeye karışmış olanlara prim vermeyecek çözümler üretilmesi lazım. Bunlar üzerinde çalışıyoruz. Yani çok uzamaz. Bizim başka bir çalışmamız da var. 4 Nisan’da açıklayacağız. Yargı reformuyla alakalı. Çünkü hakikaten çalışkan bir partiyiz. Belki uzaktan izlerseniz, birçok konuda bu güçlendirilmiş parlamenter sistemin de ilk parametrelerini ortaya koyan Gelecek Partisi’dir. 4 Nisan’da da çok geniş kapsamlı bir yargı reformu açıklayacağız. Sonraki aşamada da KHK’lerle ilgili de çözüm önerilerimizi sunacağız. KHK’leri bir ara düşünmüştük, bu çözüm önerilerimizi yargı paketi içinde mi açıklayalım diye ama bu yargı paketi daha kalıcı, daha yapısal bir şey. KHK meselesiyse biraz günlük hayatımızı ilgilendiren, bugünkü yakın tarihi ilgilendiren bir konu. Onu farklı açıklayalım diye bir strateji belirledik. İleriki günlerde onlarla alakalı da açıklamalarımız olacak.

Seçim yasasında değişiklik öngören teklif partilerin ilgili kurullarında görüşüldü ve mesele daha net anlaşıldı. Tasarı Millet İttifakı’nın insicamını bozmayı mı hedefliyor sizce?

İki husus hedefleniyor. Millet İttifakı’ndan ziyade altılı masa hedefleniyor, altılı masanın dağıtılması. Çünkü altılı masa; Millet İttifakı’nın içerisinde bulunan dört parti ve Millet İttifakı’na katıldığını resmen deklare etmemiş Gelecek ve Deva Partilerinden oluşuyor. Bu partiler Türkiye’nin önemli konuları üzerinde iş birliğine dair bir protokol yaptılar. Bu aslında siyasi ittifaktan çok daha ileri bir şey, daha yukarıda bir şey. İşte güçlendirilmiş parlamenter sistem de, ekonomi üzerinde, seçim güvenliği konusunda vs. bütün bu konularda iş birliği yapılacağına dair bir mutabakata varıldı. Bundan çok rahatsız oldu iktidar. Bunu beklemiyordu doğrusu. Bunlar hiçbir zaman beş benzemez, altı benzemez bir araya gelemezler ve dolayısıyla biz de işte burada MHP ile Vatan Partisi’yle ittifakımıza devam ederiz gibi bir kanaate varmışlardı. Yanıldıklarını anladılar. Şimdi bu birinci hedefleri bu altılı masayı dağıtmak. İkinci daha özel hedefleri de siyaset mühendisliğiyle birlikte yeni kurulan partilerin Meclis’e girmesini önlemek. Bunu nasıl yapacaklar? Bunu hala barajı % 7 gibi yüksek yerde tutmalar bunu gösteriyor. Çünkü bu sistemde, ucube de olsa bu başkanlık sisteminde baraj olmaması gerekir. Zaten olmayacağını da vaat ettiler. 2017 referandumunda, bu referandum geçerse mecliste artık bir baraj olmayacak dediler ama geldiğimiz yerde tekrar % 7 barajını bir lütuf gibi bize sunmaya çalışıyorlar. İkincisi, artık oyların birleşmesiyle milletvekili çıkıyordu. Daha önce artık oylar çöpe gidiyordu. Şimdiyse bu artık oylar, herhangi bir partide birleşiyor. Birleşme kuralı şu; artık oyu hangi partinin büyükse, diğer artık oylar büyük artık oyda birleşiyor. Bu bazen küçük partilerin artık oylarında birleşebilir. Bazen de büyük partilerin artık oylarında birleşebilir. Kamuoyunda şöyle bir yanılsama var.

“ERDOĞAN’IN BİR ARGÜMANI VARDIR; ALTERNATİFSİZ OLMAM, MAHALLEMDE TEK OLMAM LAZIM”

Sanki sadece artık oylar küçük partilerde birleşiyormuş, onlar vekil çıkarıyormuş gibi bir algı var. Hayır. Örnek veriyorum, Sakarya’da İYİ Parti ikinci partiydi, Millet İttifakı’nın. Evet orada İYİ Parti artık oylardan faydalandı ve bir vekil çıkardı ama Elazığ’daysa Cumhuriyet Halk Partisi birinci parti olmasına rağmen o artık oylar Cumhuriyet Halk Partisi’nde birleşti ve o bir vekil çıkardı. İYİ Parti’nin artık oylarını da alarak. Şimdi burada Erdoğan’ın derdi, Cumhuriyet Halk Partisi vs değil. 130 vekili var. Onun için 150-160 vekil olması pek bir şey değiştirmiyor. Onun hedef aldığıysa yeni kurulan partiler. Gelecek Partisi, DEVA Partisi gibi partiler. Bunların kurulmasını engellemek için her şeyi yaptı. Bakın şiddete maruz kaldık. Duymuşsunuzdur Selçuk Özdağ’la ilgili durumu, bize yapılanları vs. Biz yolumuza devam ettik. Bizi engelleyemedikleri için şimdi seçimlerde milletvekilli çıkarmamızı engellemeye çalışıyorlar. Şimdi Erdoğan’ın temel bir argümanı vardı. Yani o diyordu ki, benim alternatifsiz olmam lazım. Benim mahallemde tek olmam lazım. Vatandaş sandığa gittiği zaman sandık sendromuyla sağına soluna bakacak, benden başka kimseyi görmeyince yine bana oy atacak. Şimdiyse bizler bir alternatif olarak ortaya çıktık. Bu onun için Cumhuriyet Halk Partisi’nden HDP’den çok daha tehlikeli geliyor ve bizim milletvekili çıkartmamamız ve meclise girmememiz için her türlü çabayı göstereceğini buradan da anlıyoruz.

Muhafazakar seçmene hitap eden partiler CHP’yle görülmekten rahatsız mı?

DEVA’yı bilemem, Gelecek Partisi’nin böyle bir rahatsızlığı yok. Geçen yine bir mülakat vermiştim gazeteye. Orada tabii herkes ön yargılarla bakıyor. “Güçlendirilmiş parlamenter sistemde laiklik kelimesi veya laikliğe atıf olan bir cümle yok.” dediler. Dedim iyi okumamışsınız. 35. sayfayı açtığınızda laikliğin demokratik toplumun, çoğulcu toplumun teminatı olduğu yazar ve bunu çok net ifade eder. Ben dedim bu cümleyi belki 25 yıl önce söyleyemezdim. Bizler de artık çok şeylerden geçtik, yaşadık yani. Gelecek Partisi kendi programına özgürlükçü laiklik diye yazdı bakın. Laikliği reddetmiyor. Laiklik olması gerektiğini söylüyor. Türkiye’de maalesef önceki yıllarda çok sert bir laiklik anlayışı vardı. Yani sağa baksan laikliğe aykırı, sola baksan laikliğe aykırı. Biz bunun uygulamasına karşıydık. Tabii o mülakatta şunu da söyledim. Bakın o gün işte 28 Şubat günü Sayın Kılıçdaroğlu, başörtülülerle bir toplantı yaptı. Onlara “Helalleşeceğiz sizlerle.” diye ifade etti. 20 yıl önce Kemal Bey de bu toplantıyı yapamazdı. Hem kendisi cesaret edemezdi hem de tabanı buna müsaade etmezdi ama artık hepimiz törpülendik. Hepimiz bu vatanda, Türkiye’de 85 milyon olarak birbirimizin fikirlerine, yaşam tarzına saygı göstererek yaşamamız gerektiğini öğrendik. Acı tecrübelerden geçerek bunları öğrendik. Dolayısıyla bizim Cumhuriyet Halk Partisi’yle veya başka partilerle bu manada ittifak yapma noktasında herhangi bir çekincemiz yok ama niye tereddüt ediyorsunuz, neden meseleyi ağırdan alıyorsunuz diye bir soru sordunuz sanırım. O manada sordunuz…

“BÜYÜK TOPLUMSAL UZLAŞI, BİZİM ÜLKEYE YAPACAĞIMIZ EN BÜYÜK KATKI BU OLACAK”

DEVA ve Gelecek Partileri altılı masaya oturmakla ve ilkesel birlikteliğe vurgu yapmakla beraber “Biz Millet İttifakı’na dahiliz.” demedi. Bu olmayacağı anlamına gelmiyor ama belki bir tereddüt söz konusu, varsa nedir o?

Birincisi bu seçim kanununun çıkması gerekiyordu. Çünkü bu tasarının seçim kanununda neler yapacağı konuşuluyordu bir yıldan beri. Ne olacağını tam bilemiyorduk. Bunu görmemiz gerekiyordu. İkincisi, biz gerçekten derli toplu düzenli ve önümüzü görmek isteyen projeleri olan bir partiyiz. Yapacağımız işlerin hepsinin de bir ilkeler silsilesine bağlı olmasını isteriz. Bu ittifakın da olacaksa vizyonun ne olması gerektiğini biraz çalışmamız lazım diye söylüyoruz. İlkeler ne olacak? Diyelim ki, muhafazakarlara bu ittifak ne söyleyecek? Alevilere ne söyleyecek? Bu ittifak Kürtlere ne söylüyor? Sekülerlere ne söylüyor? Bütün bu tabanlarımıza birer mesaj vermemiz lazım. Bunu da adım adım, ilke ilke belirlememiz gerektiğini ifade ediyoruz. Yine iktidar olduğumuzdaki süreci belirlememiz lazım. Madem ki bu süreç geçici diyoruz. Geçiciyse bunun merhalelerini adım adım yazalım. Çünkü altı partinin bir araya gelmesi gerçekten zordur. Onları bir arada tutmak daha da zordur. Bakın Almanya örneği var. Büyük koalisyonlar yapılıyor, iyi de işliyor ama adamlar üç ay dört ay müzakere ediyorlar. Sonra anlaştıkları hususları kaleme alıyorlar ve tuğla kalınlığında neredeyse biliyorsunuz, protokoller yapıyorlar. Ondan sonra ona göre bunu milletvekilleri biliyor, bakanları biliyor, teşkilatları biliyor. Kimse o protokolden bir yere ayrılmıyor. Bu çok önemli. Şimdi biz bunları ilkelere bağlarsak, esaslara bağlarsak yarın bu birliktelik çok daha verimli olur. Uzun soluklu olur. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Tek amacımız bu.

Sayın Davutoğlu, “Millet İttifakı’nın yeniden düzenlenmesi gerek.” şeklinde özetlenebilecek bir ifade kullandı. Burada acaba. “Biz altılı masada varız, Millet İttifakı’nda olmayabiliriz.” gibi bir gönderme mi, yoksa ilkesel bir vurgu mu var?

Kesinlikle böyle bir dayatma falan içerisinde değiliz. O bir mülakat esnasında, gerekirse ismi bile konuşulabilir dedi. Bunun bir arka planı vardı. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’da beş altı ay önce ‘Türkiye İttifakı’ndan bahsetti. Yine Sayın Akşener, ‘Türkiye Masası’ndan bahsetti. Bakın yani bunlar zaman zaman liderlerin ağzından çıktı. O çerçevede söylenmiş bir sözdür. Gerekirse bunun ismi de değişebilir ama yok isim tuttu, herkes buna aşina oldu, alıştı. Öyle bir iddiamız da yok, illa olsun diye. Önemli olan burada bizim bahsettiğimiz gerçekten ayakları yere basan, çerçevesi belli, hedefi belli bir işbirliğinin sağlanmış olması. Bu olduktan sonra yani kolay olur. Biliyorsunuz iktidar birtakım böyle müstehzi bakışlarla veya söylemlerle yaklaştı önce. “Bunların hangisi öne oturacak, hangisi geride oturacak.” falan bir takım magazinsel şeyler yaptı. “Masanın altında ne var, üzerinde ne var.” falan. Bunlar komik, gülünç değerlendirmeler. Bizler gerçekten temeli sağlam olan bir birliktelik istiyoruz ve büyük uzlaşmayı sağlamak istiyoruz. O büyük uzlaşma ne? Toplumsal uzlaşma. Çünkü iktidar, son dört beş yılda toplumu ayrıştırdı. Yani siz Türkiye’yi fiilen sınırlara bölemezsiniz. Buna kimsenin gücü yetmez ama toplumu maalesef bu iktidar ayrıştırdı. Bu çok daha tehlikeli bir durumdur. Yani bir toplumun enerjisini alırsınız, tüketirsiniz toplumu. O noktaya geldi. Şimdi biz yani orada solcusuyla , milliyetçisiyle, muhafazakârıyla, liberaliyle bir birliktelik kurmaya çalışıyoruz ve bütün bu toplumun değişik kaynaklarından gelmiş bu partiler, bir araya geldiğinde inanın toplumsal uzlaşı da sağlanmış olacak. Büyük toplumsal uzlaşı diyorum ben buna. Bizim ülkeye yapacağımız inanın en büyük iyilik bu olacak.

“GELECEK PARTİSİ KESİNLİKLE CUMHUR İTTİFAKI’NDA YER ALMAYACAK”

Gerek Sayın Davutoğlu gerek siz ve diğer arkadaşlarınız AK Parti saflarında siyaset yaptınız. Bir davet alırsanız “Bunu düşünürüz.” diyebilecek konumda mısınız?

Bakın bu hakikaten hiç olmayacak bir şey. Bizim bir çok konuda vermemiş olduğumuz kararlar var, ittifaka resmen katılma gibi ama verdiğimiz kararlar var. Bunlardan bir tanesi kesinlikle Cumhur İttifakı’nda olmayacağımıza dair partimizin net kararı var. Biz orada beş yıl boyunca partinin gidişatını döndürmek için çaba sarf ettik. Bazen sol jargondan gelen arkadaşlar bize şunu diyorlar. Siz içeride hiç mücadele ettiniz mi? Yani diyoruz ki dört yıl boyunca beş yıl boyunca mücadele ettik. Aslında bizim ayrılmamızda şöyle de bir durum oldu Sayın Şahin. Bütün bu gayretlerimiz artık, uyarılarımız neredeyse arşa erdi. Basının önünde yapıyoruz. Yani toplantılar yapıyoruz, ültimatom veriyoruz vs. Baktılar bizimle başa çıkamayacaklar ondan sonra bizi ihraç etmek için disipline sevk ettiler. “Biz, size bu utancı yaşatmak istemiyoruz. Genel başkanlarınızı, genel başkan yardımcılarınızı, vekillerinizi, komisyon başkanlarınızı ihraç eden bir parti durumuna düşmeyin.” diye onlar karar vermeden biz istifamızı vererek ayrıldı.

Saray darbesi dediğiniz Sayın Üstün ?

Saray darbesi dediğim 2015’te bir kongre olmuştu. Kongrede Sayın Davutoğlu ve bizler AK Parti yönetimine gelmiştik. Daha sonra saray darbesi dediğimiz Süleyman Soylu’nun, Binali Yıldırım’ın, Berat Albayrak’ın içerisinde bulunduğu ve parti içerisinde imza toplamaya giriştiklerinde… Başka alanlarda Sayın Başbakan’ın kararnameleri çıkmıyor, birçok yerde engellemeler oluyor. Kendi kurumumuzda siyaset kanununu gündemden çıkartıyorlar. Birçok alanda bizi kuşatmaya başladılar. Böyle olunca, biz de dedik bir saray darbesi vardır. O zaman Sayın Başbakan ülke zarar görmesin diye bıraktı görevi. Sayın Yıldırım geldi. Saray darbesinden kastım o ama biz içeride, bir muhafazakar partide görülmeyecek şekilde iç muhasebemizi ve mücadelemizi yaptık. Kol kırılır, yen içinde kalır demedik. O bakımdan bütün o mücadeleyi verdikten sonra, hele hele bugün bizim bıraktığımızdan daha kötü noktaya gelmiş bir AK Parti çağırsa ne olacak? Niye gideyim ben buraya? Biz orada kalsaydık şu anda birçok insanın göremeyeceği imkanları, makamları zaten elde ederdik. Ben partinin kurucusuyum. 16 yıl boyunca milletvekilliği yaptım Sayın Şahin. Ben siyaseti 2018 yılında bırakırken, daha doğrusu Meclis’i bırakırken, 10 ya da 15 civarında arkadaş kalmıştık 2002’den beri milletvekili olan. Daha hala yaşım gençti, 52 yaşında ayrılmak zorunda kaldım. Ben orada durursam, ülkenin geleceğini düşünmesem, kendi menfaatimi düşünsem orada zaten ben partinin en üst kademelerinde olan insanım yani. Niye ben konforumu bozayım? Gidişatın kötü olduğunu gördük ve gerçekten iç muhasebemizi yaptık. İç mücadelemizi de yaptık. Dediğim gibi bir muhafazakar partide görülmeyecek şekilde bu itirazlarımızı yürüttük. O bakımdan niye tekrar oraya gidelim, böyle bir şey inanın olamaz.

Seçime dair en önemli konu belki de ortak aday. Şu ana kadar basına yansımayan, bu konuyu somut olarak ele aldığınız görüşmeleriniz oldu mu? 

Bu altılı görüşmelerde, altı partinin aldığı kararlardan biri de seçim ilan edilmeden ortak adayın ismi üzerinde tartışma açılmayacak, konuşulmayacak. Çünkü bu gereksiz bir tartışma. Hem partilerin iç yapısını hareketlendiriyor gereksiz bir şekilde hem de seçim yok ortada fol yok yumurta yok derler bizim orda. İnsanlar gerçek gündemden kopuyor. İşte Türkiye’de insan hakları ihlalleri var. Türkiye’de büyük bir ekonomik buhran var. İnsanlar yağ kuyruklarında, et kuyruklarında, yumurta kuyruklarında, biz sabahtan akşama iktidarın kanallarında acaba cumhurbaşkanı adayı kim olacak? Siz seçim kararı aldınız da biz aday mı çıkarmadık? Öyle bir şey yok. Onun için biz adayın kimliği üzerinde, kişiliği üzerinde konuşmayacağız ama adayın nitelikleri üzerinde çalışmamız var. Önce adayın niteliklerini belirleyeceğiz ve ondan sonra da bu niteliklere uygun bir ismi Allah’ın izniyle çıkaracağız.

“SEÇİM GÜVENLİĞİ ZAAFI, MUHALEFETİN ÜZERİNE DÜŞENİ YAPMAMASINDAN KAYNAKLANIR”

Siyasetçi olduğunuz gibi hukukçusunuz da, avukatlık yaptınız siyasetten önce. Gelecek Partisi’nin hali hazırda Seçim ve Hukuk İşleri Başkanlığını yürütüyorsunuz. Seçim güvenliği var mı? Yani parmak boyası dahil, farklı tedbirler şiddetle masaya yatırılmalı mı sizce?

2010’da ben AK Parti’nin seçim biriminde çalışırken bir kanun çıkarttık, 30 maddelik. Onu da yine Anayasa Komisyonunda ve genel kurulda ben savunduğum için Ayhan Sefer Üstün Kanunu diyorlardı. O kanunu bir alsınlar vatandaşlarımız. Bir de bugünkü iktidarın çıkartmak istediği kanunu alsınlar. O kanun tamamen seçim güvenliğine ilişkin bir kanundu. Sandıklar nasıl olmalı? Şeffaf sandık, bakın ilk kez şeffaf sandık kanunla geldi. YSK’ye söylemiştik yapmadı. Biz kanuna koymak zorunda kaldık. Zarfların boyutu, efendim otomatik ‘Evet’ basım makinası, yine oy kabinlerinin, oy kullanma kabinlerinin böyle modern ve hani Türkiye’ye yakışır bir şekilde olması. Onun dışında kritik bir madde koydum oraya, bakın 2010’da. Sandık sonuçlarıyla alakalı bir madde vardır. Sandık sonuçları ve seçimlerin tamamının sandık sonuçları. O maddede şöyle yazar; O sandıkta seçime giren partilerden beş fazla sandık sonucu, o çuvala konulması lazım. Yani sabahleyin sandık başkanı aldığında bu sandıkta kaç parti seçime giriyor, 10 parti. 15 tane boş sandık sonuç tutanağı bulacak orada ve devam ediyor kanun. Öncelikle seçime katılan partilere verilecek sandık sonuç tutanakları. Bunu kim verecek? Devlet tarafından atanan iki memur, hakimler tarafından atanan memur. Beş tane de bir önceki seçimde ilk beşi almış parti temsilcisi. Yani bunlar kim bugün? AK Parti, CHP, İYİ Parti, MHP, bazı yerlerde HDP, bazı yerlerde Saadet Partisi. Bunların temsilcilerinin attığı imzalarla oluşan sandık sonuçları ve artı diyoruz ki; diğer artan tutanakları da isteyen partilere vereceksin. Bir tanesini de sınıfın görünen bir yerine asacaksın. Orada üç gün kalacak diyoruz. Şimdi bu kanunu hazırlamış biri olarak söylüyorum. Türkiye’de seçim güvenliği konusunda zaaf oluşuyorsa, özellikle muhalefet partilerinin kendi üzerlerine düşen görevi yapmamalarından kaynaklanıyor. Açık söylüyorum bakın. Ben muhalefet partisi şu anda sözcüsü olarak konuşuyorum bunu. Falanca yerde iktidar oy çaldı diyeceksen, önce şunu demesi lazım muhalefet partisi sözcüsünün, “Ben görevimi yapamadığım için iktidar oy çaldı.”.

Mesela Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim gecesi gündeme getirdiği mühürsüz zarfların kabulü gibi.

Şöyle söyleyeyim. Yüksek Seçim Kurulu’ndaki bazı kararları tabii engellenmesi çok zor. Ben sandık başındaki işlemlerden bahsediyorum.

Muhalefet bu konuda yeterince mücadele etti mi sizce? Kamuoyu gündemine daha yoğun bir şekilde taşınamaz mıydı?

Şöyle. YSK bir yüksek yargıdır aslında. YSK’nin verdiği kararı Anayasa Mahkemesi’ne vs taşıyamıyorsunuz. Çünkü bu yolu açtığınızda seçimleri nihayetlendiremezsiniz. Seçimler karakolda biter. Hiçbir ülke bu yolu açmak istemiyor kendi sistemi açısından.

Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı seçim sonucu mahkeme kararı hükmündedir, tartışılmaz.

Mahkeme hükmündedir. Dolayısıyla bundan daha fazlası yürütülmedi ama ben ondan ziyade, vereceğim örnek de dikkatinizi çekecektir. Bakın 2019’da yani iktidar o kadar çok baskı yaptı ki… Hakimlere baskı yaptı, sandık başkanlarına yaptı, efendim evleri bastı. Şahit toplamak için, delil toplamak için ama o insanlar vicdanlı davrandılar ve tabii ki Sayın İmamoğlu’yla il başkanının ellerinde sandık sonuç tutanakları vardı ıslak imzalı. Yani Cumhuriyet Halk Partisi ilk kez İstanbul’da üzerine düşeni yaptı. Şimdi orada ıslak imzalı tutanaklar olmasaydı, daha muhtemelen mahallinde belediye başkanını İmamoğlu olarak değil Yıldırım olarak açıklayacaklardı ama bunu yapamadılar. Sonradan baktılar yapamayınca YSK’de efendim işte, oraya memur üye dediğimiz, kamu görevlisi yani. Sendikalardan almışsınız. Sendika üyesi kamu görevlisi mi değil mi diye tartışma açtılar. Öyle bir şey yaptılar ama öyle bir ters tepti ki vatandaş 800.000 fark artırdı şimdi. Dolayısıyla YSK’yi rahat bıraktıklarında çok aykırı kararlar çıkacağını tahmin etmiyorum. Bu güçlendirilmiş parlamenter sistemde zaten ona ilişkin tedbirlerimiz de var. Ben seçim güvenliği konusunda bu altı partinin yakın zamanda bir komisyon kuracağını da sizin ekranınız vasıtasıyla duyurmuş olayım. Çok yakın bir zamanda yine seçim güvenliği üzerine, muhtemelen seçim hukuk işleri başkanlarının ve seçim başkanlarının katılacağı bir komisyon kurulacak. Seçime kadar çalışacak. Seçim günü çalışacak. Seçimden sonrası çalışacak bunlar ve Türkiye’de el birliği ile oyların muhafaza edilmesini sağlayacağız. Bakın bizim Gelecek Partisi olarak bir sloganımız var seçimlere yönelik olarak: Seçim öncesi seçmene sahip çık, seçim günü sandığa sahip çık, seçim sonrası yani saat 17’den sonra oylara sahip çık… Bunları yapabilirsek inanın yani Türkiye’de herhangi bir sıkıntı yaşamayız ama eğer görevimizi yapmazsak açık söyleyeyim, olur mu olur.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com